Hammaddeden üretime yerlilik ve millilik dersi
İsrail çağrı cihazları ve telsizler aracılığıyla tüm dünyaya yerli ve millilik dersi verdi. Hasmın verdiği ders kadar değerlisi kolay kolay bulunmaz. Uluslararası toplum yarı iletkenler ve nadir toprak elementleri alanında bağımlılıktan kaçınmanın yollarını arıyor.
Tarihçiler bir gün İsrail’in Hizbullah’ı nasıl ortadan kaldırdığına dair kitap yazacak olursa, muhtemelen kitap savaş alanında kazanılan başarıdan ziyade, istihbarat-fabrika-lojistik üçgenindeki organizasyonun ustalıkla işletilmesini anlatacak.
İsrail, Hizbullah’a paravan şirketler aracılığıyla temin ettiği çağrı cihazları ve telsizler aracılığıyla tüm dünyaya hammaddeden başlayıp teknoloji geliştirme, üretim, tedarik zincirini kontrol ve lojistik alanlarında yerli ve millilik dersi verdi.
Malum olduğu üzere hasmın verdiği ders kadar değerlisi, maliyeti yüksek olsa da, kolay kolay bulunmaz.
Hizbullah'ın 17-27 Eylül tarihleri arasında 10 günde yaşadığı çöküş yalnızca tarafların askeri kabiliyetleri arasındaki orantısızlıkla izah edilemez. İsrail ordusu ve istihbarat yapısı, bu çöküşü iki ülke arasındaki fiziki sınırı karadan aşarak gerçekleştirmedi.
Teknoloji ve siber boyutta planladığı ticari bir girişimcilik örneğiyle en zor engeli aştı. Konvansiyonel silahlarının kapasitesine güvenen Hizbullah, teknoloji-hammadde- tedarik ve lojistik kabiliyetlerinin yetersizliğine mağlup oldu.
Topyekün harpte 1935'ten 2024'e
Alman Generali Erich Ludendorff 1935 yılında yayımladığı “Der Totale Krieg-Topyekün Harp” adlı eserinde, savaşın artık cephe hatlarından ibaret olmadığını, cephe gerisinin ve ülkelerin gerek endüstriyel üretim gerek gıda güvenliği kapasitelerinin de savaşın sonucu açısından belirleyici olduğuna işaret etmişti.
Bu yaklaşım, 2023-2024 yıllarında Rusya-Ukrayna Savaşı’nda enerji tesislerini hedef alan saldırılar ışığında yeni bir boyut atlamışken, İsrail’in Hizbullah’ın iletişim sistemini kaynağından ele geçirmesiyle de dönüm noktası teşkil etti. 17 Eylül’den itibaren olayların gelişimi, İsrail’in tedarik zincirine müdahale etmek bir yana, Hizbullah’a temin ettiği çağrı cihazları ve telsizleri bizzat ürettiğini, dahası bu cihazları yalnızca patlayıcı ile değil, takip sistemleri ile donattığını gösteriyor.
Ve muhtemeldir ki Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları kendi elleriyle temin ettikleri sinyal istihbaratıyla, Levander ve Habsora yapay zeka sistemlerini kullanan İsrail’e tüm karargahlarının, silah depolarının, lojistik hatlarının haritalarını da teslim etmiş oldu.
İsrail’in Microsoft, Google ve Amazon’dan temin ettiği bulut teknolojisi ile neredeyse sonsuz veri depolama imkanı elde ettiği de dikkate alınırsa, en az 5 ay boyunca kullanılan 5 binden fazla telsiz ve çağrı cihazın temin ettiği verilerin takibinin de sorun olmadığı söylenebilir.
Batı dünyası da "yerli ve milli" oluyor
Hizbullah’ın içerisine düştüğü teknolojik açmaza kafa yorarken “gdh defence” kanalında geçen hafta Sadık Can Gençer imzasıyla yayımlanan bir haber dikkatimi çekti. Habere göre İngiliz hükümeti, savaş uçakları da dahil olmak üzere askeri teknolojide kullanılan galyum arsenit yarı iletkenlerinin yerli üretimini güvence altına almak için, ABD şirketi Coherent’in, İngiltere’nin kuzeyinde işlettiği Newton Aycliffe’deki fabrikasını satın almış.
