Spiked: ABD sömürgeci bir süper gece dönüştü
Ukrayna'da maden anlaşması, gümrük vergileri, askeri satışlar ve küresel tehditler. “Güvenilir müttefik” olan ABD, nasıl açgözlü ve sömürgeci bir ülkeye dönüştü?
Son Güncelleme: 08.09.2025 - 02:37
İngiltere merkezli yayın organlarından Spiked'da, Trump'ın ikinci dönemi ile birlikte, Amerika Birleşik Devletleri'nin uluslararası rolü ve küresel konumunda yaşanan köklü değişimin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Donald Trump'ın ikinci dönem başkanlığının başlamasından bu yana, ABD'nin tüm dünyada sadık ve güvenilir müttefik olma özelliğinin ortadan kalktığı tespiti yapılan analizde, bunun yerine ülkenin, tazminat için Ukrayna'da maden anlaşması adımı, taraf gözetmeyen gümrük vergileri, askeri satışlar ve küresel tehditler yoluyla sömürgeci bir süper güce dönüştüğü belirtildi.
Analizde ayrıca; Avrupa ve Küresel Güney'in ABD sonrası yeni bir düzene karşı hızla hazırlanmaları gerektiği belirtildi.
İşte Spiked'da yayınlanan analiz:
Sadece aylar içinde, Amerika Birleşik Devletleri'nin uluslararası rolü ve küresel konumu köklü bir dönüşüm geçirdi.
Donald Trump'ın ikinci dönem başkanlığının başlamasından bu yana, eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright'ın bir zamanlar “kurallara dayalı çok taraflı düzeni koruyan vazgeçilmez ülke” olarak tanımladığı ABD, hızla sömürücü bir süper güce dönüştü.
ABD dış politikası, küresel sistemin istikrarını ve bütünlüğünü korumak yerine, Trump yönetiminin elindeki siyasi, ekonomik, diplomatik ve askeri araçları kullanarak ve suistimal ederek, düşmanlarından ve müttefiklerinden kaynakları sömürmeye yönelik bir politika izliyor.
Nobel ödüllü ekonomistler Daron Acemoglu ve James Robinson, 2012 yılında yayınlanan Why Nations Fail (Neden Uluslar Başarısız Olur?) adlı kitaplarında, sömürücü kurumları “toplumun bir kesiminden gelir ve servet elde etmek ve bunu başka bir kesimin yararına kullanmak için tasarlanmış” kurumlar olarak tanımlamaktadır.
Buna göre, sömürücü bir süper güç, dünyanın geri kalanından kendi vatandaşlarına, Trump'ın Amerika'sında olduğu gibi, genellikle en ayrıcalıklı ve siyasi bağlantıları olan bir alt gruba, servet ve gelir aktarmaya çalışır.
Trump yönetimi, politikalarını meşrulaştırmak için, en başta ABD'nin on yıllardır diğer ülkeler tarafından sömürüldüğü ve şimdi bu algılanan adaletsizlikleri düzeltmesi gerektiği inancı olmak üzere, köklü kinleri silah olarak kullanmıştır.
Bu şikayetlerin çoğu elbette abartılı ya da uydurma. Bunlar öncelikle Trump'ın eylemlerini haklı çıkarmak için retorik araçlar olarak kullanılıyor. Gerçekte, onun gündemini yönlendiren ilke, en iyi şekilde 17. yüzyıl Fransız fabulist Jean de La Fontaine tarafından ifade ediliyor;
“En güçlü olanın argümanı her zaman en iyisidir.”
Endişe verici bir şekilde, çok az sayıda dünya lideri ABD dış politikasındaki değişimin tam boyutunu kavrıyor ya da bunu inkar ediyor. Çoğu Avrupalı lider de dahil olmak üzere pek çoğu, karşılıklı yarar sağlayan anlaşmaların hala mümkün olduğu yanılsamasına sarılıyor. Ancak Trump'ın son eylemleri, eski kuralların artık geçerli olmadığını açıkça ortaya koydu.
Trump’ın sıfır toplamlı gündemi
ABD dış politikasında büyük ve potansiyel olarak kalıcı bir değişimin uyarı işaretleri, görmezden gelinemeyecek kadar bariz.
ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) lağvedilmesi, Dünya Sağlık Örgütü ve 2015 Paris iklim anlaşmasından çekilme, Başkan Yardımcısı J.D. Vance'in Avrupa'ya her ayak bastığında uzun süredir müttefik olan ülkelere karşı açıkça gösterdiği küçümseme, Ukrayna'dan askeri yardım karşılığında geniş maden kaynaklarını teslim etmesi talebi ve kapsamlı, ayrım gözetmeyen gümrük vergilerinin uygulanması.
Tüm bu gelişmeler aynı sonuca işaret ediyor. Vazgeçilmez ülke, açgözlü bir ülke haline geldi.
USAID'in kapatılması, Trump yönetiminin önceliklerini belki de en açık şekilde ortaya koyan gelişmedir. Bu, ne rastlantısal ne de Elon Musk'ın yanlış adlandırılmış Hükümet Verimliliği Departmanı (DOGE) tarafından uygulanan kötü tasarlanmış bir algoritmanın sonucuydu. Bu, kasıtlı ve açıklayıcı bir siyasi karardı.
