Birinci Dünya Savaşı'nda İngiliz ve Avustralyalı esirler Anadolu'da nasıl "misafir" edilmişti?
Çanakkale Harbi sırasında Türk ordusuna esir düşen İngiliz, Fransız ve ANZAK askerlerine yapılan muamele, aradan 100 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala uluslararası savaş hukukunda örnek gösteriliyor.
Türk askeri vatanını, namusunu ve geleceğini korumak için Gelibolu Yarımadası‘nda önüne çıkan düşmanına karşı bile beslediği duygu, düşünce ve davranışlarıyla hala dünyanın en önemli askerleri arasında bulunuyor.
Bu duygu ve düşünceler, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen sadece Türk değil, Avustralya kaynaklarında da yer alıyor. Türk insanının yüz yıllardır bilinen ve en önemli özellikleri arasında yer alan misafirperverlik Çanakkale Savaşları‘nda doruğa çıktı. Özellikle Çanakkale Kara Savaşları sırasında Türk askerleri tarafından esir alınan binlerce İngiliz, Fransız, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı asker, memleketlerinden binlerce kilometre uzakta, en kanlı savaş ortamında dahi Türk insanının misafirperverliğini tanıdı.
Uzun yıllar, Avustralya‘da savaş kaynakları üzerinde çalışma yapan tarihçi ve yeminli mütercim Doğan Şahin, savaşların üzerinden geçen onca yıla rağmen, siper hatıratlarının tarihi kaynakça açısından önem taşıdığını vurguladı.
"Savaşmıyorsan misafirsin"
Tarihçi Doğan Şahin, Çanakkale Savaşları‘nın sürdüğü dönemde esir askerlerin düzenli olarak Afyonkarahisar‘daki esir kamplarına getirildiğini belirterek, "1914 yılından itibaren Anadolu‘da esirler tutulmaya başlanmış, ancak 1916 yılına kadar her rütbeden asker geçiş yolundaki Afyonkarahisar‘a getirilirken, 1916‘dan itibaren burada çoğunlukla subaylar tutulup, er ve erbaşlar ülkenin çeşitli noktalarında çalışmaya götürülmüşlerdir" dedi.
Savaş sırasında her türlü davranışın bazı kesimlerce "mübah" kabul edildiği, her iki taraftan da esirlere kötü davranıldığına dair anıların ve raporların mevcut olduğunu dile getiren Şahin, ancak resmi raporlara girilmediği sürece bunların birer iddia olmaktan öteye gidemeyeceğini bildirdi.
Şahin, Türk halkının esirlere birer asker değil, misafir muamelesi yaptığını, "savaşmıyorsan misafirsin" anlayışıyla esir askerlere yaklaştığına işaret ederek, "Kötü davranan çok az bir kısım asker ise tespit edilip, gerekli cezaları almışlardır" diye konuştu.
Bazı esirlerin anıları
Yakalandıktan sonra İstanbul‘a getirilen AE-2 denizaltısı mürettebatından Charles Suckling el yazısıyla günlüğüne şu bilgileri yazmış:
"Gemiden indikten sonra tek sıra halinde yürüyerek askeri barakalar olduğunu düşündüğüm bir yere getirildik. Yolda yürürken sanki İstanbul halkının hepsi bizleri görmek için yol kenarına dizilmişti. Halktan herhangi bir düşmanlık gösterisi olmadı. Askeri barakalara geldiğimizde Türk bahriyeli elbisesi ve paltolar, terlik ve fesler dağıtıldı. Daha sonra üzerimizden alınan kıyafetler götürüldü ve içtima edilip fotoğraflarımız çekildi. Bir tercüman aracılığıyla bize hitap eden Türk komutan kendimizi birer esir değil, Türk devletinin onurlu misafirleri olarak kabul etmemizi söyledi. Ne istersek kendisine söyleyecektik ve o da elinden geleni yapacaktı. Türk komutanlar bizi sükunetle ve kibarca dinliyorlardı." Bir başka savaş esiri Teğmen John Pitt Cary‘nin ise esaretle ilgili anıları şöyle: "Diğer subaylarla aynı evi paylaştım. Afyonkarahisar‘da kaldığım süre kara kalem çizimler ve yağlı boya tablolar yaptım. Bahçede bulduğum bir kaplumbağayı evcil hayvan gibi besledim ve bahis oyunları düzenleyip, onu yarıştırmaktan büyük keyif aldım."
Astsubay Harry Abbot ise önce Afyonkarahisar‘a daha sonra ise Belemedik tren yolu inşasına yollanmış. Burada mutemetlik görevi üstlenen Abbot, Londra‘dan kendilerine yollanan paraları askerlere dağıtmakla yükümlü oldu.
Abbot 1918 yılında salıverildi ve Mısır üzerinden Londra‘ya geri döndü. Bir başka esir S.T Bell, yazdığı kısa raporda denizaltının batışından sonra kendilerini vuran Sultanhisar torpido gemisine alındıklarını, buradan önce Çanak bölgesine götürülüp, yine aynı gemiyle İstanbul getirildiklerinden bahseder.
Kendilerine kuru elbiseler ve tütün verildiğini anlatan Bell, anılarında, "Bizlere iyi davranıldı, ancak denizaltımızın hareketleri ve daha başka denizaltının olup olmadığını sorgularken birkaçımıza sert davranıldı" diye yazmış.
Denizaltı'ndan Toros tünellerine
Esirlerin bir kısmının geçmişten gelen mesleki becerilerinin kullanıldığını, Toros tünellerinin çok sayıda esir tarafından kazıldığını anlatan Şahin, Avustralya‘ya ait AE-2 denizaltısından esir alınan makine dairesi astsubaylarından Peter Fawns‘ın bu katkıyı yapanlar arasında yer aldığını aktardı.
Şahin, Fawns‘ın önce Afyonkarahisar‘a getirildiğini, mesleğinin öğrenilmesinin ardından Çankırı bölgesine sevk edilip, burada ekimi yapılan buğday toplanmasında kullanılan zirai makineleri tamir ettiğini belirtti.
Daha sonra, Belemedik tünellerinde çalışmaya yollanan Fawns‘ın ateşçi mühendislik geçmişinden dolayı Alman inşaat şirketinin önemli elemanlarından birisi olduğunu söyleyen Şahin, yaptığı iş için kendisine maaş da bağlandığını dile getirdi.
Şahin, Fawns‘ın 1918 yılının aralık ayı sonunda Londra‘ya geri döndüğünü ve 1949 yılında 75 yaşında hayatını kaybettiğini açıkladı.