Çin Dışişleri Bakanı’nın olası ABD ziyareti
💢 Çin, Batı'yla ilişkileri sürdürme konusunda Rusya'ya kıyasla çok daha hassas davranıyor.
💢 ABD ve Çin, “Yeni Soğuk Savaş”ın alan paylaşımına mı hazırlanıyor?
25 Temmuz’da yaklaşık bir ay boyunca haber alınamayan Qin Gang’ın yerine Wang Yi’nin yeniden Çin Dışişleri Bakanı olarak atanması, Pekin yönetiminin dış politikada nasıl bir stratejiye yöneleceği sorusunu tartışmaya açsa da Qin’in kısa süren bakanlık döneminden önce de söz konusu görevi Wang’ın yapmış olması, Pekin’in uluslararası siyasetteki yol haritasına dair ipuçları barındırıyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Wang, zaten Çin Komünist Partisi’nde (ÇKP) Dış İlişkiler Komitesi Başkanı. Dolayısıyla şayet Dışişleri Bakanlığı görevindeki isim, Qin olsa da parti devleti olan Çin’de ÇKP’deki bu rolü itibarıyla Wang’ın dış politikadaki belirleyici aktör olma vasfı sürüyordu.
Bununla birlikte Qin’in Washington Büyükelçiliği görevinden bakanlığa geçişi, Çin-ABD ilişkilerinde diyalog arayışı olarak yorumlanmıştı. Dolayısıyla Wang’ın yeniden bakan olması, taraflar arasındaki münasebetlerdeki diyalog arayışının devam edip etmeyeceği sorusunu tartışmaya açtı. Ancak yukarıda değinildiği üzere, Wang’ın zaten ÇKP’nin ilgili komitesine başkanlık etmesi, Qin’den sonra da mevcut stratejide radikal bir değişiklik yaşanmayacağı şeklinde yorumlanabilir. Fakat Wang’ın bakan olarak görev yaptığı dönemede iki ülke arasında ciddi gerilimlerin yaşandığı da aşikar.
Bu noktada tarafları karşı karşıya getiren temel hadiselere değinilmesinde yarar var. Esasen iki ülkenin yaşadığı ihtilafların temelinde “gerilemekte olan hegemon güç” konumundaki ABD ile “potansiyel hegemon” şeklinde nitelendirilen Çin arasındaki küresel rekaber bulunuyor. Tek kutuplu dünya düzenini ve bu bağlamda uluslararası sistemdeki ayrıcalıklı konumunu korumak isteyen ABD’ye karşı, çok kutupluluğa evrilen sistemik yapıda sesi yüksek çıkan aktör olan Çin.
Nitekim dünyanın en büyük iki ekonomisini içeren bu rekabette Çin’in 2032 itibarıyla ABD’yi iktisadi verilerde geçeceği öngörülüyor. Aslında önceki ABD Başkanı Donald Trump döneminde başlayan “Ticaret Savaşları” da bu realitenin ürünü. Zira ikili ticari ilişkilerde açık veren taraf ABD.
Bu kapsamda Beyaz Saray, “yükselen Çin” realitesiyle yalnızca ekonomik yaptırımlar üzerinden mücadele yürütmemekte; aynı zamanda jeopolitik olarak da Soğuk Savaş esnasında Sovyetler Birliği’ne karşı uyguladığı ve olumlu netice elde ettiği çevreleme stratejisini hayata geçirmekte. “Özgür ve Açık Hint-Pasifik” söylemi üzerinden yürütülen bu strateji, ANZUS, QUAD ve AUKUS gibi “Asya-Pasifik NATO’ları” olarak da nitelendirilen paktlarla destekleniyor.
Dahası Washington yönetimi, küresel iddiaları bulunan Pekin’e her fırsatta yumuşak noktaları olduğunu hatırlatan eylemlerde bulunarak Çin’in sınırlarını ve sınırlılıklarını test ediyor. Bu anlamda Tayvan, Hong Kong, Doğu Türkistan ve Tibet meseleleri, ABD’nin Çin’e zayıf noktalarını hatırlattığı sorunlar olarak sık sık gündeme geliyor.
