Pakistan-Taliban krizinde çözümün adresi Türkiye
Pakistan ile Taliban, "Büyük Peştunistan" tartışmalarının gölgesinde TTP'nin Pakistan'ı hedef alan saldırıları nedeniyle bir kez daha karşı karşıya geldi. Birilerinin çıkıp tarafları uzlaştırması gerekiyor. Bu rol için ideal arabulucu adayı ise Türkiye.
Afganistan-Pakistan sınırındaki gerilim tırmanma eğiliminde. İslamabad yönetiminin Afganistan topraklarına düzenlediği hava saldırısında 46 kişinin ölmesi, Taliban Savunma Bakanlığı'nın misilleme yapılacağını açıklamasına yol açarken; terör örgütü Tehrik-i Taliban Pakistan (TTP) ya da bilinen adıyla Pakistan Talibanı, Pakistan güçlerine yönelik saldırılarını sürdürüyor.
İslamabad yönetimi, Kabil'e seslenerek TTP'nin Afganistan'ı bir üs olarak kullanmasına izin vermeme çağrısı yapıyor. Taliban ise böyle bir durumun olmadığını ve kendileri ile TTP arasında herhangi bir bağın da bulunmadığını söylüyor. Buna rağmen gelişmeler, Taliban ile Pakistan'ın savaşın eşiğine geldiğini ortaya koyuyor.
Üstelik bu, taraflar arasındaki ilk kriz de değil. Esasen taraflar sık sık sınır sorunları nedeniyle karşı karşıya geliyor ve bu problemin kısa vadede çözülmesi de kolay gözükmüyor. Zira meselenin temelinde iki ülkenin sınırını teşkil eden Durand Sınır Hattı'nı Kabil yönetiminin hiçbir zaman tanımamış olması yatıyor.
Bu durumun başlıca sebebi Durand Sınır Hattı'nın İngiliz sömürgeciliğinin dayattığı yapay bir sınır olarak sömürgecilik mirası şeklinde algılanması. Bunun nedeni ise Afganistan'da çoğunluğu teşkil eden Peştunların her dönemde Kabil'e egemen olması ve kendilerini yalnızca Afganistan'ın değil, Afgan sınırları dışındaki Peştunların da lideri olarak görmeleri.
Bir hususa dikkat çekmek gerekir: Taliban, her şeyden önce Peştun milliyetçisi bir yapı. Benzer şekilde Taliban'ın içinden çıkan ve daha sonra bağlarını koparan TTP de Peştunistan idealini içselleştirmiş bir örgüt.
Dolayısıyla Durand Sınır Hattı, Peştunları iki ülkeye dağıtıyor ve "Büyük Peştunistan" ideali de Afganistan ve Pakistan topraklarındaki Peştunların birleşmelerini öngörüyor. Bu da Pakistan'ın bölünmesi demek. Bu kadar zıt tezlerin bulunduğu bir ortamda ise sürecin kısa vadeli yumuşamalara rağmen uzun vadede tırmanması kaçınılmaz oluyor. Dolayısıyla çatışma ve savaş riski her zaman var.
Savaş hem Pakistan'a hem de Taliban'a çok şey kaybettirir
Taraflar arasında savaş riskinin her zaman olduğu aşikar ve belki de bu ihtimal hiç olmadığı kadar yakın. Aralarındaki sorun konjonktürel değil, yapısal. Çözümü zor. Lakin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Rusya ile Ukrayna'yı müzakere masasına çağırırken söylediği bir gerçek var: Savaşın kazananı olmaz.
Öyleyse biraz swot analizi mantığıyla Pakistan-Taliban hattındaki müzakere ihtiyacına dikkat çekelim. Bir diğer ifadeyle aktörlerin savaşmaları halinde kaybedeceklerini ortaya koyalım.
Hayatını kaybedecek binlerce insan ve harcanacak paranın yanı sıra iki taraf da uluslararası düzeyde kaybeden aktöre dönüşecektir. Öncelikle Pakistan'dan bahsetmek gerekirse, İslamabad yönetiminin başka bir ülkenin topraklarına saldırmayı sürdürmesi halinde Afganistan'ın egemenliğini ihlal ettiği için uluslararası toplumdan ciddi bir baskı yiyeceği aşikar. Bu durum, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif'in görev süresi boyunca onarmaya çalıştığı Pakistan-Batı ilişkilerini daha da zora sokabilir.
