İran’ın Zaho’daki Acem Oyunu

Irak'ta PKK tarafından gerçekleştirilen saldırıda türkiye karalama kampanyasının hedefindeydi. Peki niçin Türkiye hedef gösterildi?

1. resim
25.07.2022

21 Temmuz 2022 tarihinde Irak’ın kuzeyinde bulunan Duhok vilayetinin Zaho ilçesine düzenlenen saldırıda sekiz sivilin hayatını kaybetmesi, Irak toplumuna yönelik yürütülen etkin propaganda faaliyeti neticesinde bir infial yaratmıştır. Bu infialin en kritik noktası ise karalama kampanyasının hedefinde Türkiye’nin bulunmasıdır. Oysa saldırıyı gerçekleştiren PKK terör örgütü. Peki niçin Türkiye hedef gösterildi? 

Türkiye’ye yönelik kara propagandanın arka planında Türk Ordusu’nin terörle mücadele politikası bağlamında gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonları vardır. Zira Türkiye’nin Suriye’ye yönelik operasyon hazırlığında bir dönemde Irak’taki harekatlarının tartışmaya açılması, ustaca düşünülmüş bir fitne planının varlığının göstergesi. Peki, bu planı kim hazırladı? 

Fitnenin adresini uzaklarda aramaya gerek yok. Zira 19 Temmuz 2022 tarihinde Astana Süreci’nin aktive edilmesi amacıyla düzenlenen Tahran Zirvesi, İran’ın niyetini gözler önüne sermişti. Her ne kadar Türkiye’den yapılan diplomatik açıklamalar, İran’la iyi komşuluk ilişkilerinin sürdürülmesini amaçlayan diplomatik nezaket sınırlarını esas almışsa da İran Dini Rehberi Ayetullah Ali Hamaney’in gerek Suriye’nin kuzeyine yapılacak operasyona karşı olduğunu belirtmesi gerekse de Ankara-Tel-Aviv hattındaki  normalleşme sürecini hedef alırcasına, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşmeden yaklaşık yarım saat sonra İsrail’i eleştiren twitler paylaşması, Tahran’ın “şark kurnazlığı” olarak nitelendirilebilecek geleneksel diplomasi anlayışını sürdürdüğünü teyit etmiştir.

Zaten Tahran Zirvesi’nden kısa bir süre sonra da “Irak Provokasyonu” adını verebileceğimiz hadiseler yaşanmıştır. PKK terör örgütünün saldırısı Türkiye’ye ihale edilmek istenmiş, bu dezenformasyonda ise Irak’ta faaliyet gösteren İran yanlısı Şii gruplar etkin bir rol üstlenmiştir. Nihayetinde Türk Büyükelçiliği’ne yönelik saldırı düzenlenmiş ve Türk bayrağı hedef alınmıştır. Bu noktada belirtmek gerekir ki; aslında yalnızca Türkiye değil; Ankara-Bağdat hattındaki münasebetler ve nihayetinde Irak’ın gerçekten bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesi de hedef tahtasında. Ne demek istiyoruz? 

Bilindiği gibi Irak, 2003 yılında ABD tarafından işgal edilmiş bir ülkedir. Amerikan müdahalesiyle devrilen Saddam Hüseyin yönetimi ve dolayısıyla Baas rejimi ise esasen Sünni Arap rejimiydi. Bu yüzden de İran, Irak’ın işgalini söz konusu ülkede nüfuz elde etme noktasında bir fırsat olarak görmüştür. Nitekim Tahran’dan gelen talimatlar nedeniyle Şii gruplar, Amerikan işgaline karşı direnmemiş ve işgal sonrasında tesis edilen siyasal düzenin etkili bir oyuncusu haline gelmeye odaklanmıştır. 

Bunun yansıması olarak Irak, ABD ile İran arasındaki nüfuz mücadelesinin oyun sahası haline gelmiş ve İran ile ABD’nin üzerinde uzlaşmadığı hükümetler ya kurulamamış ya da kurulduktan sonra çeşitli nedenlerden ötürü devrilmiştir. Dolayısıyla Irak, gerçekten bağımsız bir devlet olmak istiyorsa dünyayla sağlıklı ilişkiler kurmak ve her iki aktörü de dengelemek durumundadır. Bu anlamda hem NATO üyesi olması sebebiyle ABD’yle ilişkileri bulunan hem de İran’la komşuluk temelli münasebetleri olan Türkiye, Irak açısından ideal bir denge unsuru. Bu yüzden de Irak merkezli olarak Türkiye’yi hedef alan provokasyonlar, özelde Ankara-Bağdat ilişkilerini ve genelde ise Irak’ın bağımsızlığını hedef almakta. Maalesef Irak Hükümeti de bu konuda oyuna düşmüş durumda. Fakat Tahran’ın asıl hedefinin Ankara’nın etkisinin sınırlandırılması olduğu da açık. Peki İran, niçin Türkiye’yi itibarsızlaştırmak istiyor?

