gdh'de ara...

Middle East Eye: Küresel Batı'nın “kurallara dayalı düzeni” çöküyor mu?

ABD, uluslararası kuralları ve hukuku, İsrail ve Batı'nın özel çıkarlarına göre çarpıtarak dengeleri bozuyor. Küresel Batı'nın “kurallara dayalı düzeni” çöküyor mu?

1. resim

İngiltere merkezli yayın yapan Middle East Eye'de, ikinci dünya savaşı sonrası kurulan uluslararası düzenin ve Küresel Batı'nın son dönemdeki politikalarının değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

Son dönemde uluslararası düzenin ve uluslararası hukukun Batı'nın özel çıkarlarına uyacak şekilde çarpıtılmaya başlandığı tespiti yapılan analizde, özellikle İsrail ve BM'deki gelişmelerin bu düzeni tartışmaya açtığı tespiti yapıldı.

Analizde ayrıca, son dönemde yaşanan gelişmelerin ardında yeni aktörlerin artık, Küresel Batı'nın sözde kurallara dayalı düzenine meydan okuduğu tespiti yapıldı.

İşte Middle East Eye'de yayınlanan analiz:

Dünyadaki geleneksel bakış açısı, 21. yüzyılın en önemli jeopolitik savaşının ABD ile Çin arasında yaşanacağını düşünüyor.

Bu bağlamda, batılı ana akım anlatı da ABD'yi, Washington'un İkinci Dünya Savaşı'ndaki zaferinden bu yana yarattığı ve başkanlığını yaptığı, kurallara dayalı dünya düzenini korumaya ve uygulamaya kararlı olarak tasvir etmektedir.

Doğal olarak bu kurallara dayalı düzen de, neredeyse 80 yıl önce Birleşmiş Milletler'in doğusundan bu yana birçok sözleşmede kodlanan uluslararası hukuka karşılık gelmelidir.

Ancak öyle değil!

En iyi ihtimalle şu andaki kurallara dayalı düzen, uluslararası hukukun seçilmiş yönlerinin ABD ve Batı lehine yorumu olarak yorumlanabilir. En kötüsü ise, uluslararası hukukun da Batı'nın özel çıkarlarına uyacak şekilde çarpıtılmış olmasıdır.

Her iki durumda da amaç Batı'nın jeopolitik çıkarlarına hizmet etmek ve hegemonyasını meşrulaştırmaktır.

Elbette kibirden gözleri kör olmuş Batılı güçler, bu “kuralların” sözde kendi çıkarlarına uyduğu için tüm insanlığın çıkarlarına da hizmet ettiğine inanmaktadır. Ancak yanılıyorlar.

Aynı batılı ana akım anlatı, Çin'i bu kurallara dayalı düzene yönelik ana tehdit olarak tasvir etmekte ve Asya ulusuna bu düzene meydan okuma ve onu değiştirme iradesi ve kabiliyeti atfetmektedir.

ABD ve müttefiklerinin bu tür sonuçlara varmış olması, Batılı liderlerin analiz ve karar alma süreçlerini karakterize eden feci bilişsel uyumsuzluğu göstermektedir.

Diplomatik başarısızlıklar

Tarihe baktığımızda, ABD'nin aksine Çin hiçbir zaman başka bir ülkeye müdahale etmemiş ya da darbe düzenlememiştir. ABD'nin aksine Çin, BM Güvenlik Konseyi tarafından yasal olarak yetkilendirilenler dışında hiçbir ülkeye karşı tek taraflı yaptırım uygulamamıştır.

Ayrıca, ABD'nin aksine, yurtdışında sadece bir askeri üsse sahiptir ve donanması sadece ülkenin en önemli ikmal hattını oluşturan Güney Çin Denizi'nde devriye gezmektedir.

Çin'in anakara iddiası, Pasifik Okyanusu'nda kıyılarına yakın bir ada devleti olan Tayvan ile ilgilidir. 1972'den bu yana ABD, Wahington anlaşması doğrutusunda ve “tek Çin” doktirini çerçevesinde Çin anakarasının bir parçası olduğunu kesin olarak tanımıştır.

Hatta herhangi bir belirsizliği ortadan kaldırmak için ABD, Tayvan'ın BM'den ihraç edilmesini kolaylaştırarak Çin'in uluslararası arenada elini güçlendirmiştir.

