Australian Strategic Policy Institute: Batı demokrasileri kınadıkları Ortadoğu demokrasilerine dönüşüyor!
Büyük güçler daima, ekonomik ve askeri yöntemlerle başka ülkelerin rejim değişikliklerinde rol oynadı. Çıkarları için demokrasiyi sık sık feda eden güçler, şimdi kınadıkları Ortadoğu demokrasilerine doğru evriliyor.
Avustralya merkezli, düşünce kuruluşlarından Australian Strategic Policy Institute'de, dünyada son dönemde artan darbe süreçlerinin ve zedelenen demokrasi kavramının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
“Büyük güçlerin” tarih boyunca başka ülkelerdeki rejim değişikliğini desteklemek için “gizli yöntemlere” başvurdukları belirtilen analizde, bu anlamda ABD'ni de jeopolitik çıkarları uğruna demokrasiyi sık sık feda ettiği tespiti yapıldı.
Analizde ayrıca; son dönemde yaşanan darbe süreçleri ve batılı güçlerin rolüne dair örnekler de verilerek, gelinen noktada Batı demokrasilerinin yıllarca kınadıkları Ortadoğu demokrasilerine dönüşmeye başladığı belirtildi.
İşte Australian Strategic Policy Institute'de yayınlanan analiz:
Büyük güçler arasındaki rekabet gereği bu ülkeler; genellikle başka ülkelerdeki rejim değişikliğini desteklemek ve yönlendirmek için “gizli yöntemlere” başvurmuşlardır.
Ancak artı bu yöntemler, demokrasiyi küresel olarak ilerletmek şöyle dursun, otoriterliği yükseltiyor vedemokrasinin kırılganlıklarını daha da arttırıyor.
Elbette, yerel ordular dış destekli ya da desteksiz olarak rejim değişikliğinin önde gelen itici güçleri olmaya devam ediyor.
Örneğin Pakistan'da ordu, Başbakan İmran Han'ın devrilmesini sağladı ve hükümet üzerindeki geleneksel hakimiyetini yeniden tesis etti. Bangladeş'te ordu kısa süre önce öğrencilerin önderliğinde gerçekleşen şiddetli bir ayaklanmadan faydalanarak Başbakan Şeyh Hasina'yı ülkeden kaçmaya zorladı.
Rejim değişikliklerinde orduların yanı sıra dış güçlerin de sıklıkla kilit bir rol oynadığı ise inkar edilemeyecek bir gerçektir.
Bu tür stratejik kurnazlıklar nadiren siyasi parmak izi bıraktığından, müdahil güçler makul bir şekilde müdahil olduklarını inkar edebilir ve bağımsız analistler gerçeği kurgudan ayırt etmekte zorlanırlar.
Bu duruma en bariz iki örneği şu şekilde verebiliriz.
Örneğin Çin, dünyanın en büyük ticaret ekonomisi ve gelişmekte olan ülkeler için resmi kreditördür. Çin'in kredi anlaşmalarının ayrıntıları şeffaf olmaktan uzak olsa da, finansmanına borçlular üzerindeki baskısını artıran, hatta muhtemelen onları egemenliklerini yok eden borç tuzaklarına sürükleyen birçok koşul eklediğine şüphe yok.
Amerika Birleşik Devletleri ise uluslararası finansal mimariye hakim konumda. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi geleneksel kreditörler üzerinde önemli bir güce sahiptir ve dünyanın ana rezerv para birimini ihraç etmektedir. Bu kaldıraçlarla, acı verici ekonomik yaptırımlar uygulamak da dahil olmak üzere ülkeleri ödüllendirmek veya cezalandırmak için önemli bir güce sahiptir.
ABD uzun zamandır seçimlere müdahale etmek ya da bazı eski Sovyet ülkelerindeki 'renkli devrimler' gibi ayaklanmalara yardım etmek de dahil olmak üzere yabancı rejimleri devirmeye ya da desteklemeye yardım etmekle suçlanıyor ve bazen de bunu kabul ediyor.
Hatta bazıları ABD'nin Pakistan'da Han'ın ve Bangladeş'te Hasina'nın devrilmesinde rol oynadığından şüphesi yok. Ancak ABD'li yetkililer bu iddiaları reddediyor.
Asıl soru, ABD gibi bir demokrasinin rejim değişikliğine katkıda bulunarak ne elde etmeyi umduğudur.
Bu sorunun cevabı, halk ayaklanmalarının ardından nadiren gelen kalıcı demokratik atılımlar olamaz. Bunun yerine, ülkelerin siyasi istikrarsızlık, sosyal düzensizlik ve ekonomik bozulma ile karşı karşıya kalması muhtemeldir.
Şu anda fabrikaları, hastaneleri, otelleri ve evleri yakıp yıkan çetelerle kaos ve şiddetle karşı karşıya olan Bangladeş'te durum kesinlikle buna en büyük örnektir.
Daha net bir açıklama ise bu güçlerin; kendisine 'dost' olacak rejimleri destekleyip 'dost olmayan' rejimleri kovarak kendi jeopolitik ve ekonomik çıkarlarını ilerletmeye çalıştıklarıdır.
Bu destekleri alan liderler ise, yeni hükümetin uluslararası meşruiyetini güçlendirmeyi ve çoğu durumda Batı'nın mali yardımına erişimi sürdürmeyi umuyor.
Yakın döneme örnek olarak; Myanmar'da askeri cuntanın 2021'de iktidara gelmesinin ardından ABD Başkanı Joe Biden'ın yönetimi ülkeye sıkı yaptırımlar uyguladı ve daha sonra cunta karşıtı güçlere yardım sağlamaya başladı.
Diğer yandan ABD liderleri hangi askeri yönetimleri 'darbe' olarak nitelendireceklerine karar verirken büyük özen gösteriyorlar.
ABD; son 15 yılda meydana gelen iki düzineden fazla askeri darbe ya da dolaylı askeri kalkışmanın yaklaşık yarısını kınamaktan kaçındı. Çünkü rejim değişikliğinin bölgesel çıkarlarına uygun olduğunu düşünüyordu.
Bu anlamda ABD, jeopolitik çıkarları uğruna demokrasiyi sık sık feda etmiştir.
Zira bu ülkelere göre; seçimler tek başına halkın güçlenmesini ya da anayasal kurallara bağlılığı garanti etmez.
Her ne kadar uluslararası toplum sivil liderliğindeki hükümetlere daha olumlu baksa da, Tayland'da ordunun 2014'te iktidarı ele geçirdikten sonra yaptığı gibi, darbeciler üniformalarını çıkarıp kendilerini 'sivil' liderler olarak tanımladıkları örnekler de bulunuyor.
Zira Tayland ordu komutanı dokuz yıl boyunca ülkenin 'sivil' başbakanı olarak görevde kaldı.
Demokrasi kavramı tüm dünyada yavaş yavaş kan kaybediyor ve geri çekiliyor.
Pek çok halk siyasi haklarının ve sivil özgürlüklerinin erozyona uğramasıyla karşı karşıya.
Dünyanın önde gelen demokrasileri olarak gösterilen Batı demokrasileri bile halkın hükümetlere olan güveninin azalmasından ve siyasetin sert bir şekilde kutuplaşmasından muzdarip.
Hatta Batılı güçler ve yöneticileri de, artık yıllarca kınadıkları Ortadoğu demokrasilerindeki yaklaşımı sergiliyor ve oraya doğru evriliyor.