İran’ın Türkiye konusunda birtakım rahatsızlıklarının bulunduğu anlaşılmakta. Bahse konu olan rahatsızlıkların başında PKK’nın belinin kırılması geliyor. Kulağa iddialı bir söylem olarak gelebilir. Ancak İran’ın kendi topraklarında faaliyette bulunan PKK terör örgütünün İran uzantısı PJAK’la anlaşma halinde olduğu, uzun yıllardır bu örgüte operasyon düzenlemediği ve hatta kendisinin terör örgütü olarak gördüğü İKDP’yi PKK’yla çatıştırarak güvenlik politikaları bakımından tasarrufa gittiği bilinmekte. 

Bu noktada İran’ın sömürge valisi konumunda olan Esad rejiminin Suriye İç Savaşı’nın ilk günlerinde Suriye’nin kuzeyini tek kurşun atmadan terk ettiğini hatırlamakta yarar var. Esasen Tahran yönetimi; İran, Suriye ve Irak’taki PKK varlığını, kendisinin yaptırımları delmek için kullandığı kaçakçılık koridorunun güvencesi olarak görüyor. Zira İran’ın kaçakçılık koridoru ile PKK’nın terör koridorunun aynı coğrafyalardan geçmesi tesadüf olmasa gerek. Bu nedenle de aslında İran’ın PKK terör örgütüyle olan münasebetlerinin daha fazla yazılıp çizilmesi elzem.

Dahası Tahran, Suriye’de Esad rejimi adına örgütlediği Şii milislerin gerçekleştirdiği katliamlar üzerine inşa ettiği nüfuzunu da kaybetmek istemiyor. Bu anlamda Türkiye’nin terörle mücadele politikalarının bölgesel güvenliğe ve istikrara sağladığı katkının Suriye halkında yarattığı sempati, İran’ın nüfuzunun azalmasıyla eşdeğer. Dolayısıyla Hamaney’in Tahran Zirvesi’nde karşı çıktığını ifade ettiği Türkiye’nin Suriye Operasyonu’na dair açıklama, öyle görünüyor ki; belirli gruplar tarafından emir şeklinde algılanmış. Bu nedenle de Irak’taki Şii gruplar tarafından PKK’nın saldırısının faili olarak Türkiye’ye yönelik bir karalama kampanyası başlatılmış.

Bu aşamada belirtilmesi gereken bir diğer husus, Zaho’daki Acem Oyunu’nun temel hedefi Türkiye’nin terörle mücadelesi olsa da tek hedef bu değildir. Bilindiği gibi İran, İkinci Karabağ Savaşı’nda Ermenistan’dan sonra en fazla kayba uğrayan aktördür. Tahran, jeopolitik olarak Kafkasya’da artan Türkiye etkisinden ve güçlenen Türk Dünyası’ndan endişe duymaktadır. Ayrıca Azerbaycan’ın güçlenmesinin Güney Azerbaycan bağlamında kendisi için bölünme riskini barındırdığını düşünmekte ve bunun kaygısını taşımaktadır. Bu yüzden de Kafkasya merkezli olarak yürütülen normalleşme süreçlerini sabote edecek çeşitli hamleler yapmaktadır. 

Gelinen noktada İran açısından en önemli jeopolitik önceliklerden birinin Zengezur Koridoru’nun açılmasının önlenmesi olduğu ifade edilebilir. Söz konusu koridorun açılmasını ve bölgesel barışı arzulayan başat aktör ise Türkiye. Öyleyse Irak Provokasyonu, Türkiye’nin sınırlarına hapsedilmesini amaçlamakta ve sınır ötesi operasyonlarının yanı sıra sınır ötesi barışçıl diplomasisini de hedef almakta.

Sonuç olarak İran, Irak provokasyonu aracılığıyla Türkiye’ye karşı bir kez daha komşuluk hukukuna yakışmayan bel altı bir hamlede bulunmuştur. Bu noktada söylenmesi gereken şey ise Batı’dan gelen her baskı karşısında bölgesel işbirliğine ve bölgesel güvenliğe dayalı olarak komşuluk ilişkilerinin önemine dikkat çeken Tahran yönetiminin kendini rahat hissettiği dönemlerde bölgesel işbirliği, güven, istikrar ve barış ortamını sabote eden temel aktör olduğudur. Bu iki yüzlü davranışların Türk devletini tarafından not edildiğine ise şüphe yoktur.