Ayrıca Pakistan, Taliban ile savaşarak gücünü ve ilgisini Afganistan topraklarına yoğunlaştırması halinde Keşmir başta olmak üzere Hindistan ile yaşadığı anlaşmazlıklarda Yeni Delhi'nin avantaj elde edeceği bir durumla karşı karşıya kalabilir. Dolayısıyla Ukraya'ya saldıran Rusya'nın Libya ve Suriye'de kaybetmesinde İslamabad'daki karar alıcılar için çıkarılması gereken büyük dersler var.
Tüm bunlara ek olarak Pakistan'ın son yıllarda ekonomik anlamda en önemli kalkınma projesinin Kuşak-Yol Projesi çerçevesinde geliştirilen Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) olduğunu hatırlatmak gerekir. Savaşa giren bir Pakistan, istikrarsız bir CPEC demek. Zaten Beluç grupların terör saldırılarıyla istikrarsızlaştırdığı CPEC rotasının daha da güvenliksizleşmesi, İslamabad'ın orta ve uzun vadeli kalkınma hedeflerini boşa çıkarabilir.
Taliban açısından da kazanımları kayıplarından daha büyük bir savaş yaşanacaktır. Öncelikle ifade etmek gerekir ki; Taliban, hala uluslararası toplumun yaptırım baskısı altında ve henüz tanınma sorununu çözebilmiş değil.
Büyük devletlerin neredeyse tamamı Taliban'ı terör örgütü olarak görüyor. Haliyle birçok devletin Taliban'ı terör örgütleri listesinden çıkarmayı tartıştığı bir dönemde böylesi bir savaşın yaşanması, Taliban'ın TTP ve El Kaide ile ilşkili olduğu iddialarını güçlendirecek, tanınma sorununu içinden çıkılamaz bir noktaya sürükleyecek ve daha fazla izolasyonu beraberinde getirecektir. Taliban'ın uluslararası toplumdan daha fazla izole olması ise Afgan halkının fakirliğe mahkum edilmesinden başka bir şey değil.
Üstelik Afganistan'da hala terör örütü DEAŞ'ın emirlik iddiasını sürdürüdüğü düşünüldüğünde Taliban'ın Pakistan ile savaşırken DEAŞ ile mücadeleye zaman ayıramaması durumu oluşabilir. Bu da Durand'ı çözmek isterken Kabil'in riske girdiği DEAŞ'ın hareket kazandığı bir netice doğurabilir. Daha da önemlisi, DEAŞ'ın Afganistan'daki etkinliğini artırması, Taliban'ı bir kez daha DEAŞ ile mücadele iddiasıyla bölgeye gelmek isteyen ABD ve müttefiklerinin hedefi haline getirebilir.
Anlaşılacağı üzere savaşın kazananı olmayacak. Öyleyse sorulması gereken soru şu: Tarafları uzlaştırmanın bir yolu yok mu?
Barışın kaybedeni olmaz
Gelin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Moskova ile Kiev'e söylediği bir diğer cümleyi hatırlayalım: Barışın kaybedeni olmaz. Bu durum, Pakistan-Taliban gerilimi açısından da geçerli. Durand Sınır Hattı'nın kısa vadeli çözümü kolay değil ancak bazı meselelerin en iyi çözümünün çözümsüzlük olduğukabullenilerek krizler rafa kaldırılabilir. Hatta krizlerin aynı zamanda fırsatlar barındırdığı realitesi göz önünde bulunudurularak kriz alanları işbirliği havzalarına dönüştürülebilir. Nasıl mı?
Afganların en önemli tezi, Peştun halkının bölünmüş olması. Öyleyse sınırın iki yanında ortak ticaret bölgeleri oluşturmak, ekonomik ve kültürel işbirliğini derinleştireeck kardeş şehirler uygulamalarını artırmak ve dolayısıyla Afganistan ve Pakistan halklarının kardeş olduğu bilinciyle sınırın iki yanındaki Peştunların etkileşimini kolaylaştıracak barışçıl adımlar atmak, sorunu fırsata dönüştürebilir.
Burada Pakistan'ın toprak bütünlüğünü koruma karşılığında Taliban'ın tanınma sorununu aşmasına yönelik diplomatik çabalarını yoğunlaştırması, ticari anlamda Afganistan'ın Pakistan üzerinden Umman Denizi'ne açılmasını kolaylaştırması gibi adımlar atarak kazan-kazan modeline dayalı bir çözüm önerisi sunulabilir. Bu çözümün en önemli adımı da zaten zaman zaman gündeme gelen CPEC'in Afganistan'a genişletilmesi hamlesi olabilir. Böylece iki ülke, ortak kalkınma hedefiyle birlikte yol yürümeye başlayabilir. Peki, Pakistan ile Taliban'ı böyle bir çözüm için aynı masanın etrafında oturmaya kim ikna edebilir?
