German Institute for International Affairs: Türkiye'nin dış politikada stratejik özerkliği
“Hem sahada hem masada kazanma” yaklaşımı, Türk dış politikasında baskın bir strateji haline geldi. Türkiye; askeri varlık ve diplomatik angajman kombinasyonuyla belirleyici aktör olma içgüdüsü ile hareket ediyor.
Almanya merkezli önemli düşünce kuruluşlarından German Institute for International Affairs'de, Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Karadeniz'de izlediği stratejinin ve son dönemde attığı dış politika adımlarının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Türkiye'nin askeri gücünü yansıtarak, stratejik ortaklıklar kurarak ve mevcut düzenlemelere meydan okuyarak belirleyici bir aktör haline geldiği belirtilen analizde, “çıkarlarını hem sahada hem de masada savunmak” yaklaşımının da Türk dış politikasında baskın bir strateji haline geldiği tespiti yapıldı.
Analizde ayrıca; Türkiye'nin Mavi Vatan doktrinindeki kararlılığına da değinilerek, güvenlik ve ekonomik çıkarlarına dokunulması halinde masadan ziyade sahada iddialı eylemlere başvurabileceğine dikkat çekildi.
İşte German Institute for International Affairs'de yayınlanan analiz dosyası:
Türkiye'nin Karadeniz'e yaklaşımı, doğru diplomatik çabalar ve çıkarların karşılıklı olarak tanınmasıyla, karmaşık jeopolitik ortamlarda bile bölgesel işbirliğinin mümkün olduğunu göstermektedir.
Türkiye Karadeniz'de tüm kıyıdaş devletlerle işleyen bir modus operandi kurmayı başarmıştır.
Ankara'nın stratejisi; bölgesel sahiplenme, çok taraflı işbirliği ve tek bir gücün hakimiyetini önlemek için dengeleyici bir rol oynama olarak özetlenebilir.
Türkiye Rusya'ya karşı Batı liderliğindeki yaptırım rejimine katılmamış olsa da, Ankara'nın Montrö Sözleşmesi'ni uygulaması, Rusya ve Ukrayna arasındaki ilk arabuluculuk çabaları, Karadeniz Tahıl Anlaşması ve Romanya ve Bulgaristan ile üçlü Karadeniz Mayın Karşı Tedbirleri Görev Gücü gibi Karadeniz bölgesinde attığı adımlar Batı tarafından memnuniyetle karşılandı.
Ancak Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin Batılı müttefiklerinin ortağı ya da rakibi olması ile ilgili denge oldukça farklı.
Ankara'nın 2020'deki sondaj faaliyetlerinin ardından, Avrupa Birliği'nin Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikasından sorumlu Yüksek Temsilcisi Josep Borrell;
“Üç eski İmparatorluk: Rusya, Çin ve Türkiye, Avrupa için küresel rakipler olarak yeniden karşımıza çıkıyor”
değerlendirilmesinde bulundu.
Doğu Akdeniz bağlamında da Türkiye'nin politikası bu açıklamanın ortaya koyduğu şekilde sıklıkla yayılmacı ve revizyonist olarak tanımlanabilir.
Ankara'nın Doğu Akdeniz'deki hamleleri, “çıkarlarını hem sahada hem de masada savunmak” yaklaşımının Türk dış politikasında baskın olduğunu gösteriyor.
Bu yaklaşımın arkasındaki mantık, masaya oturmak için sahada güçlü olmak gerektiğidir. Masada olma arzusu ise, Ankara'nın bölgesel etkin güç olma hedefinden kaynaklanıyor.
Zira; Ankara bunu Karadeniz'de başardı ve şimdi, Doğu Akdeniz'in bölgesel dinamiklerindeki payını yükseltmek için mücadele ediyor.
Çıkarların savunulması: “Hem sahada hem de masada”
Türkiye'nin son yıllardaki dış politikası, uzmanlar tarafından çeşitli merceklerden analiz edilen stratejik özerklik çabası ile karakterize edilmiştir.
İlk olarak Türkiye, Batı ile ilişkilerini bir dengeleme eylemi bağlamında uyguladı ve Ankara, özellikle güvenlik alanında Türkiye'nin Batı'ya olan bağımlılığını azaltma hedefi ile hareket etti.
İkinci olarak, Ankara'nın stratejik özerklik arayışı, ulusal çıkarları korumak ve anavatan kavramını deniz bölgelerine genişletmek için savunma odaklı bir deniz stratejisi olarak uygulanmaya başlandı.
Bazıları ise Ankara'nın stratejik özerkliğini, Türkiye'nin bölgesel bir güç olarak etkisini arttırmaya yönelik neo-Osmanlıcı bir dış politika temelinde yorumladı.
Bu bakış açılarının ortak noktası, Ankara'nın kendi çıkarlarını güvence altına almayı ve bölgesel gelişmeleri şekillendiren bir güç olma fikridir.
Türkiye bunu da askeri varlık ve diplomatik angajman kombinasyonuyla yapıyor.
Türkiye askeri gücünü yansıtarak, stratejik ortaklıklar kurarak ve mevcut düzenlemelere meydan okuyarak bölgesel meselelerde belirleyici bir aktör olma kapasitesini göstermeye çalışıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın;
“Artık hem sahada hem de masada esaslı yeri olan bir ülkeyiz”
ifadeleri, Türkiye'nin bölgesel siyasette ve uluslararası arenada merkezi bir oyuncu olma arzusunun altını çiziyor.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki eylemleri, deniz tatbikatları, sondaj faaliyetleri ve 2019'da Libya ile bir deniz sınırı anlaşması imzalaması da dahil olmak üzere çok sayıda hamlesi, “sahada kazanma” stratejisinin açık bir göstergesidir.
