gdh'de ara...

Yunanistan ile Türkiye arasında yükselen tansiyon ve Adalar krizi

Türkiye ve Yunanistan arasında Doğu Akdeniz'deki çok sayıda sorun yaşanıyor. Uluslararası hukuk bağlamında ise Türkiye güçlü tezlere sahip.

1. resim
20.06.2022

Türkiye ve Yunanistan arasında Doğu Akdeniz'deki Münhasır Ekonomik bölge anlaşmazlığından, deniz kara sularının 12 mile çıkarılmasına ve bu bölgede bulunan adaların silahlandırılmasına kadar çok sayıda başlıkta sorunlar yaşanmaktadır.

Yunanistan'ın uluslararası hukuku hiçe sayan uygulamaları nedeniyle özellikle son dönemde bu başlıklar içerisindeki On iki adalarla ilgili kriz, gündemi fazlası ile meşgul etmeye başlamıştır.

On iki adalar, kullanılan ismindeki gibi 12 değil aslında 14, büyüklü küçüklü sayıldığında ise 20'den fazla adadan oluşmaktadır. Buradaki 14 büyük ada; Batnoz, Lipsi, İleriye, Kelemez, İstanköy, İncirli, İstanbulya, İleki, Herke, Kerpe, Çoban, Sömbeki, Rodos ve Meis şeklindedir.

Diğer yandan Adalar Denizi'nde bu adaların haricinde “gri bölgeler” ve “aidiyetleri belli olmayan adalar” olarak tanımlanan yaklaşık 130 ada, adacık ve kayalık bulunmaktadır.

Yunanistan şu anda bölgede bulunan bu adaların büyük bir kısmında; tugay, tümen ve çeşitli mühimmatlar konuşlandırarak, uluslararası gayriaskeri statüde olma antlaşmalarını açık bir şekilde ihlal etmektedir.

Tarihi süreç

Yunanistan, Britanya İmparatorluğu, İtalya, Fransa ve Rusya'nın yardımı ile 1821 yılında başlattığı süreç sonucunda 24 Nisan 1830’da Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bağımsızlığını kazanmıştır.

Yunanistan bağımsızlığını kazanması ile birlikte neredeyse bütün dış politikasını "Megali İdea" düşüncesi üzerinde temellendirmiş ve Osmanlı Devleti’nden toprak kopartarak büyümek üzerine bir yol izlemiştir.

Bu doğrultuda o tarihten itibaren Batılı Devletlerin desteğini arkasına alan Yunanistan, 1864 yılında İngiltere'nin İyon Adaları’nı kendisine bırakmasının ardından 1881-1897 yılları arasında yine Batılı devletlerin desteği ile kendi lehinde bazı sınır düzeltmeleri yaptırmış ve genişlemeyi sürdürmüştür.

Bu gelişmelerle beraber 19. yüzyılın özellikle ikinci yarısında dönemin güçlü devletlerinden birisi haline gelen İtalya, Trablusgarp Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’a yardımlarını kesmek için savaşı Adalar Denizi'ne (Ege Denizi) kadar genişletmiştir. Bu savaşın ardından İtalya, 1912’de Adalar Denizi'ndeki on dört ada ve diğer küçük adacıkları işgal ederek, adalar denizindeki hâkimiyet meselesine yeni bir boyut getirmiştir.

Savaşın sonunda imzalanan Uşi Antlaşması’nda, adaların Osmanlı İmparatorluğu’na geri verilmesi kararı alındı.

Fakat bu süreçte Balkan Savaşı’nın çıkması üzerine bu anlaşmaya rağmen devir işlemi gerçekleşmemiş ve adaların hâkimiyeti İtalya’da kalmıştır.

Balkan Savaşlarının ardından 30 Mayıs 1914’te imzalanan Londra Antlaşması’na göre Batılı devletler Meis, Bozcaada ve Gökçeada dışında Oniki Ada dahil olmak üzere tüm adaların askersizleştirilmesi ve silahsızlandırılması koşuluyla Yunanistan’a verme kararı alırken, hemen ardından I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte Oniki Ada yeniden İtalya'nın kontrolüne teslim edilmiştir.

I. Dünya savaşının sona ermesi ile birlikte ise Sevr Antlaşması’nın 122. maddesi ile Osmanlı İmparatorluğu’nun Oniki Ada ile Meis üzerindeki bütün haklarından, İtalya lehine feragat etmesini sağlanmıştır.