Sonuçta, bir süper güç, sadece iyi niyet kazanmak için diğer ülkelere yardım ederek kaynaklarını “israf” etmez. Kalkınma yardımı, yoksulluğun azaltılması ve insani yardımı “Amerika Önce” gündemiyle ilgisiz gören Trump yönetimi, Afrika'da HIV/AIDS önleme ve araştırma fonlarını kesti, Küresel Güney'de aşı dağıtımına verilen desteği azalttı ve yoksul ülkelerden gelen sığınmacı ve göçmenlere kapıyı fiilen kapattı.
Trump'ın iklim değişikliğini inkar ettiği uzun ve iyi belgelenmiş geçmişi göz önüne alındığında, ilk döneminde yaptığı gibi ABD'yi Paris anlaşmasından çekme kararı pek de şaşırtıcı değil.
Ancak, yerli fosil yakıtları agresif bir şekilde teşvik etmesi, elektrikli araç vergi kredilerinin geri çekilmesi ve ticaret ortaklarını daha yüksek gümrük vergilerinden kaçınmak için ABD enerjisini piyasa fiyatlarının üzerinde satın almaya zorlama çabaları, mevcut ABD politikalarının sömürücü doğasını vurgulamaktadır.
Bu adımlar, temiz enerji sübvansiyonlarının kaldırılması ve ABD'nin uluslararası iklim fonlarına katkılarının durdurulmasının olumsuz dışsallıklarını daha da artırmaktadır. Diğer ülkeler, özellikle de daha yoksul olanlar, bu maliyetlerin yükünü üstlenecektir.
Elbette Trump, Amerika'nın müttefiklerinin savunma harcamalarını artırmaları ve ABD'ye olan askeri bağımlılıklarını azaltmaları gerektiğini savunmakta haksız değil. Ancak, NATO Antlaşması'nın 5. maddesine bağlılığını teyit etmek için bir koşul olarak, ABD, müttefiklerinin gerçek güvenlik ihtiyaçlarını derinlemesine değerlendirmeden, GSYİH'nın %5'i oranında keyfi bir savunma harcaması hedefi dayatmıştır.
Avrupa ülkeleri askeri teçhizatlarının yaklaşık üçte ikisini ABD'den satın aldıkları için, yeni yükseltilen harcama hedefleri, artan talep nedeniyle genellikle şişirilmiş fiyatlarla Amerikan silahlarının satın alımında bir artışa neden olacaktır. Haziran ayındaki NATO zirvesinin ardından, Avrupa'dan ABD'ye büyük çaplı bir kaynak transferi şu anda devam etmektedir ve aynı durum Amerika'nın Asya'daki müttefikleri için de geçerlidir.
Trump'ın dış politika gündeminin ardındaki sömürgeci mantık, Ukrayna'da özellikle belirgindir.
Askeri yardım karşılığında tazminat talep eden Trump yönetimi, Ukrayna'yı, ülkenin geniş maden rezervlerinin gelecekteki satışlarından elde edilecek kârın büyük bir kısmını ABD'ye veren yağmacı bir anlaşma imzalamaya zorladı.
Daha yakın zamanda, Rusya'nın Ukrayna şehirlerine yönelik füze saldırılarının devam etmesine yanıt olarak, ABD, NATO'nun Avrupalı üyelerinin masrafları karşılaması koşuluyla, Ukrayna'ya füze savunma sistemleri ve silah tedarikini yeniden başlatmayı kabul etti.
Ticaret konusunda, Trump'ın ilk başkanlık kampanyasından bu yana izlediği strateji, Amerika'nın ekonomik ortaklarını boyun eğmeye zorlamaktır. Trump için ticaret müzakereleri, açık bir kazanan (ABD) ve açık bir kaybeden (diğer herkes) olan sıfır toplamlı bir oyundur.
Tüm bunlar göz önünde bulundurularak, Avrupa ve Küresel Güney'den benzer görüşlere sahip ülkeler ABD sonrası dünyaya hızla hazırlanmalıdır.
Kaynak:
SpikedGDH Digital Telegram kanalına abone olabilirsiniz.
İLGİLİ HABERLER
The National Security: Suriye, Ahmed al-Şaraa ile istikrara kavuşacak mı?
The Hill: Dünya Soğuk Savaş'tan bu yana en kritik dönemde
The Hill: Trump neden Putin'i “ödüllendirmek” istiyor?
Somali Başbakanı Barre: "Trump'a yanıt vermeye bile gerek yok"
Avrupalı liderlerden ABD'nin barış görüşmelerine sert eleştiri
Brussels Signal: Çok kutuplu düzende Avrupa'ya yer yok
DİĞER HABERLER
Brussels Signal: Çok kutuplu düzende Avrupa'ya yer yok
The Hill: Trump neden Putin'i “ödüllendirmek” istiyor?
Real Clear World: Trump'ın saldırgan yeni Batı Yarımküre doktrini
Gulf State Analytics: İsrail'in Suriye'deki asıl hedefi ne?
The New Arab: İsrail'in “zorla nakil” stratejisinin arka planı
Politico: Avrupa'nın zayıflık psikolojisi tırmanıyor
The National Interest: Japonya, 3. Dünya Savaşı'nın fitilini mi ateşledi?
Carnegie Endowment: Türkiye Ukrayna barış sürecinde kilit aktör olabilir.
The Telegraph: Avrupa varoluşsal krizini aşabilecek mi?
UnHerd: İsrail'in saldırganlığı üçüncü bir dünya düzenini mi başlatacak?