Bu münferit bir eylem değil. Uluslararası toplum günümüz teknolojisi için vazgeçilmez hale gelen yarı iletkenler ve nadir toprak elementleri alanında bağımlı hale gelmekten kaçınmanın yollarını arıyorlar. Özellikle ABD ve Batı Avrupa ülkeleri yarı iletkenlere erişim ve üretim süreçlerini Uzakdoğu ülkelerinden ayrıştırmanın peşindeler.
Bu ülkeler Covid19 salgını sırasında basit cerrahi maske üretimi kabiliyetleri dahi olmadığı gerçeği ile yüzleşmişlerdi. Birinci Soğuk Savaş’ın bitimiyle yersiz bir şekilde ilan edilen küreselleşmenin zaferiyle ülkeler arasında artacak karşılıklı bağımlılığın işbirliği ve barışı tahkim edeceği rüyası da son bulmuş oldu.
Mineral Güvenliği Ortaklığı'ndan haberiniz var mı?
Nitekim 24 Eylül’de Financial Times gazetesinde yayımlanan bir haber bu yeni mücadele alanının ulaştığı noktaya dair ilginç bilgiler içeriyordu.
“The Mineral Security Partnership – Mineral Güvenliği Ortaklığı” adlı uluslararası organizasyon Tanzanya’da Avustralya madencilik şirketi BHP tarafından işletilen bir nikel madeninin ayakta kalması için finansal destek sağlanmasını kararlaştırmış.
Avrupa Komisyonu da dahil olmak üzere 14 üyesi bulunan MSP’nin amacı Çin Halk Cumhuriyetinin yüzde 90’ını elinde tuttuğu nadir toprak elementleri pazarının güvenliğini sağlamak. Çin Halk Cumhuriyeti şirketleri, elektrikli araçlar için pil üretiminde kullanılan kobalt, nikel, lityum ve diğer minerallerin pazarının da yarıdan fazlasını ellerinde tutuyorlar.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın öncülüğünde hareket eden “Mineral Security Partnership”in üyelerinin kim olduğu da sözkonusu bakanlığın internet sayfasında şu şekilde sıralanmış: ABD, Almanya, Avustralya, Birleşik Krallık, Estonya, Finlandiya, Fransa, Güney Kore, Hindistan, İtalya, İsveç, Japonya, Kanada ve Avrupa Komisyonu. İsrail’e Gazze saldırısı için yeşil ışık yakan ve silah temin eden G-7 ülkelerinin tamamının MSP içerisinde yer alması tabii ki sürpriz sayılmamalı.
ABD Ticaret Bakanlığı: Çin malı otonom araçlar ulusal güvenlik tehdidi
MSP’nin Tanzanya planlarını içeren haberle beraber 24 Eylül günü Financial Times’ta jeopolitik mücadelenin teknoloji ve ticaret alanına yansımasına dair bir ilginç haber daha vardı. ABD Ticaret Bakanlığı, Çin malı yazılım ve donanım kullanan internete bağlanma kapasitesi olan Çin Halk Cumhuriyeti üretimi araçların yasaklanmasını talep etmiş.
Gerekçe ise bu araçların ABD vatandaşları ile ABD’nin alt yapısı hakkında bilgi toplama amaçlı kullanılabilecekleri. Dahası ABD Ticaret Bakanlığı’na göre Çin malı araçların uzaktan manipüle edilerek saldırı ve sabotaj amaçlı kullanılma ihtimalleri var ve ulusal güvenlik riski oluşturuyorlar. Geride bıraktığımız Eylül ayında çağrı cihazları ile başlayan ve otonom elektrikli araçlara uzanan bu tehditler zinciri sayesinde “yerlilik ve millilik” meselesini daha derinlemesine ele almak gerekiyor.