Çin ise BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü gibi platformlar üzerinden müttefiklerini çoğaltmaya çalışırken; Kuşak-Yol Projesi’yle de uluslararası ticaretteki etkisini arttırıyor. Üstelik bu süreç, Çin’in yalnızca ekonıomik etkisini değil; siyasi nüfuzunu da geliştiriyor.
Son dönemde Çin’in çeşitli kriz alanlarında yürüttüğü arabuluculuk diplomasisi de Pekin yönetiminin imajını güçlendiriyor. Körfez ülkeleri ile İran arasındaki ihtilafta Çin’in arabuluculuğunda yaşana normalleşme bunun göstergesi. Aynı zaman bu süreç, Pekin yönetiminin Ortadoğu gibi ABD’nin çekildiği bölgelerdeki güç boşluğunu kendi lehine çevirdiğine de işaret ediyor. Bu sürece Afganistan’ı da dahil etmek mümkün.
ABD-Çin hattındaki bu rekabet durumuna rağmen tarafların rasyonelitenin dışına çıkmamaya özen gösterdikleri de açık. Örneğin yakın geçmişte ABD’nin Çin’in karizmasını çizdiği en önemli hadise olan dönemin ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti esnasında Pekin, son derece yüksek çıkışlarına rağmen Pelosi’nin uçağını vuramamıştır. Bu, mevzubahis süreçte yapılan açıklamaların tonunun sertliğinden ötürü Pekin’in prestij kaybettiği ve söylem-eylem uyumsuzluğun sürüklendiği bir hadise olsa da tarafların sıcak çatışma istemediğini gözler önüne sermesi bakımından oldukça mühimdi.
Gelişmeler, her iki tarafın da rekabet edilmesi gerken her alanda rekabet ederken; işbirliği fırsatlarını da göz ardı etmek istemediğinin göstergesi. Kuşkusuz tüm bu hadiseler esnasında Wang ya Dışişleri Bakanı olarak ya da ÇKP Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olarak kilit görevlerdeydi.
Dolayısıyla Çin siyasetinde “kurt diplomat” olarak adlandırılan Wang’ın ABD’yle rekabet noktasında da işbirliği boyutunda da Pekin’in geleneksel çizgisini koruyacağı öne sürülebilir. Yani Qing’in kısa süren bakanlık dönemindeki diyalog çabalarını konjonktürel bir gelişme olarak yorumlamak son derece hatalı bir yaklaşım.
Bahse konu olan durumun en somut göstergesi de Wang’ın bakan olmasının ardından ABD’den gelen diyalog mesajları. Nitekim 2 Ağustos’ta ABD Dışişleri Bakanlığı, Çin Dışişleri Bakanı’nın resmi ziyarette bulunmak ve bu vesileyle ikili ilişkileri değerlendimek üzere Washington’a davet edildiğini ve Wang’ın bu davete olumlu yaklaşacağının öngörüldüğünü açıkladı.
Wang da davete olumlu bir şekilde karşılık verdi. Dolayısıyla Çin ile ABD’nin küresel liderlik mücadelesini sürdürürken; kaybet-kaybet şeklinde tanımlanabilecek bir süreçten sakınacağı ve diyalog imkanlarını korumaya özen göstereceği iddia edilebilir. Ancak bundan çok daha önemli bir soru var: ABD ve Çin, “Soğuk Savaş 2.0” olarak da nitelendirilebilecek “Yeni Soğuk Savaş”ın alan paylaşımına mı hazırlanıyor?
Elbette bu soruya net yanıt vermek kolay değil. Ancak Çin’in Rusya’nın aksine Batı’yla ilişkileri sürdürme noktasında daha hassas olduğu açık. Moskova yönetiminin Ukrayna’daki savaşta Çin’den beklediği desteği alamadığı da ortada. Bu da iddialı bir youm olsa da Pekin-Washington hattında başka süreçlerin yürütülebileceğine iaşret ediyor. Zaten Kasım 2022’de Endonezya’nın Bali Adası’nda gerçekleşen Şi Cinping-Joe Biden görüşmesinden beri verilen mesajlar da bu yönde.
Belki de ABD, tek süper güç olamayacağını kabullenerek alan paylaşımına dayalı kontrollü bir iki kutupluluğa ikna olacak. Wang’ın Washington’a davet edilmesi de bu sürecin bir parçası olabilir.