Bu arada Sevr Antlaşması’na eş zamanlı olarak yürürlüğe giren Bonin-Venizelos Antlaşması imzalanmış ve İtalya bu antlaşma ile Rodos ve Meis dışındaki tüm adaları Yunanistan’a vermiştir.

Bütün bu gelişmelerin ardından ise bugüne kadar uzanan asıl süreç başlamıştır.

Yunanistan’ın yenilmesi sonucu Sevr Antlaşması ve buna bağlı olan Bonin-Venizelos Antlaşması’nın hükümsüz kalmasıyla İtalya 8 Ekim 1922’de söz konusu antlaşmayı fesih ettiğini ve ilgili adaların yeniden İtalya himayesinde olduğunu açıklamıştır. Öte yandan Sevr Antlaşması Türkiye tarafından onaylanmadığından Adalar Denizi’nde yer alan adaların durumu Lozan Barış Konferansı’na kalmıştır.

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması adaların bugünkü hukuksal statüsünü düzenleyen en önemli belgedir.

Adalar üzerindeki hâkimiyet haklarına ilişkin olarak Lozan Barış Antlaşması’nın 12, 15 ve 16’ıncı maddeleri önemli hükümler içermektedir. Lozan Barış Anlaşması’nın 12. maddesi, İmroz ve Bozcaadalarıyla Tavşan adaları hariç Doğu Ege adalarının Yunan hâkimiyetine devrini tayin ederken, 15. maddesi Menteşe adalar bölgesindeki 13 ada ile bunlara işlevsel olarak bağlı olan adacıkların İtalya’ya bırakılmasına karar verilmiştir. 16. maddede ise artık Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye olarak antlaşmada tanınmıştır.

Türkiye antlaşmada adı geçen bu adalardan başka, öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından geleceği konusunda söz hakkına sahip olacağı hususunu saklı tutmak şartıyla vazgeçtiğini kabul etmiştir.

Adalar Denizi ve adalarla ilgili sürecin burada son bulduğunu düşünenler ise yanılacaktı.

Zira II. Dünya Savaşı ile birlikte Türkiye'nin savaşa girmeme politikasına rağmen bölge, özellikle de Adalar Denizi ve burada bulunan adalar fazlasıyla gündeme geldi. 1939 yılında başlayan ve 1945 yılında sona eren II. Dünya savaşı sırasında ilk olarak Almanlar tarafıdan bu adalar ve Girit işgal edildi. Almanya, Sovyetler Birliği'ne saldırmadan önce Türkiye’nin tarafsızlığını sağlayarak sağ kanadını güvence altına almak için Türk- Alman Saldırmazlık Paktı’nı imzaladı.

Almanya bu dönemde Türk- Sovyet yakınlaşmasını önlemek amacıyla 1940 yılında adaları yeniden Türkiye’ye vermeyi teklif etti. Fakat o dönemde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olan ve Lozan Anlaşması'nda da etkin isim olan İsmet İnönü, 'Türkiye'nin başkalarının topraklarında gözü olmadığı ve yeterli kaynaklarının olmadığı' gerekçesiyle bu teklifi geri çevirdi ve kararını İngiltere'ye bildirdi.

Ayrıca bu dönemde İsmet İnönü, yine bu doğrultuda Stalin’in Oniki Ada ve Bulgaristan’ın bir kısmıyla, kuzey Suriye’nin bir kısmının Türkiye’ye verilmesine ilişkin teklifini "samimi bulmuyoruz ve taraf olmak istemiyoruz" diyerek reddetti.

Türkiye bütün bu gelişmelerin ardından Sovyetler Birliği'nin 1944 yılının başlarında Romanya ve Bulgaristan’a, aynı yılın son çeyreğinde ise İngiltere’nin Yunanistan’a asker çıkarması gibi gelişmeler karşısında bir açıklama yayınladı ve savaş sonunda Yunanistan’la yakın işbirliği için Oniki Ada üzerinde hiçbir talep ve iddiası olmadığını Yunanistan’a bildirdi.

1945’te Almanya’nın teslim olması üzerine Adalar Denizi’nde Oniki Ada’da bulunan Alman kuvvetleri adalardan çekildi. Alman kuvvetlerinin çekilmesinin ardından ise adaların tamamına İngiliz kuvvetleri yerleşti ve adaların kontrolü resmen olmasa da fiili olarak İngiltere'nin kontrolüne geçti. Yunanistan ise bu gelişmenin ardından başta Rodos olmak üzere Oniki Ada’nın hemen kendisine verilmesini talep etti.