Birleşmiş Milletler'in krizler karşısındaki başarısızlığı ortada. Rusya ve Çin'in bu iş için istekli olması muhtemel ama hem Pakistan'ın Batı yönelimi devam ediyor hem de tanınma sorununu aşmak isteyen Taliban açısından Moskova'da ya da Pekin'de yapılacak müzakereler rasyonel değil. Evet, tahmin edeceğiniz üzere bu işi yapabilecek ideal aktör "Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz." diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğindeki Türkiye.
Öncelikle Türkiye, kriz yönetimi konusunda büyük başarılar elde etmiş bir aktör. Bu tarz süreçlerin yönetimine dair ciddi bir tecrübeye sahip. Rusya-Ukrayna Savaşı'nda da Tahıl Koridoru Girişimi ile dünyayı ciddi bir gıda krizinden kurtaran Türkiye, yakın geçmişte savaşın eşiğine gelen Etiyopya ile Somali'yi de barıştırdı.
Vurgulanması gerekir ki; 22 Şubat'ta üçüncü yılını geride bırakacak Rusya-Ukrayna Savaşı'nda tarafları aynı masa etrafında oturup bir anlaşmaya ikna edebilen tek aktör hala Türkiye. Buna ek olarak Suriye'nin özgürlüğüne kavuştuğu devrim sürecinde de Esad rejimine karşı savaşan muhalif grupların aralarındaki ihtilafların giderilmesi ve koordineli hareket etmelerinin sağlanmasında Türkiye'nin kritik bir rol oynadığı tüm dünya tarafından kabul edilebiliyor.
Kısacası Ankara, önceliği savaşların çıkmasını önlemek ve eğer önleyemiyorsa çatışmaların yayılmasını engelleyerek aktörleri barıştırmayı sağlamak olan diplomasi anlayışıyla son yıllarda büyük başarılar elde etti. Buna krizler karşısında ön alıcı, krizler sırasında barışçılı diplomasi de denilebilir. Dolayısıyla İslamabad ve Kabil'i uzlaştırmak için de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın adım atması rasyonel olabilir. Üstelik bu iki tarafında isteyerek kabul edeceği bir seçenek.
Öncelikle Batıcı olmayan ama Batı'yla ilişkilerini onarmak isteyen iki aktör açısından da Türkiye bir köprü görevi üstlenebilir. Çünkü Türkiye'nin arabuluculuğu Ankara-Moskova ve Ankara-Pekin hattındaki olumlu ilşkiler nedeniyle Rusya ve Çin'i rahatsız etmez. Türkiye, bir NATO üyesi olarak böylesi bir krizde sorumluluk üstlenirse, bu Batı'yı da memnun eder. Yani Türkiye, Pakistan için de Taliban için kabul edilebilir bir arabulucu.
Dahası arabuluculuğun temel kriteri, tarafsız ve iki tarafın da güvendiği bir aktör olabilmek. Bu noktada iki aktörün de Türkiye'nin arabuluculuğuna güveneceği aşikar. Öncelikle Pakistan, bağımsızlığını kazandığı günden beri Türkiye ile iyi ilişkilere sahip olan bir devlet. Son dönemde savunma işbirliğinde gelişen Türkiye-Azerbaycan-Pakistan ekseni de bunun göstergesi. Afganistan ise belki de Türkün Türkiye'den bile fazla sevildiği bir ülke. Taliban yönetiminin Türkiye ile ilgili her fırsatta olumlu açıklamalar yaptığı biliniyor. Yani iki aktör de Türkiye'ye güveniyor. Ankara da bu süreci yönetebilecek birikime haiz.
Sonuç olarak Pakistan ile Taliban, "Büyük Peştunistan" tartışmalarının gölgesinde TTP'nin Pakistan'ı hedef alan saldırıları nedeniyle bir kez daha karşı karşıya geldi. Üstelik Durand Sınır Hattı'ndaki problem, tarafları savaşa sürükleyebilir. Ancak savaşın kazananı barışın kaybedeni olmaz. Öyleyse birilerinin çıkıp da tarafları uzlaştırabilmesi gerekiyor. Bu rol için ise ideal aktör, çeşitli kriz alanlarındaki başarıları ve hem Pakistan hem de Taliban'a güven veren tutumuyla Türkiye.