gdh'de ara...

İran’da Protestoları bağlamında rejim değişikliği tartışmaları

💢 Amini protestoları ile İran halkının müesses nizama öfkesi patlama noktasına geldi.

💢 İran'da yaşananlar ileride yaşanabilecek toplumsal kırılmaların provası niteliğinde.

1. resim

İran, 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’nden beri molla sınıfının diktası altında yönetilen bir ülkedir. Kuşkusuz bu durum, eril bir düzeni de beraberinde getirmiştir.  Söz konusu düzenin baskı altına aldığı temel grup ise kadınlar. 

Söz konusu durum, İran’da dönem dönem kadınların hicap eylemleri gibi hak ve özgürlük alanlarına ilişkin talepleri dile getirdiği protestolar düzenlemesine yol açmakta. Mevzubahis talepler ise rejim karşıtı bir duruşu ortaya koyması bakımından önem arz etmekte. Nitekim son olarak Mahsa Amini’nin kurallara uygun biçimde örtünmediği gerekçesiyle ahlâk polisi tarafından gözaltına alınması ve bunu takip eden süreçte polis nezaretindeyken beyin kanaması nedeniyle hayatını kaybetmesi, ülke çapında protestoların patlak vermesiyle neticelenmiştir.

Esasen İran’da güçlü bir protesto geleneğinin bulunduğunu da söylemek mümkün. Bu geleneği Tütün İsyanı’na kadar götürebiliriz. Nitekim İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulması da bir toplumsal hareketin neticesi. Bununla birlikte İslam Devrimi’nden itibaren güçlü gösterilerin düzenlendiği ülkede hemen hemen her protestoda rejimin devrileceğine dair senaryolar gündeme gelmekte. Öyleyse sorulması gereken soru şudur: Amini protestoları rejim değişikliğiyle sonuçlanır mı? 

Bu soruyu yanıtlamadan önce biraz geçmişe gitmekte yarar var. Yakın geçmişte İran’daki en güçlü toplumsal hareketin 2009 yılında ortaya çıktığı söylenebilir. O dönemde Mahmud Ahmedinejad’ın Cumhurbaşkanı seçilmesini, seçime hile karıştığı iddiaları üzerinden reddeden Yeşil Hareket, güçlü bir devrimci hareket olarak ön plana çıkmışsa da başarısız olmuştur. 2017 yılında da İran’da büyük protestolar gerçekleşmiş; fakat eylemciler açısından sürecin sonu hüsran olmuştur. 2018 senesinde ise Gunabadi Dervişleri’nin gösterilerine ve daha sonra da İranlı kadınların hicap eylemlerine tanıklık edilmiştir. Tüm bu gösteriler incelendiğinde ise İran rejiminin can simidinin keşfetmek mümkün. 

Tahran yönetimi, her dönemde büyüyen hadiseler karşısında gösterileri dış mihrakların provoke ettiği iddiasını dile getirmekte. Bu anlamda özellikle de ABD ve İsrail’den protestolara ilişkin yapılan destek açıklamaları, eylem kırıcı etki göstermekte. Kısacası hemen hemen her toplumsal olayda ABD ve İsrail, karşı oldukları İran rejiminin can simidine dönüşmekte. Peki, bu realiteyi ABD ve İsrail görmüyor olabilir mi? 

Yukarıdaki sorunun yanıtı elbette açık. Bizim gördüğümüzü onlar da görüyor. Fakat savaş çok maliyetli; Rusya’nın Ukrayna’da düştüğü durum ortada, işgalci ülke imajı da cabası. Üstelik İran tehdidinin varlığı, ABD için çok kullanışlı. Çünkü İran, Körfez’e silah satışını kolaylaştıran ve Ortadoğu’daki müttefiklik ilişkilerine hizmet eden bir tehdit.Yani ABD ve İsrail, rejim değişikliğinden ziyade sınırlandırılan ve istikrarsızlaşan bir İran’ı tercih etmekte!Burada ise sorulması gereken sual şu: İyi güzel de eylemlerde iç dinamiklerin hiç mi etkisi yok? 

