Çok kutuplu dünyanın yükselen yıldızı: Türk Devletleri Teşkilatı

Uluslararası konjonktür, Türk Devletleri Teşkilatı’nın çok kutuplu dünyada bir kutup olarak konumlanabileceğini gösteriyor. Fakat bunun için teşkilatın atması gereken bazı adımların bulunduğu da açık. 

1. resim

Soğuk Savaş’ın sona erdiği dönemde ön plana çıkan söylemlerin başında 21. yüzyılın “Türk yüzyılı” olacağı gelmekteydi. Bu söyleme, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” sloganı da eşlik etmekteydi.

Her ne kadar Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında bağımsızlığını kazanan ülkelerin egemenliklerini pekiştirmeleri vakit almışsa da son yıllarda bu aktörlerin güç merkezleri arasındaki dengeleri gözeten çok yönlü ve çok boyutlu diplomasi anlayışlarının meyvelerini topladıkları görülmekte. Bu da gerek Azerbaycan’ın gerekse de Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerinin Türk dünyası entegrasyon süreçlerine olan ilgisini artırmakta.

Söz konusu ilginin yansıması ise Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) küresel siyasette artan etkinliği. TDT, her geçen bir güç merkezine dönüşüyor. Üstelik teşkilat, krizlerin ön plana çıktığı dünya konjonktüründe rekabeti değil; işbirliğini savunmasıyla farklı bir gelecek projeksiyonu da ortaya koyuyor. Bu nedenle de TDT’nin Kazakistan’ın başkenti Astana’da 3 Kasım’da toplanan liderler zirvesi oldukça mühim.

Zirvenin sonuç bildirgesine bakıldığında, Türk halklarının ortak tarih, dil, kültür, gelenek ve değerler temelinde TDT çerçevesinde çok taraflı işbirliğini ilerletmeye yönelik kararlılıklarını teyit ettikleri görülüyor. Bu da Türk dünyası entegrasyon süreçlerindeki güçlü iradenin göstergesi.

Bu anlamda zirvede alından doğal afetlerle mücadeledeki dayanışmanın güçlendirilmesi için Sivil Koruma Mekanizması'nın kurulması oldukça önemli. Bu kararın alınmasında Türkiye’de gerçekleşen 6 Şubat depreminin etkili olduğıu öne sürülebilir. Deprem tüm acılarına rağmen kardeş devletler arasınadaki dayanışmayı artırmış durumda.

Ayrıca zirvede yen kurulan Tük Yatırım Fonu’nun geliştirilmesinin ele alınması, Türk dünyası ülkelerinin ekonomik entegrasyonu hızlandıracağının habercisi. Ancak çok daha önemli olan husus, ulaştırma ve enerji ağlarının geliştirilmesine yapılan vurgu. Burada TDT üyesi ülkelerin Türk dünyasının müşterek projesi olan Orta Koridor’u güçlendirme konusundaki çabalarını sürdürecekleri anlaşılmakta.

Aslında TDT’yi rekabetin arttığı bir çağı barış ve işbirliği çağrısı yapan sağduyulu bir aktör olarak ön plana çıkaran da Orta Koridor. Dolayısıyla 21. yüzyıl, eğer krizler ve savaşlar çağı değil de barış ve işbirliği çağı olacaksa “Tük Çağı” olacak. Zaten TDT’nin Astana’dan verdiği mesaj da tam olarak bu.

Özellikle de Rusya – Ukrayna Savaşı’nın ardından Kuzey Koridoru’nun tıkandığı ve küresel düzeyde enerji krizinin yaşandığı güncel koşullarda transit koridorlar bakımından Orta Koridor’un ehemmiyeti arttı. Zaten Orta Koridor, Kuzey Koridor işlerken bile Asya ile Avrupa’yı yani Doğu ile Batı’yı birleştiren en kısa, en düşük maliyetli ve en güvenli rota. Buna Rusya – Ukrayna Savaşı sonrası Hazar merkezli enerji kaynaklarına olan ihtiyacın artması da eklendiğinde Hazar Denizi – Orta Asya – Kafkasya – Türkiye – Avrupa bağlantısının çok daha mühim hale geldiği söylenebilir. Dolayısıyla Avrupa, jeopolitik anlamda Türk ekseni olarak tanımlanabilecek Orta Koridor’un başarıyla işletilmesine muhtaç.

Söz konusu güzergah, aynı zamanda Çin-Avrupa bağlantısını da sağlayabilir. TDT’yi rekabet yerine işbirliği boyutuyla öne çıkaran nokta da bu. TDT ülkeleri vesilesiyle Çin - Avrupa ilişkileri, kaybet - kaybet temelli bir rekabetten kazan - kazan mantığıyla ilşeyen bir karşılıklı bağımlılık ilişkisine dönüşebilir.

Dünya sisteminin Amerikan hegemonyasındaki çöküşe paralel olarak tek kutuplu düzenden çok kutupluluğa evrildiği realitesi göz önünde bulundurulduğunda, TDT ülkelerinin çok kutuplu dünyada bir kutup olarak konumlanmaya hazırlanırken, diğer kutuplardan ikisi arasındaki bağlantıyı sağlayacak olması da oldukça kritik. Zira Avrupa ve Çin de çok kutuplu dünyada birer kutup olarak konumlanmaya hazırlanıyor.

Bu noktada TDT’nin ekisiklerine de dikkat çekmek gerek. Çünkü TDT, şayet bir güç merkezi olarak konumlanacaksa, bazı konuları aşması gerekecek. Bunların başında TDT’nin bir uluslararası örgüt statüsü elde etmesi geliyor. TDT, hala bir platform. Oysa Avrupa Birliği (AB) benzeri bir uluslararası örgüte dönüşebilir. TDT’yi güç merkezi haline getirecek olan da bu.

İkinci olarak TDT, Türkmenistan’ı da içerecek biçimde genişlemeli. Bu konu, geçtiğimiz yıl gündeme gelmiş ve Aşkabat yönetimi üyeliğe hazırlandığını açıklamıştı. Fakat daha sonra somut bir ilerleme kat edilemedi. Oysa Türkmenistan, TDT’ye güç katacak bir ülke. Her ne kadar Türkmen yetkililer Asşkabat’ın gözlemci statüsünde kalmasını “Daimi Tarafsızlık Statüsü” ile açıklasalar da bu gerçeği yansıtmıyor. Türkmenistan’ın tarafsızlığı askeri ittifakların dışında kalmasını gerektiriyor. Oysa TDT, askeri bir organizasyon değil.

Üçüncü ve çok daha önemli olan konu ise TDT ülkelerinin dış politika bağlamında ortak stratejiler geliştirebilmeleri. Burada sürece tüm Türk dünyası açısından gereklilik olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bağımsızlığının tanınması adımıyla başlanabilir. Ayrıca KKTC’nin tam üye olarak TDT’ye kabul edilmesi de elzem.

Neticede TDT, bilhassa Orta Koridor özelinde küresel barışa hizmet edecek mühim bir aktör. Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının ve egemenliklerinin pekişmesine paralel olarak TDT’nin küresel siyasetteki etkisi de artıyor. Süreç, TDT’nin çok kutuplu dünyada bir kutup olarak konumlanabileceğini gösteriyor. Fakat bunun için teşkilatın atması gereken bazı adımların bulunduğu da açık.

Tartışma