Ankara'nın amacı; deniz kaynakları üzerindeki hak iddialarını güvence altına almak ve Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklenen Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ın iddialarına karşı koymaktır.
Karadeniz'de “bölgesel sahiplik”
Türkiye'nin Karadeniz politikasının kilit unsurlarından biri bölgesel sahiplenme fikri olmuştur ve bu fikir farklı şekillerde uygulanmıştır.
İlk olarak, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ) gibi tüm kıyıdaş devletleri kapsayan çok taraflı kurumsallaşmış işbirliği çerçevelerinin yanı sıra Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu (BlackSeaFor) ve Karadeniz Uyum Forumu gibi deniz misyonları hayata geçirilmiştir.
İkinci olarak, “bölgesel sahiplik” kavramı ile hareket edilmesidir. Bu kavram, Türkiye'nin bölgede Rusya dahil hiçbir gücü karşısına almayan ancak kendisini “belirleyici aktör” olarak konumlayan yaklaşımıdır.
Ankara'nın komşu bölgelerdeki yaklaşımını anlamak için “bölgesel sahiplenmenin” arkasındaki temel varsayımlardan biri olan ve Ankara'nın bölgesel meseleleri şekillendirmeye hakkı olduğu hissinin temelini oluşturan 'bölgesel sorumluluk' kavramına bakmak faydalı olacaktır.
Bu aynı zamanda Türkiye'nin Güney Kafkasya'dan Afrika'ya kadar başka yerlerde desteklediği “bölgesel sorunlara bölgesel çözümler” yaklaşımına da yansımaktadır.
Geniş anlamda bölgesel sahiplenme fikri, Ankara'nın konumlanışını yönlendiren iki temel unsurdan oluşmaktadır.
Birincisi, bölge ülkeleri bölgesel meselelere dahil edilmelidir.
İkincisi ise, bölge ülkeleri bölge dışı oyunculardan daha fazla söz sahibi olmalıdır.
Doğu Akdeniz'de “bölgesel sahiplenme” anlayışının zorlukları
Doğu Akdeniz, özellikle önemli doğal gaz rezervlerinin keşfedilmesinin ardından jeopolitik gerilimlerin, hukuki anlaşmazlıkların ve ekonomik fırsatların odak noktası haline gelmiştir.
Bölgenin karmaşık dinamikleri tarihi miraslardan, stratejik çıkarlardan ve bölgesel ve uluslararası ilişkileri dengeleme gerekliliğinden etkileniyor.
Batılı kurumlardan Batı ülkelerine kadar çok sayıda taraf, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki eylemlerini giderek daha iddialı bulmaya başlıyor.
Mavi Vatan
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2016 darbe girişiminin ardından askeri ve milliyetçi unsurlarla yakınlaşması, çatışmacı ve milliyetçi bir dış politikayı pekiştirdi.
“Devletin bekası” koalisyonu olarak algılanan bu birliktelik, dış tehditlere karşı egemenliğini ve çıkarlarını savunabilecek güçlü bir devlete anlayışına vurgu yapıyor.
Bu koalisyon, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de geniş hak iddialarını savunan “Mavi Vatan doktrinini” de destekliyor.
Mavi Vatan doktrininin önemli savunucularından biri olan Tuğamiral Cihat Yaycı, Türkiye'nin deniz haklarını korumak için iddialı bir duruş sergilenmesi gerektiğini savunuyor ve Türkiye'nin bu bölgede doğal kaynaklara erişimini güvence altına almanın ve Yunan iddialarına karşı koymanın önemini vurguluyor.
Türkiye'nin Karadeniz ve Doğu Akdeniz'e yönelik yaklaşımı aslında sadece mevcut liderlik tarafından yönlendirilmiyor. Bu anlayış, kökleri uzun süredir devam eden stratejik değerlendirmelere dayanıyor.
Zira; Karadeniz'de Türkiye'nin NATO taahhütleri ile Rusya ile istikrarlı ilişkiler sürdürme arzusu arasında kurduğu denge, bölgesel stratejisinin belirleyici özelliklerinden biri olmuştur.
Dolayısıyla Mavi Vatan doktrini ve “sahada ve masada güçlü olma” yaklaşımı, Türkiye'nin son dönemde egemenliğini korumaya, bölgesel nüfuzunu arttırmaya ve ekonomik çıkarlarını gözetmeye öncelik veren dış politikasının temelleri olarak ortaya çıkıyor.
Gelecekteki Türk hükümetlerinin, değişen jeopolitik ortama bağlı olarak potansiyel ayarlamalar olsa da, bu bölgelerde benzer bir tutumu sürdürmesi muhtemel olarak görülüyor.
Sonuç
Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Karadeniz'deki eylemlerinin ABD, AB ve NATO ile ilişkileri üzerinde etkileri olacaktır.
Türkiye dengeli ve yapıcı bir yaklaşım izleyerek bölgesel nüfuzunu küresel konumunu güçlendirmek ve stratejik hedeflerini ilerletmek için kullanabilir.
Ancak güvenlik ve ekonomik çıkarlarına dokunulması halinde Türkiye, masadan ziyade sahada iddialı eylemlere başvurabilir.
Karadeniz ve Doğu Akdeniz'in önemi göz önüne alındığında, Ankara'nın Batılı müttefiklerinin ortak bir zemin bulmak için Türkiye ile yapıcı bir şekilde ilişki kurmaya çalışması elzemdir.
Bu, özellikle Doğu Akdeniz Gaz Forumu EASTMED gibi mevcut anlaşma ve çerçevelerin yeniden gözden geçirilmesini de içerebilir.