Ukrayna'ya hava kuvveti verilecek mi?

Rusya’nın 2004 yılından itibaren “sorun” olarak gördüğü Ukrayna meselesini kökünden çözme ümidiyle 24 Şubat’ta başlattığı işgal hareketinin ülkenin tümünü hedef alması, Kiev yönetimini özellikle hava gücünün kullanımı konusunda hazırlıksız yakaladı. Rusya, 1967 savaşında İsrail’in Mısır’a yaptığı şekilde Ukrayna Hava Kuvvetleri’ni işgalin ilk saatlerinde henüz yerdeyken bertaraf etti. Aradan geçen günlerde alçak irtifa hava savunma füzeleri ile Ukrayna Ordusu, Rusya Hava Kuvvetleri’ne hatırı sayılır kayıplar verdirse de savaş uçaklarına duyulan ihtiyaç her geçen saat arttı.

1. resim
09.03.2022

Ukrayna yeniden bir hava gücü oluşturmak için saatlerle yarışıyor. 8 Mart günü Kiev, Harkov, Sumi, Çernihiv ve Mariupol kentlerinden sivillerin tahliyesi için ateşkes ilan edildi. Tahminler 11 Mart tarihinde Rusya’nın bu kentleri ve Odesa’yı ele geçirmek için daha şiddetli bir saldırıya hazırlığı yönünde. ABD, enerji sektöründe yeni yaptırımlar getirerek Rusya’yı engellemeye çalışsa da ancak ihtiyaç duyulan acil destek savaş alanına ulaşırsa Ukrayna’nın büyük kentlerine yönelik hazırlanan daha ağır yıkımın önlenmesi mümkün olacak. 

Ukrayna’ya savaş uçağı tedarik etme yönündeki ilk açıklama 27 Şubat gibi erken bir tarihte gelmişti. Avrupa Güvenlik ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell işgalin başlamasından 3 gün sonra, Avrupa Birliği’nin tarihinde ilk kez birlik üyesi olmayan bir ülkeye silah yardımı yapacağını ilan ederken, AB üyesi eski Varşova Paktı üyesi ülkelerin elindeki Sovyet üretimi uçakların da Ukrayna’ya verileceğini duyurmuştu. 

Basına yansıyan bilgiler Ukrayna’ya verilecek uçak sayısının 70’i bulacağı yönündeydi.

Polonya: 28 MiG-29

Slovakya: 12 MiG-29

Bulgaristan: 16 MiG-29 ve 14 Su-25s

tedarik edecekti. Bu uçaklar son 30 yılda çeşitli modernizasyon programlarından geçirilmişti. Ukrayna pilotlarının da eski Sovyet sistemlerine aşina olmaları nedeniyle ideal bir yardım olarak değerlendiriliyordu. 

Ancak Borrell’in erken açık ettiği bu kart Polonya ve Bulgaristan’ın itirazıyla karşılaştı. Polonya bu uçakları vermesi halinde yerlerini neyle dolduracağını sorguluyordu. Ayrıca Rusya ile doğrudan bir çatışma hali de söz konusu olabilirdi. Bunun üzerine Washington ve Londra’da Polonya’nın elini rahatlatacak bir formül arayışı başladı. 17 Şubat’ta ilan edilen İngiltere-Polonya-Ukrayna üçlü ittifakının icabı olarak da bu yardımın yapılması hayati bir nitelik kazandı.

Hava Kuvvetleri’nin savaş tarihinde önemini ispat etmesiyle beraber müttefikler arasındaki destek trafiği de her zaman gündemde oldu. 1. Dünya Savaşı sırasında ABD henüz savaşa girmemişken ABD vatandaşı pilotlar Fransa Hava Kuvvetleri’nin bünyesinde savaşıyordu. O yıllarda uçakların kısıtlı menzil kapasiteleri ancak pilot desteğini mümkün kılıyordu. 

2. Dünya Savaşı’na gelindiğinde ise hava gücünün önemi artmış ve Nazi Almanyası’nın ezici üstünlüğü karşısında yalnız kalan İngiltere kendisini topraklarının işgali tehdidiyle karşı karşıya bulmuştu. İngiltere’nin denizdeki üstünlüğü yeterli değildi. Britanya Adası’nın üzerinde yapılacak hava savaşının, mücadelenin geleceğinde belirleyici olacağı aşikardı. İngiltere Başbakanı Winston Churchill acil uçak ihtiyacı için çalabileceği tek kapı olan Beyaz Saray’ı denedi. Ancak ABD Başkanı F. Roosevelt 1940 yılında bir kez daha başkan seçilirken Avrupa’daki savaşa katılmayacağına dair halka söz vermişti. Kongre de Avrupa ülkelerine yardımı engelleyen kararları kabul etmişti. Başkan Roosevelt, Churchill’e yardım edebilmek için ABD Kongresinin, yasaların ve seçmene verdiği sözlerin arkasından dolaştı. 1940 yılının Haziran ayında İngiltere’ye verilecek uçaklar Kanada sınırına götürüldü. Yakıtları boşaltılarak atlar ve kamyonlarla çekilerek sınırdan geçirildiler. Kanada tarafına geçirilen uçaklar buradan İngiliz ve Kanadalı pilotlar tarafından İngiltere’ye uçuruldu.İngiltere bu uçakların da yardımıyla 10 Temmuz 1940 ile 31 Ekim 1940 tarihleri arasında Britanya semalarında gerçekleşen hava muharebesinde Almanya’yı mağlup etti. Bu nihai bir zafer değildi ancak Alman işgalinin savuşturulmasının en önemli ayağıydı. 