Yunanistan'ın bu talebinin ardından 1945’te Londra’da toplanan Barış Konseyi’nde Oniki Ada meselesi görüşüldü. İngiltere adaların İngiltere’nin elinde olduğunu, Yunanistan’ın talebinin olumlu görüldüğünü belirtti ve adaları Yunanistan'a devretmek istediklerini açıkladı. Bu karara ABD ve Fransa da destek verdi.

Bu gelişmeler ışığında 1946'da bu defa Paris'te yapılan Barış Konseyi görüşmelerinde Oniki Ada, Paris Barış Antlaşması tasarısının 12. maddesinde yer aldı ve Oniki Ada askerden ve silahlardan arındırılması şartıyla Yunanistan’a devredildi.

Tarihi sürecin değerlendirilmesi

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, detaylıca tarihi akışını verdiğimiz üzere; 1913 Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan anlaşmalar ile Adalar Denizi Adaları'nın büyük bir kısmı Yunanistan’a bırakılırken, Anadolu kıyılarına yakın olanların tamamının silahsız tutulması gerektiğine dair hükümler getirildi.

Gerek Londra gerekse Paris anlaşmaları ile yetkilendirilen 6 devlet olan; Almanya, Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya bu anlaşmalar doğrultusunda Yunanistan’a bırakılacak adaların “tahkim edilemeyeceğine” ve “askeri amaçlı kullanılmayacağına” dair hükümler getirdi.

Paris anlaşmasında “On İki Ada” başlığı altında, Meis Adası dahil 14 ada ismen belirtilerek İtalya’dan Yunanistan’a devredilen bu adalara ilişkin olarak “askerden arındırılacak ve öyle kalacaktır” şartını getirildi.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan barış antlaşmalarından birisi olan Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesinde de 6 devlet tarafından alınan bu karar aynen onaylandı.

Lozan Barış Anlaşması'nın 13. maddesinde;

"Adalarda hiçbir deniz üssü kurulmayacak, hiçbir istihkam yapılmayacak, bu adalarda Yunan askeri kuvvetleri bulunmayacak ve jandarma ve polis kuvvetleri de orantılı bir sayıda kalacaktır”

hükmü yer aldı.

Yunanistan'ın argümanları

1950’lerde bazı adaları silahlandırmaya başlayan Yunanistan, bu eylemlerini 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar gizli tutmaya çalıştı. Fakat harekatın ardından silahlandırmayı meşru kılmak için bazı hukuki argümanlar ortaya koymaya başladı.

Yunanistan özellikle şu dört argüman üzerinden silahlandırma faaliyetlerini meşru kılmaya çalışmaktadır.

Bu argümanlardan ilki, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Çanakkale Boğazı önünde bulunan Limni ve Semadirek adalarının silahsızlandırılmasına dair hükümlerin kalktığı iddiasıdır.

İkinci olarak Yunanistan; Kıbrıs Barış Harekatı ve Ege 4. Ordusu'nun kurulması nedeniyle, Adalar Denizi’nde Türkiye'nin karasularının genişletmesinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması gerektiği iddiasını ortaya koymaktadır.

Üçüncü olarak ise; 1995 yılında TBMM'de kabul edilen "Yunanistan'ın kararsularını 12 mile çıkarması bir savaş sebebidir" kararı nedeniyle Türkiye’nin “saldırgan bir devlet olduğunu gösteren mevcut şartlar çerçevesinde” adaların silahsızlandırılmasına dair hükümlerin ortadan kalktığı iddiasıdır.

Son olarak ise Yunanistan, 1947 Paris Barış Antlaşması’nın "res inter alios acta" oluşturan yani yalnızca tarafları arasında hak ve yükümlülük doğuran bir antlaşma olduğunu, bu antlaşmaya taraf olmayan bir devlet olarak Türkiye’nin bu antlaşmaya dayanarak Yunanistan'ın adaları silahlandırmasına dair itiraz etme hakkının bulunmadığını iddia etmektedir.

