Australian Strategic Policy Institute: Netanyahu topyekün savaş hedefine ulaşacak mı?
Netanyahu 7 Ekim'den bu yana istediği topyekün savaş hedefine ulaşmaya çok yakın! Peki Netanyahu'nun Lübnan saldırıları ile asıl hedefi ne?
Avustralya merkezli düşünce kuruluşlarından Australian Strategic Policy Institute'de, İsrail'in Gazze'deki soykırımının ardından Lübnan'a yaptığı saldırıların ve topyekün savaşa giden sürecin olası sonuçlarının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve aşırı sağcı olarak adlandırılan kabinesinin, 7 Ekim'den neredeyse bir yıl sonra istediği topyekûn bir bölgesel savaş hedefini yaklaştığı tespiti yapılan analizde, İsrail'in bu defa güney Lübnan'da Litani Nehri'nin kuzeyine kadar uzanan bir bölgede sözde tampon bölge oluşturma hedefi ile hareket ettiği belirtildi.
Analizde ayrıca; Netanyahu'nun me olursa olsun, hem Hamas hem de Hizbullah ile yaptığı savaşlardaki “direniş gruplarını yok etme” hedeflerine ulaşamayacağı ve sahada bir zafer elde etse de bunun bir Pirus zaferi olacağı tespiti yapıldı.
İşte Australian Strategic Policy Institute'de yayınlanan analiz:
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 7 Ekim'den neredeyse bir yıl sonra istediği topyekûn bir bölgesel savaş hedefini elde ediyor gibi görünüyor.
Gelinen noktada; İsrail'in kuzey cephesindeki tehlikeli tırmanış ancak tüm kartların masaya sürüldüğü tam teşekküllü bir savaş olarak tanımlanabilir.
Zira; gerçek şu ki zaten saldırılar bu yönde devam ediyor ve İsrail Hizbullah'ı güneyden Bekaa'ya, Lübnan sahillerinden Beyrut'un güney banliyölerine kadar Lübnan'ın her yerinde vuruyor.
Buna karşılık ağır yaralı bir Hizbullah itibarını ve karşılık verme kabiliyetini kurtarmaya çalışıyor ve İsrail'in kuzeyine ve Tel Aviv'in banliyölerine füzeler fırlatıyor.
Bu kanlı raundun ortaya çıkmasında birden fazla faktör rol oynuyor.
İsrail, İran yanlısı milislere bir dizi “bel altı” darbe indirdikten hemen sonra Güney Lübnan'ı sert bir şekilde vurdu. Anlaşıldığı kadarıyla Hizbullah üst düzey askeri liderliğinde ciddi kayıplar vermiş, komuta ve kontrol iletişim sisteminin bütünlüğüne olan güvenini yitirmiş ve güney Lübnan'daki yeraltı füze üslerine ciddi darbeler almıştır.
İsrail'in tepkisi hayret vericiydi. İsrail, askeri istihbarat açısından üstün olduğunu ve Hizbullah'ın birincil ve en korkulan ilk salvo yanıtlarının çoğunu etkisiz hale getirebildiğini kanıtladı.
İsrail'in Hizbullah'a karşı yürüttüğü askeri operasyonun en önemli hedefi, Gazze direnişine verdiği desteğin kesilmesini kabul etmeye zorlamak.
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah son televizyon konuşmasında bu bağı ne pahasına olursa olsun sürdürme sözü verdi.
İsrail operasyonu görünürde Nasrallah'ı bu talebinden vazgeçmeye, ateşkesi kabul etmeye ve binlerce İsraillinin İsrail'in kuzeyindeki evlerine dönmesine izin vermeye ikna etmeyi amaçlıyor.
Sarsılmış bir Nasrallah bu teklifi düşünürken, İsrail güney Lübnan'da Litani Nehri'nin kuzeyine kadar uzanan bir tampon bölge oluşturmaya kararlı.
Güney Lübnan'ı Gazze benzeri bir halı bombardımanına tabi tutarak on binlerce Lübnanlının kaçmasına neden oluyor. İsrail'in güney Lübnan'ı bir hafta ya da daha uzun süre bombalaması bu bölgeyi kurak ve boş bir alan haline getirecektir.
Netanyahu 7 Ekim Hamas saldırılarını İsrail'in bekası için varoluşsal bir savaşa dönüştürmeyi başardı. İsrail'e karşı birden fazla savaş cephesini, İsrail'in hayatta kalması için bir savaşta kullanmayı başardı.
