Yorktown Institute: İsrail'in “7 cepheli savaşında” beş büyük zorluğu!

İsrail'in istihbari başarıları İran ve uzantılarını zor durumda bıraksa da savaş yeni başlıyor! İşte İsrail'in İran ile başlatacağı topyekün bir savaşta karşı karşıya kalacağı 5 büyük sorun.

1. resim

ABD merkezli düşünce kuruluşlarından Yorktown Institute'de, İsrail ve İran eksenli olası bir savaşın bölgedeki etkilerinin ve İsrail'in böyle bir savaşta yaşayacağı büyük zorlukların değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

İsrail'in son dönemde özellikle istihbari adımlarla İran ve Hizbullah gibi İran destekli gruplara karşı önemli başarılar elde ettiği tespiti yapılan analizde, İran ile başlatacağı topyekün bir savaşta 5 büyük sorunla karşı karşıya kalacaği tespiti yapıldı.

Analizde ayrıca; ABD'nin insiyatif almaması durumunda İsrail'in ağır bedeller ödeyebileceğine de dikkat çekildi.

İşte Yorktown Institute'de yayınlanan analiz:

Geçtiğimiz 1 ay boyunca İsrail, istihbarat liderliğindeki askeri operasyonlarda olağanüstü bir ustalık sergiledi.

İsrailliler, patlayan çağrı cihazları ve telsizler, hassas hava saldırıları ve Hasan Nasrallah'ın çok katlı sığınağına yönelik özel bir bombalama operasyonuyla Hizbullah'ın neredeyse tüm komuta yapısını çökertti.

Bu ölçekte bir başarı, bu kadar kısa bir süre içinde bu kadar çok üst düzey hedefin vurulması, kesinlikle hayret verici ve eşi benzeri görülmemiş bir olaydı.

İran'a gelince; İran'ın Nisan ayındaki operasyonu, insansız hava araçları, seyir füzeleri ve balistik füzelerden oluşan daha büyük ve daha karmaşık bir saldırı paketini içeriyordu.

Ancak bu, çok önceden haber verilmiş ve İran tarafından neredeyse göstermelik bir şekilde gerçekleştirilmişti.

Buna karşılık, bu defa 180 kadar balistik füzeyle yapılan saldırı kısa sürede haber verildi ve çok daha etkili oldu. İsrail'in Arrow balistik füze savunma sistemi tarafından pek çok hedef engellendi. Ancak birkaç savaş başlığı hedeflenen bölgelere ulaştı ve hasara neden oldu.

Bundan sonra durumun gerçekliği biraz daha sert olabilir.

İlk olarak; Benjamin Netanyahu'nun ifadesiyle İsrail “yedi cepheli bir savaş” veriyor. Güneyde, Gazze'de Hamas ve daha uzakta Yemen'de Husiler var. Kuzeyde, Lübnan'da ve Suriye'ye sızan Hizbullah var. Golan Tepeleri boyunca İsrail'le de sınırı olan Suriye'nin kendisi dördüncü cephe ve fiilen İran'a bağımlı durumda.

Devlet Başkanı Esad hayatta kalmasını, Suriye'de sayıları 60.000 ila 100.000 arasında olduğu iddia edilen İran'a bağlı gruplara borçlu.

İsrail'in karşı karşıya olduğu diğer üç “cephe” ise Batı Şeria, Irak'ı kontrol eden İran destekli Halk Seferberlik Güçleri (HSG) ve İran'ın kendisi.

İsrail'in durumu, kendisini çevreleyen ve toplam kaynakları hala muazzam olan geniş İran “ateş çemberi” bağlamında görülmesi gerekir.

İkinci olarak; Hizbullah büyük darbe yedi ama yok olmadı. Yeni liderler ve komutanlar atamaya başladı bile. Örgütsel etkinlik bir süre zarar görecek ama kimsenin yeri doldurulamaz değil.

Sayıları 50,000'i bulan savaşçılarından oluşan savaş gücü henüz büyük çaplı bir çatışmaya girmedi ve hazır durumda.

Ayrıca Suriye'de Devrim Muhafızları tarafından yönetilen güçlü bir destek altyapısından ve ekstra insan gücünden faydalanmaya devam ediyor.

Hizbullah'ın ileri konuşlu mevzileri ve askeri altyapıları, bazı füze depoları da dahil olmak üzere, İsrail Hava Kuvvetleri ve İsrail'in Güney Lübnan'a yaptığı son saldırılar tarafından tahrip edildi.

Ancak en az 30,000 füze olduğu tahmin edilen uzun menzilli, yüksek kaliteli hassas güdümlü mühimmat (PGM) cephaneliğinin çoğu Lübnan'ın daha iç kısımlarında tutuluyor ve muhtemelen büyük ölçüde kullanılabilir durumda.

Demir Kubbe'yi etkisiz hale getirebilecek büyük füze salvoları tehdidi her zaman İsrail için kuzeyden gelen en ciddi tehdit olmuştur ve son olaylar da bunu teknik olarak değiştirmemiştir.

Bu koşullar altında ve Gazze'den farklı olarak Lübnan'daki durumu İsrail açısından tatmin edici bir askeri sonuca ulaştırmak çok daha zor olacaktır. İsrail Hükümeti'nin çağrı cihazı operasyonu ve suikast serisinden önce Lübnan sınırında bir saldırı başlatma kararı almadığı açık. Eğer bu daha geniş bir planın eksikliğine işaret ediyorsa, uzun vadede stratejik düzeyde pek de hayra alamet değil.