Yunanistan'ın aynı bölgede bir diğer iddiası ise yine adalarla ilgili gelişen hava sahası iddiasıdır. Yunan adalarının kara suları 6 mil olduğu halde hava sahasının 10 mil olmasına tepki gösteren Türkiye’nin itirazlarına karşı Yunanistan, bu paradoksal uygulamaya 1931 yılında geçildiğini iddia ediyor.

1931 Eylül ayında Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle gerek kara sularını gerekse hava sahasını 10 mile uzatan Yunanistan’ın, Adalar denizindeki gemi geçişlerinin kolaylığını sağlamak amacıyla kara sularını 6 milde kalmasına karar verdiğini; ancak hava sahasının 10 mil olduğunu, gerek komşu ülke Türkiye’ye; gerekse dönemin Uluslararası Sivil Havacılık Heyeti (CINA)’ne bildirdiği ve 1949’da adı Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (CIAO) olarak değiştirilen kuruma da aynen tescil ettirildiğini savunuyor.

1955 te yayınlanan Uluslararası Denizcilik-Havacılık haritalarında da Yunan hava sahasının 10 mil olarak gösterildiğini; hatta dönemin Türk denizcilik –havacılık haritalarında da görülebileceğini öne sürüyor.

Yunanistan bu tezini güçlendirmek için, Türkiye’nin 1931’den 1974 Kıbrıs harekatına kadar Yunan hava sahasını 10 mil olarak kabul ettiğini ancak 1975’ten itibaren 6 mil’i esas alarak arada kalan 4 mile gerçekleştirdiği askeri uçuşlarını Yunan hava sahasının ihlali olarak kabul ediyor.

Hava sahası iddiasının da diğer iddialar gibi gerçekliği yansıtmadığını belirtmek gerekiyor.

Zira Yunanistan, üyesi olduğu NATO'nun resmi kayıtlarına göre hava sahasını 10 değil; 6 mil olduğunu kabul etmiş bulunuyor. Nitekim NATO ile olan tatbikatlarda da bu kural üzerinden hareket ediyor. ABD ve NATO da bu resmi veriler ışığında Adalar Denizi'nde düzenlenen tatbikatlarında Yunan adalarının hava sahasını 6 mil olarak kabul ediyor.

Yani Yunanistan'ın bu tezi de uluslararası anlaşmalar ve uluslararası hukuk açısında haksız bir tez olarak ortada duruyor.

Adalar Denizi'nde gri bölgeler

Gri bölgeler konusu ise Türkiye ve Yunanistan'ın Adalar Denizi'ndeki anlaşmazlıklarına son yıllarda eklenen bir başlık olarak dikkat çekiyor.

1996 yılında Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren Kardak (İmia) kayalıkları ileilk defa patlak veren kriz, iki ülkenin dikkatini Adalar Denizi'ndeki “aidiyeti belirsiz” olarak nitelenen ada, adacık ve kayalıklara çevirmesine neden oldu.

Yunanistan, 1923 Lozan anlaşmasının 12. maddesine atıfta bulunarak, “Türkiye'nin yalnızca 3 millik deniz sınırı içinde kalan ada, adacık ve kayalıklara sahip olduğu” tezini savunuyor.

Yunanistan'ın bu tezini de yine anlaşmalar ve uluslararası hukuk yalanlıyor. Zira; 1923 Lozan anlaşmasının 15.ve 1947 Yunanistan-İtalya anlaşmasının 14.maddesine göre Yunanistan sadece ismen devredilen adalara sahip.

Fakat “gri bölgeler” ve “aidiyetleri belli olmayan” olarak tanımlanan yaklaşık 130 ada, adacık ve kayalıkların aidiyetlerinin belirlendiği bir anlaşma yok.

Türkiye’nin argümanları

Türkiye, adaların silahlandırmaya başlaması üzerine ilk olarak 1964 yılında Yunanistan’a bir nota göndererek, Rodos ve İstanköy’de saptanan silahlanma faaliyetlerinin uluslararası antlaşmalara aykırı olduğunu ve bu eylemlere son verilmesi gerektiğini bildirdi.

Bu nota karşısında Yunanistan, sözkonusu faaliyetleri inkar ederek antlaşmalara uyduğunu ve söz konusu adalarda askerileştirme faaliyetleri yapmadığını ifade etti.