Hava gücünün gayrı nizami yollarla kullanımının bir örneğine ise 1961 yılında, ABD’nin Küba’daki Castro rejimini devirme girişiminde rastlandı. Kennedy yönetimi, Sovyet yanlısı Castro’nun devriminden kaçan Kübalıları örgütleyerek adayı yeniden ele geçirmeleri için eğitti. 1961 yılının Nisan ayında Nikaragua’dan kalkan ve sürgündeki Kübalı pilotlar tarafından kullanılan uçaklar Castro rejiminin kontrolündeki havaalanlarına saldırdı. B-26 tipi bu uçaklar Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA tarafından satın alınmıştı. Ayrıca CIA, Castro’nun askerlerini yanıltmak için uçakları devrimci Küba Hava Kuvvetleri’nin işaretleriyle boyamıştı. Başarısız olan Domuzlar Körfezi çıkarması sırasında yine Amerikan yapımı C-46 ve C-54 uçakları da paraşütçülerin yanı sıra silah ve mühimmat taşımak için kullanılmıştı. 

Arap-İsrail Savaşları da hava kuvvetlerinin gayrı nizami kullanım alanı bulduğu bir mücadeleydi. 1967 savaşı sırasında ABD savaş uçakları Mısır hava sahasında keşif yapıp elde ettikleri bilgileri İsrail’e aktardı. 1973 Yom Kippur Savaşı’nda zor saatler geçiren İsrail’e ABD doğrudan uçak temin ederken, Akdeniz’deki ABD uçak gemilerinden kalkan işaretsiz uçakların da Mısır ordusunun mevzilerini vurduğu iddia edildi. 

1970 yılında Sina Yarımadası’ndaki “Yıpratma Savaşı” sırasında Mısır’ın elindeki MiG-21 uçaklarının yetersiz kalması üzerine Kahire ile Moskova arasında başlayan tartışma bir trajediyle noktalandı. SSCB kendi uçaklarının İsrail’in elindeki ABD ve Fransız yapımı uçaklardan iyi olduğunu, başarısızlığın sorumlusunun Mısırlı pilotlar olduğunu iddia etti. Ardından bir Sovyet MiG-21 filosu gizlice Mısır’a gönderildi. Sina üzerindeki hava çarpışmalarında düşmanlarının üstünlük sağlamaya başladığını fark eden İsrailliler daha detaylı bir araştırmaya giriştiler. İsrail ordusunun Sovyetler Birliği’nden göç etmiş telsizcileri Sovyet pilotların konuşmalarını tespit edince Mısır’daki filonun varlığı anlaşıldı. İsrail siyasi liderliği ve Genelkurmay Başkanlığı’nın onay verdiği “Operation Rimon” planıyla 30 Temmuz 1970’de Sovyet filosuna Mısır hava sahasında tuzak kuruldu. Yaklaşık 3 dakika içerisinde 5 Sovyet MiG-21 uçağı düşürüldü, 4 pilot öldü. Bu olayın ardından Sovyet filosu Mısır’ı terk etti. 

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere gayrı nizami harp metotları yalnızca karada geçerli değil. Düşmanı aldatmak, tuzak kurmak, müttefiklere yardım etmek söz konusu olduğunda bu metotlar gökyüzüne de taşınabiliyor.

Nitekim 8 Mart tarihi itibarıyla gelinen son noktada 1940’da ABD Başkanı Roosevelt’in yaptığı gibi ABD, İngiltere ve Polonya oluşabilecek itirazların arkasından dolaşacak bir formül bulmuş görünüyorlardı. Bu formüle göre Polonya elindeki MiG-29 uçaklarını Almanya’daki ABD üssü Ramstein’e gönderecek, eş zamanlı olarak ABD bu uçaklara karşılık olarak elindeki kullanılmış F-16 uçaklarını Polonya’ya teklif edecekti. Varşova hükümetinin de ivedilikle alım kararını onaylamasıyla MiG-29’ların Ukrayna’ya tesliminin önü açılacaktı. Polonya’nın ürettiği formülde uçakların Ukrayna’ya tesliminden ABD sorumlu olacaktı. Varşova’nın bir talebi de sürecin bir NATO kararıyla desteklenmesi. Ancak bu formül Washington’dan beklenmedik bir tepki gördü. ABD Savunma Bakanlığı, MiG’lerin Polonya tarafından verilmesini makul bulurken, bu teslimatın ABD tarafından yapılmasının makul olmadığını duyurdu. Bu yanıt verilirken, böyle bir desteğin diğer NATO üyelerinde yarattığı endişe gerekçe gösterildi. 

ABD’nin Ukrayna ve Polonya için makul görüp kendisine yakıştıramadığı bu formül, ortada bir çifte standart olup olmadığı sorusunu gündeme getirdi. Acaba ABD ve İngiltere, Rusya ile uzun süredir planladıkları çatışmada Ukrayna ve Polonya’yı sıcak kestaneyi tutmak için kullanılacak bir maşa olarak mı görüyordu?

ABD’nin makul göreceği bir formül bulunması halinde Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin NATO’ya karşı hissettiği hayal kırıklığı onarılırken, başkent Kiev’in düşmesinin de önüne geçilmesi hala mümkün.