Fransa’nın Asya-Pasifik politikasında fabrika ayarlarına dönüş

💢 Fransa, ABD’yle ilişkilerde AUKUS’un kırgınlığını unuttu mu?

💢 Macron’un Çin’e yönelttiği eleştiriler, eski sömürgecinin yeni emperyalizm rahatsızlığını gösteriyor.

1. resim

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 27 Temmuz’da Çin’in Asya-Pasifik’teki faaliyetlerini eleştirirken “yeni emperyalizm” kavramına başvurması, son derece dikkat çekici bir hadise. Oysa Macron, Cumhurbaşkanı olduğundan beri uyguladığı dış politika anlayışıyla ülkesini eski sömürgeci geçmişine döndürmeye çalışan bir lider. Bu yüzden de sık sık kendisini Napolyon Bonapart’la özdeşleştiren analizler yayınlanıyor.

Esasen Fransa’nın sömürgeci günlerine dönme özlemi, Paris’in bir güç merkezi ya da diğer bir ifadeyle çok kutuplu dünyanın bir kutbu olma çabalarına da yansımış durumda. Zaten Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti.” şeklindeki sözleri de bunun dışavurumu. Benzer bir şekilde Fransız liderin Avrupa’nın stratejik özerkliğini güçlendirme gayretini de bu perspektiften okumak mümkün.

Fransa’nın sömürge geçmişine dönüş ya da kendi hafızasındaki yeriyle "görkemli günlerine tekrar kavuşma" çabasında ihaneti gördüğü ilk yer ise Asya-Pasifik. Hatırlanacağı üzere Avustralya, Fransa’yla imzaladığı anlaşmayı iptal ederek ABD ve İngiltere’yle anlaşmayı seçmiş; böylelikle AUKUS Paktı’nı kurmuş ve nükleer denizaltılar temin etme hamlesi yapmıştı. Dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian ise Paris yönetiminin AUKUS’a olan tepkisini “Sırtımızdan bıçaklandık.” sözleriyle ortaya koymuştu.

Tahmin edileceği, gibi Fransa’nın AUKUS Paktı’yla oluşturulan Anglo-Sakson ittifakın ihanetini görmesi, Paris’te büyük rahatsızlık yaratmıştı. Zira Fransa’nın 11 milyon kilometrekarelik münhasır ekonomik bölgesinin 9 milyon kilometrekaresini teşkil eden yedi denizaşırı bölgesi, Asya-Pasifik coğrafyasında yer alıyor. Bunlar; La Reunion, Fransız Güney, Antarktik, Yeni Kaledonya, Wallis&Futuna ve Fransız Polinezyası. Söz konusu bölgelerde yaklaşık olarak 16 milyon Fransız vatandaşı yaşıyor.

Bahse konu olan durumdan ötürü Paris, Asya-Pasifik’te Batılı bir ittifak kurulacaksa, mutlaka Fransa’nın da bunun içerisinde yer alması gerektiğine inanıyor. Zaten bu yüzden de Fransız yetkililer, AUKUS Paktı’nın oluşturulmasını bir ihanet olarak görmüştür. Bir diğer ifadeyle Fransa, arkasından iş çevrildiğini düşünmüştür. Bu da Anglo-Saksonlar ile Kıta Avrupası arasındaki ayrışmanın Asya-Pasifik’e de sirayet etmesini beraberinde getirmiştir.

Trans-Atlantik ilişkilerdeki çatlağın bilhassa önceki ABD Başkanı Donald Trump döneminde derinleştiğini söylemek mümkün. Zira çatlak, yalnızca Asya-Pasifik’ten ibaret değil. Buna rağmen Joe Biden yönetimine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in altın tepside bir fırsat sunduğu aşikar. Çünkü Ukrayna’nın işgali, trans-Atlantik ilişkilerdeki hasarı bir nebze de olsa onarmış ve Batı, en azından savaşın başında kolektif bir tavır geliştirerek Moskova yönetimini hedef alan yaptırımlar noktasında müşterek tavır geliştirmeyi başarmıştır.