Türkiye bu konudaki ikinci adımını ise 1969 yılında atmıştır. Türkiye, Limni Adası’nın silahlandırdığına ilişkin bilgiler ortaya koymuş ve Yunanistan’a nota vermiştir. Yunanistan ise yine iddiaları reddetmiş ve uluslararası antlaşmalara saygılı olduğunu çalışmaların sadece sivil havacılık faaliyetleri olduğunu iddia etmiştir.

Türkiye her iki notasında da uluslararası anlaşmalardaki temel hukuki argümanları ortaya koymuş ve hem Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesine hem de Paris Barış Antlaşması’nın 14. maddesine atıfta bulunarak uluslararası hukuk içerisinde hareket etmiştir.

Türkiye’nin yakın dönemde yaptığı resmi açıklamaları ve yaklaşımları, Yunanistan’ın silahlandırma eylemlerinin, Lozan Antlaşması’nın adalara dair hükümlerinin “esaslı ihlalini” (material breach) oluşturduğu yönündedir. Bu durumda Türkiye, Lozan Barış Antlaşması’nın adalar üzerindeki egemenliğe dair hükümlerinin sona erdiğini iddia etme hakkına sahip olduğunu beyan etmektedir.

Sonuç

Türkiye ve Yunanistan’ın argümanları öncelikle uluslararası hukuk bağlamında değerlendirilmelidir.

Öncelikle Yunanistan'ın argümanlarında yer alan "Türkiye’nin faaliyetleri adaların güvenliğini tehdit ediyor" yaklaşımı uluslararası hukuk bağlamında Yunanistan’ın adaları silahlandırma hakkını elde ettiğini göstermez.

Bu durum uluslararası hukukta yer alan "meşru müdafaa hakkı" tanımı ile uyuşmamaktadır. Zira uluslararası hukukta meşru müdafaa hakkı, "bir saldırıya bağlı olarak tanımlanmış bir hak" olarak açıklanmıştır. Bu bağlamda Yunanistan'ın, Türkiye'nin kendi kıta sahanlığı içerisinde gerçekleştirdiği rutin faaliyetleri 'meşru müdafa hakkı" maddesinin devreye girmesi ve adaların silahlandırması hakkı olarak kullanması imkansızdır.

Diğer yandan Türkiye’nin 1947 Paris Barış Antlaşması’na taraf olmaması, Yunanistan’ın iddia ettiği gibi Yunanistan'ın bu silahsızlanma hükümlerini ihlal edebileceği anlamına gelmemektedir. Zira öncelikle bu şartlar tek bir anlaşmada değil birden fazla anlaşmada geçmekte ayrıca uluslararası hukuk, tarafların arasında bir anlaşma olmaması durumunda emsal kararları baz almaktadır. Bu iki durum da açıkca Türkiye'nin lehinedir.

Hava sahası iddiasının da diğer iddialar gibi gerçekliği yansıtmadığını belirtmek gerekiyor.

Zira Yunanistan, üyesi olduğu NATO'nun resmi kayıtlarına göre hava sahasını 10 değil; 6 mil olduğunu kabul etmiş bulunuyor. Nitekim NATO ile olan tatbikatlarda da bu kural üzerinden hareket ediyor. ABD ve NATO da bu resmi veriler ışığında Adalar Denizi'nde düzenlenen tatbikatlarında Yunan adalarının hava sahasını 6 mil olarak kabul ediyor.

Yani Yunanistan'ın bu tezi de uluslararası anlaşmalar ve uluslararası hukuk açısında haksız bir tez olarak ortada duruyor.

Son olarak bu adaların; Türkiye'ye olan yakınlığı nedeniyle, gerek iki ülkenin olası bir çatışmasında gerekse topyekün bir savaşta Türkiye’nin güvenliğine tehdit oluşturabilecekleri ortadadır. Lozan Barış Antlaşması’nın, adaların silahsızlandırılmasına dair 13. maddesi, silahsızlandırmayı açıkça “barışın korunması” ile ilişkilendirmiştir. Yunanistan'ın faaliyetleri ise kesinlikle bu kuralı ihlal etmektedir.

Bütün bu tespitler göstermektedir ki, silahlandırmaya dair kuralların Yunanistan tarafından ihlali Türkiye’ye, Lozan Barış Antlaşması’nın, adalar üzerinde egemenliği düzenleyen maddelerini sona erdirme hakkı verebilir. Bu durum Türkiye’ye, adalar üzerindeki egemenlik meselesinin Yunanistan ile tekrar müzakere edilmesini talep etme hakkı verecektir.