Tüm bu bilgilerden hareketle, Amini’nin öldürülmesinin akabinde yaşanan olaylara dönmek gerekirse, İran’ın iç dinamiklerinin harekete geçtiği ve toplumun değişim istediği söylenebilir. Bunu ortaya koyan en güzel örnek de İran Devrim Rehberi Ayetullah Ali Hamaney’in anıtının ateşe verilmesi. Zira göstericilerin tutuşturmak istediği şey, aslında müesses nizamın kendisi!

Bu noktada Amini protestoları, İran’daki geçmiş olaylara benzer bir akıbete doğru gitmektedir. Zira Amini’nin ölümünün ardından kadınlar sokağa çıkmış ve aslında pasif direniş şeklinde dahi nitelendirilebilecek bir eylem yaparak başlarını açıp saçlarını kesmiştir. Amini’nin Kürt kökenli bir İranlı olması, Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerde olayların büyümesine neden olmuş ve kısa süre içerisinde hadiseler İran geneline yayılmıştır.

Daha sonra ise rejim taraftarlarının karşı protestoları başlamıştır. Burada Tahran yönetiminin verdiği mesaj, gerekirse milyonlar çarpışır ama rejim devrilmez, şeklinde özetlenebilir. Ardından da Hamaney’in öldüğü/ölmek üzere olduğu gibi iddialar yayılmıştır. Bu da göstericilerin kızgınlığını azaltma çabası olarak yorumlanabilir. 

Tüm bu süreç, İran’ın geçmişte de tecrübe ettiği eylemleri küçültme yöntemlerini hatırlatmaktadır. Dolayısıyla mevcut gösteriler, İran’ı bir rejim değişikliğine sürükleyecek mahiyette değildir. Hatta 2009, 2017 ve 2018 senesindeki hadiselerin çok daha gerisindedir.

Öte yandan henüz Besic milislerinin sahaya inmediği de bilinmekte. Yani İran, gerektiğinde halkını şiddet kullanarak ezmekten-sindirmekten de tereddüt etmeyecek bir devlet olmasına rağmen şimdilik bu hamleyi yapma ihtiyacı hissetmiyor. 

Dahası İran rejiminin zaman zaman bu tarz protestoların büyümesine izin verdiği de iddia edilebilir. Tahran, kontrolsüz bir toplumsal öfkenin ortaya çıkması yerine, kontrol edebildiği şekilde toplumun öfkesini boşaltarak deşarj olmasını tercih eden bir yaklaşıma sahip. Ayrıca bu vesileyle çok daha ciddi eylemler karşısında alması gereken önlemleri görebiliyor. 

Bu noktada ABD’nin 18 Aralık 2017 tarihli Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’ni ve Donald Trump döneminde uygulanan “Azami Baskı Politikası”nı hatırlatmak gerekiyor. Çünkü söz konusu belge ve politika, ABD’nin İran’a askeri müdahale planlamadığını ortaya koymakta. Yani bir rejim değişikliği yaşanacaksa, bunun için toplumsal hareketlerin tercih edileceği anlaşılmakta. Dolayısıyla yalnızca İran değil; ABD ve İsrail de bu tarz gösteriler vesilesiyle İran’da sokağı ne ölçüde yönlendirebildiğini test edebilir. Bir diğer ifadeyle iki taraf da Amini olaylarını daha büyük toplumsal ve siyasal kırılmalara yol açacak muhtemel protestoların provası olarak değerlendirme tercihinde bulunuyor olabilir. 

Sonuç olarak Amini protestolarının rejim değişikliğiyle neticeleneceğini iddia etmek abartılı bir yorumdur. Fakat İran halkının müesses nizama öfkesinin patlama noktasına geldiği söylenebilir. Bu nedenle de olaylar, daha ziyade ileride yaşanabilecek toplumsal kırılmaların provası niteliğindedir. Burada göz ardı edilmemesi gereken husus ise İran’ın gerek kimlik gerekse de ideolojik bakımdan farklı grupları arasındaki etkileşimin ve işbirliklerinin artmasıdır. Bu süreç, ABD ve İsrail’i bile kullanışlı buldukları İran tehdidinden vazgeçmeye itebilir.

Tartışma