Bununla birlikte Rusya-Ukrayna Savaşı’nın uzaması, Avrupa ile ABD-İngiltere ikilisi arasındaki beklenti farklılıklarını da gün yüzüne çıkarmış mahiyette. Bu nedenle de Çin Dışişleri Bakanlığı’nın 24 Şubat 2023 tarihinde yayınladığı bildiri vesilesiyle Pekin’in Moskova ile Kiev arasında arabuluculuk yapmaya hazırlandığının mesajını vermesi, en çok Avrupalı aktörleri hoşnut etmiştir.

Nitekim Macron, 5-7 Nisan 2023 tarihlerinde AB Konseyi Başkanı Ursula von der Leyen’le birlikte Pekin’i ziyaret etmiştir. Üstelik bu ziyaret, ABD’nin Rusya’ya karşı oluşturduğu birlikteliğin bir benzerini Çin’e karşı teşkil etmesinin kolay olmadığını gösteren gelişmelere tanıklık etmişti.

Böylesi bir atmosferde Fransız liderin Çin’i “yeni emperyalizm” vurgusuyla eleştirmesi ise Washington-Paris hattında belirli konularda da olsa uzlaşı sağlandığına işaret ediyor. Bu yüzden de ilerleyen dönemde Fransa’nın Asya-Pasifik’teki etkisinin artacağı öne sürülebilir.

Bu noktada Macron’un mevzubahis çıkışı nasıl yaptığı ve alt metinde neler söylediği incelenmeli. Fransız lider, Vanuatu ziyareti esnasında Çin’in Pasifik’teki ülkeler üzerinde artan ekonomik nüfuzuna dikkat çekerek dış müdahalelerin çeşitlendiğini dile getirmiş “yeni bir emperyalizmin” doğduğunu vurgulamış ve bu durumun bölge ülkelerinin egemenliklerine ve bağımsızlıklarına yönelik tehdit oluşturduğunu öne sürmüştür. Aslında bu söylem, Fransa’nın değil; ABD’nin söylemi.

Bilindiği gibi Washington yönetimi, Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği’ne karşı uyguladığı ve başarılı netice elde ettiği çevreleme-kuşatma politikasının bir benzerini Asya-Pasifik’te Çin’e karşı hayata geçirmeye çalışıyor.

ABD’nin Çin’i çevreleme stratejisinin temel sac ayağını ise bölgesel ittifaklar oluşturuyor. Washington yönetimi bir yandan Japonya ve Güney Kore gibi devletlerle olan askeri münasebetlerini genişletirken; diğer taraftan da AUKUS, QUAD ve ANZUS gibi ittifakları etkin bir biçimde kullanmanın yollarını arıyor. Yani Beyaz Saray, bölge devletlerine destek verirken; bölgesel işbirliği paktlarıyla; bir başka deyişle “Bölgesel NATO’cuklar” yoluyla, Çin karşıtı bir strateji yürütmeye çalışıyor. Buna ek olarak Pasifik ülkelerinin NATO’yla ilişkilerinin gelişmesini de teşvik ediyor. ABD, bu konuda Avrupa'dan da destek bekliyor.

Dolayısıyla Macron’un bölge devletlerinin egemenliklerinin ve bağımsızlıklarının tehdit altında olduğuna ilişkin çıkışı, bir noktada Fransa’nın AUKUS’un kırgınlığını bir kenara atarak ABD’yle işbirliğine yöneldiğinin göstergesi. Bu anlamda Macron’un bahse konu olan sözleri, eski sömürgecinin yeni emperyalizm rahatsızlığı olarak nitelendirilebilir.

Sonuç olarak Fransa, AUKUS nedeniyle Asya-Pasifik’te ihanete uğradığını düşünse de Macron’un Vanuatu’da yaptığı “yeni emperyalizm” açıklaması, Paris’in fabrika ayarlarına döndüğünü ve ABD’yle işbirliği içerisinde AUKUS öncesi bölge stratejisine yöneldiği anlamına geliyor. Bu durumun özelde Pekin-Paris hattındaki münasebetleri ve genel anlamda ise Çin-Avrupa ilişkilerini olumsuz etkilemesi kaçınılmaz.

Tartışma