Peki buna rağmen ABD, Çin'i kurallara dayalı düzene tehdit olarak nitelendiriyorsa, ABD ve en yakın müttefiklerinden olan İsrail'in davranışları nasıl değerlendirilmelidir?

ABD'nin mi yoksa Çin'in mi kurallara dayalı dünya düzenine en büyük tehdidi oluşturduğunu değerlendirmek için bir başka ilginç ölçüt de gezegenin en sorunlu bölgesi olan Orta Doğu'daki politikalarıdır.

İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana ABD, bölgede barış ve istikrarı teşvik etme iddiasıyla özel bir rol üstlenmiştir. Buna “Pax Americana” adı verilmiştir.

Ancak son zamanlarda ABD'nin yaklaşımı barışçıl olmaktan çok uzak.

ABD diplomasisi bir zamanlar, 1973 Yom Kippur Savaşı'ndan sonraki mekik diplomasisinden İsrail ve Mısır arasında barışı sağlayan 1978 Camp David Anlaşması'na ve İsrail ile Ürdün arasındaki 1994 barış anlaşmasına kadar önemli başarılarla övünüyordu.

Ancak son dönemde ABD'nin bölgedeki başarıları neredeyse sistematik olarak başarısız oldu.

Bu başarısızlıklar, 2000 yılında İsrail-Filistin anlaşmasının çökmesinden, 2001'de Afganistan ve 2003'te Irak'ın yeniden işgali de dahil olmak üzere Orta Doğu'nun tamamında “teröre karşı savaş ‘tan, yirmi yıl sonra Kabil'den utanç verici bir şekilde çekilmeye ve 2011’den sonra Irak'ın İran yanlısı milislere teslim edilmesine kadar her şeyi kapsamaktadır.

Bunlar arasında 2011'de Suriye'de “Esad gitmeli” politikası, ardından ülkenin Arap Birliği'ne yeniden kabul edilmesi ve Şam'daki Arap ve Batı elçiliklerinin yeniden açılması, 2015'te İran'la yapılan akıllı nükleer anlaşma ve üç yıl sonra Trump yönetiminin aynı anlaşmadan utanç verici bir şekilde çekilmesi de yer alıyor.

Buna ek olarak, ABD'nin başarısızlıkları, sadece İsrail'in çıkarlarına hizmet eden taraflı İbrahim Anlaşmalarını ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde (UCM) soykırım ve insanlığa karşı suç işlemekle suçlanmasına neden olan Gazze'ye yönelik ölümcül saldırısında İsrail'e verdiği körü körüne desteği de kapsamaktadır.

Çin'in hamleleri

2023 yılında, Tahran'da rejim değişikliğini tetiklemek için İran'ı izole etmeyi amaçlayan ABD'nin tercih ettiğinden çok farklı bir siyasi yol izleyen Çin, bölgedeki en önemli iki oyuncu olan İran ve Suudi Arabistan arasında bir yakınlaşmaya aracılık etti.

Bu yılın başlarında Çin, başta El Fetih ve Hamas arasında olmak üzere farklı Filistinli gruplar arasında uzlaşma görüşmelerini başarıyla teşvik ederek bir başka önemli anlayışa aracılık etti.

Filistinli gruplar Pekin'de varılan mutabakatlara saygı gösterir ve yerine getirirlerse, bu gelecekte daha başarılı bir süreç için ilk adım olabilir.

Başka bir deyişle, ABD büyük miktarlarda silah göndererek, BM Güvenlik Konseyi'nde İsrail'in suçlarını koruyarak ve Gazze'de ateşkes ve İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamaya çalışarak, İsrail'in soykırımına destek verirken, Çin gibi güçlerin yükselişi konusunda da gerekli ilk taşı attı.

Tarihten doğru dersler çıkararak ve ABD'nin İsrail-Filistin anlaşmasını destekleme konusundaki uzun başarısızlık listesini göz önünde bulundurarak Çin, İsrail ve Filistin arasında arabulucu olarak üstlendiği rolün başarı şansının daha yüksek olduğunu meşru bir şekilde iddia edebilir.

ABD ve müttefiklerinin sık sık iddia ettiği gibi mevcut kurallara dayalı düzen, Batı'nın ikiyüzlülüğünü ve çifte standartlarını gizlemeyi amaçlayan bir politikadan başka bir şey değildir ve yeni aktörler artık, Küresel Batı'nın sözde kurallara dayalı düzenine artık meydan okuyor.

Tartışma