Kitlesel kıyımın normalleştirilmesinde yeni bir adım: İran'ın 13 Nisan saldırısı
İran, Şam’da subaylarını hedef alan İsrail saldırısına yanıtını 13 Nisan günü verdi. İran saldırısı, kamikaze dron ve balistik füze kullanımının giderek olağan hale mi getiriyor? Ortadoğu'da ittifak sisteminde bilinmeyen bileşenler mi var?
Ortadoğu 13 Nisan 2024 gecesi, çatışmalarla şekillenen son 100 yıllık tarihinde, geleceğin daha kanlı günlerinin habercisi bir eşiği daha geride bıraktı. Tahran yönetimi 1 Nisan günü, Şam’da üst düzey subaylarının yaşamlarına mal olan İsrail saldırısına, bir nevi danışıklı dövüş olduğu aşikar yanıtını 13 Nisan günü verdi.
Günler öncesinden bölgedeki ülkelerin bilgilendirildiği, ABD’ye ayrıca uyarıların yollandığı bu tür bir eylemin benzerine yakın geçmişte rastlanmıştı. 3 Ocak 2020’de İranlı General Kasım Süleymani’nin Bağdat Havalimanı’nda öldürülmesinin ardından, Tahran ve Washington yönetimleri neredeyse randevulaşarak bir misilleme tiyatrosunun başrolü için sahneye çıkmışlardı.
Atılacak füze sayısı ve tipinden, vurulacak ABD üslerine kadar neredeyse tüm mizansen kurgulandığı şekilde cereyan etmiş, General Süleymani’nin intikamı kimsenin burnu kanamadan “alınmıştı”!. Bu defa da İran topraklarından fırlatılan kamikaze dron ve füze sayısı ile kıyaslandığında Ürdün topraklarındaki birkaç sivil ile İsrail’deki bedevi göçerlerden bir kız çocuğunun zarar görmesi, şovun yönetmeleri tarafından gayet kabul edilebilir sonuçlardı.
Ancak 13 Nisan gecesi yaşananlar hakkında acilen ve etraflı şekilde düşünülmesi gereken iki husus var.
Bunlardan ilki Ukrayna-Rusya Savaşı’nın 2022 yılında başlayan ikinci bölümüyle gündeme gelen, kamikaze dron ve balistik füze kullanımının giderek olağan hale ge(tiri)lmesi.
Dünya aklını yitirmiş olabilir mi?
Uluslararası toplum kamikaze dronların ve füzelerin durdurulmasındaki başarı istatistiklerini alkışlıyor.
ABD savunma kaynaklarına göre İran, 13 Nisan saldırısında 170 adet Şahid-136 kamikaze dronu, 45 güdümlü füze ve 110 balistik füze kullandı. Tüm bu silahların yüzde 99’u hedeflerine ulaşamadan imha edildi.
Dahası bunların büyük bölümü İsrail hava sahasına dahi gelemedi. Ukrayna-Rusya savaşını ayrıntılarıyla izleyenler zaten katmanlı ve organize hava savunma sistemi kuran bir ordu karşısında İran yapımı kamikaze dronların şansı olmadığının farkındalar.
Rusya’nın Ukrayna topraklarına yolladığı Şahid-136 kamikaze dronlarının yüzde 90’ı hedeflerine ulaşamadan imha ediliyor. Üstelik Ukrayna ordusu bunları imha etmek için sofistike silahlara da ihtiyaç duymuyor.
Büyük kalibreli sıradan ateşli silahlar dahi, alçaktan uçan bu dronları imha etmek için yeterli oluyor. Ancak burada garip olan, uluslararası toplumun gün geçtikçe bu silahların kullanımını normalleştiriyor olması.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan Ukrayna-Rusya Savaşı’nın ikinci kısmına kadar geçen 70 yıllık dönemde de dünya, ülkeler arası pek çok anlaşmazlığa şahit oldu. Ancak çatışmaya dönüşen bu anlaşmazlıklarda Hindistan, Pakistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Mısır, Ürdün, İsrail gibi ülkeler, sınır bölgelerinde sivillerden ve gözlerden uzak noktalarda topçu düellosuna girişir ve hem çatışma hem de kayıplar sınırlı ölçülerde kalırdı.
