gdh'de ara...

UnHerd: NATO ABD’yi zayıflatıyor mu?

ABD, küresel sistem üzerindeki üstünlüğünü NATO’ya ve dolayısıyla Avrupalı devletlerin Amerikan liderliğine gösterdikleri rızaya borçlu ama artık bu liderliğe itirazlar var.

1. resim

Son yıllarda Trans-Atlantik ilişkileri inceleyen pek çok kişi, NATO’nun geleceğine dair analizler yaptı. Bu analizler, liderlerin konuşmalarına da yansıdı. Temel soru, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra NATO’nun işlevini tamamladığı argümanı üzerinden şekillense de Rusya-Ukrayna Savaşı’nın NATO’nun meşruiyetini artırdığı açık. Buna rağmen Avrupa’da stratejik özerklik arayışları sürüyor. Hatta “NATO’nun betin ölümünün gerçekleştiğine” inanan Avrupalı liderler de var.

İngiltere merkezli UnHerd, NATO’nun ABD’yi zayıflatıp zayıflatmadığı sorusundan hareketle ittifakın geleceğini tartışan bir analiz yayınladı. Aris Rousssinos’un kaleme aldığı “NATO ABD’yi zayıflatıyor mu?” başlıklı analizde dünyanın çok kutupluluğa doğru ilerlediği tespiti yapılıyor. Söz konusu analizde Roussinos, Londra ’nın Washington’la olan ilişkilerine dikkat çekerek “İngiltere’nin Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) yakın müttefiki olarak başladığı NATO yolculuğı, artık neredeyse tamamen bağımlılığa dönüştü.” diyor.

İşte UnHerd’de yayınlanan o analiz:

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) kuruluşundan yaklaşık yetmiş beş yıl sonra Birleşik Krallık (Britanya/İngiltere), siyasi ve askeri güç sıralamasında gerileme yaşadı. İngiltere’nin Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) yakın müttefiki olarak başladığı NATO yolculuğı, artık neredeyse tamamen bağımlılığa dönüştü.

Britanya'nın siyasi elitinin teslim olmuş zihniyetini gözlemlemek istiyorsanız, Britanya Ordusu'nun sayıları, yetenekleri ve uluslararası saygınlığı azalmış bir durumda olduğu realitesini ortaya koyan analizleri okumalısınız. Zira son çalışmalar, İngiltere’nin kara kuvvetlerini ABD’nin hizmetindeki özel kuvvetler birimleri olarak yeniden şekillendirmeyi öneriyor.

Öte yandan Londra’nın Washington'a en sadık ve sorumsuz mükktefik olma rolünü resmileştirme fikri, Britanya'nın kendi stratejik çıkarlarının olduğuna dair en ufak bir işaret olmaksızın ulusal bir gerilemenin utanç verici bir göstergesi. Ancak daha da önemlisi bu konumlanma, Britanya'nın gerçek anlamda dünyadaki rolünü açıkça kabul etmesidir.

Bilindiği üzere Beş Göz İttifakı, gizli istihbaratı paylaşma forumu olarak tanıtılmış olsa da aslında Anglofon istihbarat kuruluşlarının kendilerini ABD'nin dış politika hedeflerine hizmet etmeye yönlendirmesini içeriyor.

NATO ise Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, çeşitli devletleri ABD'nin emperyal çıkarlarına hizmet etmek için buluşturan bir araç. Buna rağmen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gibi bazı Avrupa liderlerine göre, NATO’nun beyin ölümünü gerçekleşti ve ittifakın önemi azaldı. Çünkü ittifakın son maceraları, Avrupa devletleri için felaketti.

Bununla birlikte Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesi, sarsılan ittifak için bir kurtuluş oldu. Yeniden NATO, temel amacına odaklanabildi: Amerika'nın önderliğindeki Avrupa'nın agresif bir Moskova'dan savunulması.

Wolfgang Streeck, "NATO’culuk" adlı kitapta Avrupa siyasetinin hem solundan hem de sağından gelen düşünce akımını özetlerken, "Batı'yı yeniden ayağa kaldıran savaş, AB'nin stratejik özerkliğine karşı çıkarken, ABD’yi yeniden Batı Avrupa’da hakimiyete kavuşturdu." diyor. Söz konusu eleştiri, savaş sonrasındaki jeopolitik tartışmaların yaygınlaştığı bir dönemde pek çok kişi tarafından artık kabul ediliyor. Peki, bu doğru mu?

"NATO’culuk" kitabında yazarlardan Thomas Meaney'in de belirttiği gibi, uygulamada NATO, öncelikle ABD'nin üstünlüğünü garanti eden bir siyasi düzenleme ve ABD'nin gücünü dünyaya yayan bir araç. Kuşkusuz ABD, küresel sistem üzerindeki üstünlüğünü NATO’ya ve dolayısıyla Avrupalı devletlerin Amerikan liderliğine gösterdikleri rızaya borçlu.

Kitap, William J. Burns gibi isimlerin uyarılarını da hatırlatıyor. Bu kapsamda NATO’nun doğuya doğru genişleme stratejisinin Baltık bölgesi ve Orta Avrupa ülkelerini içermesinin ve Ukrayna ve Gürcistan’a umut vermesinin "Rusya'nın en net kırmızı çizgilerinden birinin aşılması" anlamına geleceği vurgulanırken, Gürcistan ile Ukrayna’nın Rus saldırganlığının adresine dönüştürüldüğünün altı çiziliyor.

Gerçekten de NATO’cu düşünce, realist teorisyen John Mearsheimer'ın çalışmasının başlığı ile özetlenebilir: Ukrayna Krizi neden Batı'nın hatası: Putin'i kışkırtan liberal yanılsamalar.

NATO’nun ilgili devletleri içeren genişleme planı, politik olarak uygulanamayacak mantıksız bir girişimdi. Nitekim Ukrayna’daki savaş, Avrupalı devletleri Kiev'e her geçen gün daha ölümcül ve sofistike silah sistemleri teslim etmeye zorladı. Belki bu kararlar, Amerikan gücünün zirvede olduğu dönemde alınsaydı, durum farklı olabilirdi; ancak artık tarihi değiştirmek mümkün değil.

Tüm bunlar, NATO karşıtları ve özellikle de Corbyn gibi sol yazarlar için geride kaldı. Corbyn'ın Britanya'yı NATO’dan çıkarabileceği şeklindeki fikri hayalperestti. Gelinen noktada Britanya'nın savunma kuruluşlarından efendisinden farklı stratejik amaçlar benimsemesini beklemek de gerçekçi değil.

Tüm zorluklara rağmen NATO, Avrupa’nın güvenlik yükünü çekerek ABD liderliğinde devam etmeye hazır. Macron gibi aktörlerin yarattığı zorluklar ise Avrupa içerisindeki bölünmüşlüğü teşvik ediyor. Bu da ABD’nin koruyuculuk kalkanını geri çekmesi neticesini getirebilir. Sürecin buna evrildiğinin işaretleri var. Bu işaretler ise çok kutuplu düzene geçişin başladığının göstergesi.

Tartışma