Hava durumu da Ekim ayının sonuna doğru kötüleşecek ve bu da IDF operasyonlarını önemli ölçüde etkileyebilecek.

Üçüncü olarak İsrail, ABD Hava Kuvvetleri'nin doğrudan desteği olmadan İran'ın nükleer programına karşı kesin saldırı seçeneklerine sahip değil.

Dağların içine inşa edilmiş bu süper sertleştirilmiş nükleer araştırma tesislerini yok etmek için 30.000 kiloluk Massive Ordnance Penetrator (MOP) GBU-57/B bombalarının kullanılması gerekiyor ki bu bombalar sadece ABD'nin elinde bulunuyor ve sadece B-2 gibi ABD bombardıman uçakları tarafından kullanılabiliyor.

İsrail kendi başına daha küçük bir operasyon gerçekleştirebilir. Ancak havada yakıt ikmali ve binlerce mil mesafedeki İran hava savunmasıyla başa çıkma gereklilikleri büyük riskler içeriyor.

Ancak başarılı olsa bile, böyle bir operasyon muhtemelen İran'ın nükleer programına zarar vermekten başka bir işe yaramayacak ve uzun zamandır korkulan geniş çaplı bölgesel savaşın fitilini ateşleyecektir.

İsrail'le ilgili olarak, bir hava saldırısının sınırlamalarının İsrail ordusu ve Mossad'ın İran içinde önceden hazırlamış olabileceği bazı ek konvansiyonel olmayan özel operasyonlarla telafi edilebileceği ihtimalini göz ardı edemeyiz.

Ancak genel olarak risk dengesi, İran'ın nükleer tesislerine karşı sadece İsrail'in yapacağı bir saldırıya karşı ağır basmaktadır.

ABD'nin doğrudan katılımı, yani İran'la savaşa girme olasılığı bir yana, bu türden bir şeye Amerikan siyasi desteğinin Kasım seçimlerinden önce gerçekleşmesi olası değildir.

Dördüncü olarak, ABD'nin bölgedeki gücü azalıyor ve bu da uzun vadede İsrail'in konumunu zayıflatıyor.

Makro düzeyde bu, ABD'yi kaynaklarını Batı Pasifik'te Çin'e karşı koymaya daha fazla odaklamaya ve Avrupa ve Orta Doğu'da geri çekilmeye zorlayan küresel güç dengesinin daha geniş jeostratejik yeniden düzenlenmesine bağlı uzun vadeli bir eğilimdir.

Daha yakından bakıldığında durum daha da vahim sonuçlar çıkarabilir.

ABD'nin bölgedeki prestiji ve etkisi özellikle son on yılda büyük ölçüde azalmıştır. Başarısızlıklar listesine Esad'ın Suriye iç savaşındaki zaferi, Irak'ın fiilen İran'ın kontrolüne geçmesi ve Çin'in bölgeye güçlü siyasi ve ekonomik girişleri de dahil.

Bu hikayenin askeri tarafında ise Hasan Nasrallah'ın öldürüldüğü saldırıyla aynı gün gerçekleşen ve bu nedenle daha az fark edilen önemli bir gelişme yaşandı.

ABD, Irak'taki askeri güçlerini önümüzdeki yıl içinde ve muhtemelen 2026'ya kadar çekmeyi planladığını açıkladı. ABD askeri ayak izi burada DEAŞ'a karşı hareket ediyordu.

Şii Hilali'nin ortasındaki bu Amerikan ileri karakolunu kaybetmek, ABD'nin bölgedeki askeri duruşunun, 2003 Irak işgali öncesinden beri görülmemiş sınırlı bir duruma döndürecektir ve bu da, kesinlikle uzun vadede İsrail için iyi bir haber değil.

Son olarak; beşinci temel sorun İsrail ekonomisi için zamanın daralıyor olmasıdır.

Askeri mücadelenin büyüklüğü, büyük ölçüde yüz binlerce yedek askere dayanan orduyu yüksek oranda ve uzun süre seferber halde tutuyor. Buna ek olarak, Hizbullah'ın roket saldırıları sonucunda sadece kuzeyden yaklaşık 70,000 kişi olmak üzere ülke içinde yerinden edilmiş çok sayıda insan var.

Bununla birlikte, özellikle İsrail gibi ileri bir demokraside, ekonomik faktör siyasi düzeyde giderek daha fazla devreye girecek ve nihayetinde uzun vadede İsrail'in politika seçenekleri üzerinde bir kısıtlama görevi görecektir.

Sonuç olarak, İsrail muharebeleri kazanıyor olabilir. Ama henüz savaşı kazanamadı.

Daha da önemlisi; İsrail henüz İran'ın gücünü nasıl kıracağı ve kendisine yönelik tehdidi nasıl ortadan kaldıracağı konusunda henüz net bir stratejiye sahip görünmüyor.

İran on yıllar boyunca İsrail'in etrafında bir “ateş çemberi” oluşturdu ve Tel Aviv'e karşı stratejisi yıpratma üzerine kurulu. İsrail'in bu işin üstesinden gelmek için alabileceği her türlü yardıma ihtiyacı olacaktır.

Tartışma