Alman İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda zeplinleri Londra ve Paris’i bombalamak için kullanması, İkinci Dünya Savaşı’nda yine Nazi Almanyası’nın Londra’yı V1 ve V2 füzeleriyle terörize etmesi, ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki kentlerini nükleer silahlarla vurması, lanetlenen eylemlerdi.
İran-Irak Savaşı sırasında tarafların Scud füzelerinin kentleri vurmak için kullanmaları acizliğin belirtisi olarak değerlendirilmiş ve kınanmıştı. Birinci Körfez Savaşı sırasında ABD’nin Bağdat’ı hedef alan gece bombardımanları televizyonlardan canlı yayınlanırken önce bir medeniyet şovu olarak alkışlanmış, akabinde siviller üzerinde yarattığı yıkım yakın çekimden ekranlara yansıdığında, gelişmiş teknolojilerin zannedilen seviyede, siviller için hassasiyet sağlamadığı anlaşılmıştı.
Bugün geldiğimiz noktada ise ülkeler aralarındaki anlaşmazlıkları kuş uçmaz kervan geçmez sınır boylarında orduları arasında çözmekle yetinmek istemiyorlar. Kamikaze dronlar ve balistik füzeler kullanarak hasımlarının sivil yerleşim alanlarını, enerji alt yapılarını vurmak, sivilleri aç ve susuz halde dondurucu soğuklarda bırakmak, barajları patlatıp yıkarak doğal afetlere sebep olmak istiyorlar.
ABD ve İsrail tarafından işlevsizleştirilen çok taraflı uluslararası kurumlar ise bu saldırıları kınamanın peşini bırakmış durumda. İsrail’in Gazze’yi hedef alan saldırılarında 33 bin kişinin öldürülmesi de işte bu normalleştirme operasyonu kapsamında yitip gidiyor.
Ortadoğu'da bilmediğimiz ittifaklar mı var?
13 Nisan saldırısına dair üzerinde durulması gereken bir başka husus ise İran saldırısını karşılamak için harekete geçen güçlerin yapısı. İsrail topraklarının korunmasında yalnızca İsrail hava savunma sistemleri ve uçakları mesai yapmadı.
Bilebildiğimiz kadarıyla ABD’nin yanısıra, İngiltere, Fransa ve Ürdün aktif olarak savunma operasyonunda rol aldı. Gerek yerdeki hava savunma sistemleri gerek adı geçen ülkelerin uçakları gece boyunca füze ve dron avındaydılar.
Muhtemelen ilerleyen günlerde bu dörtlüye farklı boyutlarda katkıda bulunan diğer bölge ülkelerinin de isimlerini ve rollerini öğreneceğiz. Bu noktada şu soruyu sormak lazım. Acaba Tahran yönetimi, füzeleri ve dronları ile yarattığı tehdide karşı organize olan bu kolektif savunma ittifakının farkında mı?
Nükleer enerji programını, nükleer silah edinme yönünde şekillendirmesi halinde bu ittifakın alacağı pozisyona karşı tek başına ayakta kalması mümkün mü? Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde ABD Başkanı Wilson’ın Paris’teki müzakerelere gelirken masaya koyduğu şartlardan biri uluslararası ilişkilerde şeffaflığın sağlanmasıydı.
Yani, savaşa giderken yapılan gizli ittifak ve karşı ittifak anlaşmalarına son verilmesini istiyordu. Wilson’un ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında hayata geçen bu beklentisinin, uluslararası çok taraflı kurumların otoritelerinin yok olmasıyla beraber geçerliliğini yitirdiğini düşünebilir miyiz?