Ancak Netanyahu ve aşırı sağcı koalisyon ortaklarının ulaşmak istedikleri başka bir hedef daha var. O da direnişin nafile olduğunu kanıtlamak.
Gazze'ye yönelik 11 ayı aşkın süredir devam eden savaş Filistin bölgesini yerle bir etti. Sivil altyapının yüzde 70'inden fazlası yok edildi. Çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 41.000'den fazla Filistinli öldürüldü. Gazze'deki 1,9 milyondan fazla Filistinli 40 mil karelik bir alana sıkışmış durumda. Artık mesele Hamas değil, neredeyse tüm Gazze sakinlerinin kaderi.
Netanyahu hiçbir zaman İsrailli esirlerin kaderiyle ilgilenmedi. O Hamas'ı yok etmek, Gazze'nin büyük bölümünü işgal etmek ve Filistinlileri Mısır sınırlarına sürerken aşırılık yanlısı ortaklarının Batı Şeria'daki Filistinlileri terörize etmesine izin vermek istiyordu.
Netanyahu, hukuki sıkıntıları bir yana, her zaman bir Filistin devleti kurma girişimlerini boşa çıkarma misyonuna sahip olduğuna inanmıştır. Daha sonraki yıllarda, aşırılık yanlısı koalisyon ortaklarının yardımıyla böyle bir planı hayata geçirebileceğini düşündü.
Bugünkü gerçeklik, İsrail'in aşırı sağcı planının Batı Şeria'nın çoğunu ilhak ederek Filistinlileri sınırlı özyönetime sahip gettolarda bırakmak olduğunun altını çiziyor.
Netanyahu'nun Gazze'ye ve şimdi de Lübnan'a açtığı savaş, İsrail'in bugün en zorlu bölgesel güç olduğunu göstermeyi amaçlıyor.
Hizbullah zayıflamış olsa da hala hesaba katılması gereken bir güç. Ancak Hizbullah İran olmadan hayatta kalamaz. Ve görünen o ki İran şu anda Hizbullah'ı kurtarmaya gelmeyecek.
Bunun yerine İsrail'i oyalamak ve meşgul etmek için Irak ve Yemen'deki vekillerini kullanıyor. Lübnanlı milislere yönelik yoğun bir İsrail saldırısı, Hizbullah'ı ateşkesi kabul etmeye zorlayabilir.
Bir de İran var. Müttefiklerinden vazgeçmek anlamına gelse bile siyasi bir anlaşma peşinde koşmaya hazır, anlaşılması zor ve değişken bir müttefik. İran'ın bölgesel öncelikleri var ve bu da müttefiklerini kendi başlarının çaresine bakmak zorunda bırakmak anlamına gelebilir.
ABD'ye gelince, Biden'ın Beyaz Saray'ı durumu izlemekle yetiniyor gibi görünüyor. Çatışmayı kontrol altına almak istediğini ancak dışarıda kalmaya karar verdiğini söylüyor. Fakat İsrail'in çok zor durumda kalmasına izin vermeyeceği de aşikar.
İsrail'in önünde iki yol var
İsrail'in önünde artık iki yol var. Biri bitmeyen savaşları tercih etmek diğeri ise iki devletli çözüme doğru giden kalıcı bir barış tesis etmek.
Netanyahu ve ortakları rakiplerini tamamen ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Ancak bu asla gerçekleşmeyecek.
İsrail ile barış yapanlar bile şimdi Filistin destanının adil bir şekilde sona erdirilmesini istiyor. Filistinlilerin özgürleşmesi engellenirse İsrail asla barış yapamaz.
İsrail Hizbullah'ı kendi şartlarını kabul etmeye zorlayabilir. Ancak bu, İsrail'in yeni ve daha acımasız bir raundun pusuda beklediği korkusunu asla sona erdirmeyecek.
Bu savaş sona erdiğinde, İsrail hala zor sorularla karşı karşıya kalacak. Ne Ürdün ne de Mısır milyonlarca Filistinli mülteciyi kabul etmeyecek.
Bu mültecileri kabul etmeye zorlamak, onlar için bu bir savaş ilanıyla eşdeğer olacak.
Bu son şiddet dalgası İsrail'in kısmi zaferiyle sonuçlanabilir ancak bu, Netanyahu için sadece bir Pirus zaferi olacaktır.
Hamas gibi Hizbullah da öyle ya da böyle hayatta kalacak, İsrail'e yönelik tehdit asla ortadan kalkmayacak ve İsrail bu katı gerçekle eninde sonunda yüzleşecektir.