Project-Syndicate: Çin’in tehlikeli sırları
Rusya, Ukrayna’ya yönelik kapsamlı işgal girişimini sürdürüyor. Çin ise revizyonist ajandasını uygulamak için gizlilik ve aldatma yoluyla hareket etmeyi tercih ediyor. Pekin, büyük bir stratejik hata yapmadıkça bu yaklaşımını devam ettirecek gibi gözüküyor.
ABD merkezli Project-Syndicate'te Çin'in küresel liderlik iddiası doğrultusunda hayata geçirdiği politikaları inceleyen bir analiz yayınlandı. Analiz, Çin'in gizli bir ajandasının bulunduğunu öne sürüyor.
Brahama Chellaney tarafından kaleme alınan analizde " Şi, olumsuz demografik gidişat, ekonomik durgunluk ve jeopolitik gerçeklerin Çin’i durdurmasına izin vermeden ülkesinin küresel hegemon güç seviyesine ulaşması gerektiğini düşünüyor." ifadeleri yer alıyor.
İşte Project-Syndicate'te yayınlanan o analiz:
1995’ten bu yana askeri harcamalarını on kat attıran Çin’in dünyanın en büyük deniz gücüne sahip olduğu biliniyor. Pekin, bu gücü yayılmacı politikalarını daha ileri noktalara taşımak için kullanıyor. Ancak aynı zamanda Çin’in yayılmacı politikalarını destekleyen ve tüm dünyayı riske atmasına rağmen az bilinen proje ve faaliyetleri de var.
Aslında Çin, stratejik etkisini inkar ettiği gizli manevralarla genişletme konusunda uzun bir geçmişe sahip. Örneğin 2017’de Afrika Boynuzu’ndaki küçük bir ülke olan Cibuti’de ilk denizaşırı askeri üssünü kurdu ve böyle bir üsse sahip olmadığı konusunda uzun süre ısrar etti.
Halihazırda Çin, Kamboçya’da deniz üssü inşa ediyor. Ayrıca Kamboçya, kıyılarının beşte birini ve bazı adacıklarını Çin’e kiralamış durumda. Pekin yönetimi tarafından finanse edilen Ream Deniz Üssü, tasarımı ve boyutu açısından Çin’in Cibuti’deki üssene çok benziyor. Pekin, bu üsse yatırım yaptığını kabul ediyor. Ancak sadece Kamboçya Donanması’nın bu üsse erişimi olacağını iddia ediyor.
Pekin’in söylemlerine rağmen Çin Donanması’nın en azından lojistik nedenlerle bu tesisi kullanması muhtemel. Bu, Çin’in zaten yedi yapay adayla donattığı Güney Çin Denizi’ndeki pozisyonunu da güçlendirecek. Daha da önemlisi söz konusu üs, Pasifik Okyanusu ile Hint Okyanusu arasındaki kritik koridoru da kontrol etmesini sağlayacak.
Çin, uluslararası nehirlerdeki devasa baraj projeleri hakkında da son derece gizli bir yaklaşıma sahip. Örneğin 2021’de Hindistan sınırına yakın olan dünyanın en büyük barajının inşası gün yüzüne çıktı. Herkes Çin’in attığı bu adımın farkında olsa da 2021’den beri projeye dair herhangi bir bilgilendirme yapılmadı.
Söz konusu baraj, şu anda dünyanın en büyük hidroelektrik santrali olan Üç Boğaz Barajı’ndan daha büyük. Çin; ağır ekipmanları, malzemeleri ve işçileri proje sahasına taşımak için yeni bir demiryolu ve otoyol da inşa etti. İnşaat, sır gibi saklanamayacak aşamaya geldiğinde, konuyla ilgili daha fazla bilgiye ulaşacağız.
Pekin yönetimi, aynı stratejiyi kullanarak Mekong Nehri’ne de 11 devasa baraj inşa etti. Bu barajlari yalnızca jeopolitik açıdan Çin’in elini kuvvetdirmemiş; aynı zamanda çevresel tahribat da yaratmıştır. Mevcut durumda Çin, dünyanın en fazla barajı ülkesi ve dünyadaki tüm büyük barajlardan daha fazlasına sahip. Pekin, sadece Mekong üzerinde sekiz baraj daha inşa etmeyi planlıyor. Belki de zaten inşa ediyor.
Çin’in gizlilik sorununun belirleyici bir özelliğini de gelişmekte olan ülkelere borç verme çılgınlığı konusunda sergiliyor. Son on yılda verilen her Çin kredisi, ödünç alan ülkeyi kredinin şartlarını açıklamamaları konusunda zorlayan kapsamlı bir gizlilik maddesi içeriyordu. Birçok Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkesi borç tuzağına düşmüş durumda. Bu da ilgili devletleri, Çin’in baskısına karşı son derece savunmasız bırakıyor.
Konuya ilişkin yapılan bir çalışmaya göre, kredi sözleşmeleri Çin’e “bir borçlunun politikalarıyla anlaşmazlık halinde kredileri iptal etme veya geri ödemeyi hızlandırma konusunda geniş yetki” veriyor.
Çin’in gizliliğinin küresel maliyetleri hakkında COVID-19 salgınından daha iyi bir örnek olamaz. Zira Pekin yönetimi, yeni bir koronavirüsün Wuhan’da ortaya çıktığına dair iddialara hızlı bir biçimde yanıt vermiş, halkı uyarmış ve kontrol önlemlerini hayata geçirmiş olsaydı, çok daha sınırlı bir hasardan bahsedilebilirdi.
Buna rağmen Çin Komünist Partisi (ÇKP), salgınla ilgili bilgileri gizlemeyi seçti. Bu da dünya çapında etkili olan bir salgına sebebiyet vererek neredeyse yedi milyon kişinin ölümüne yol açtı. Lakin Çin, salgının belirsizliğini giderecek çalışmaların bilim insanları tarafından yapılmasını da engelledi. Oysa salgının Çin’in süper virüsler üzerine araştırmalar yaptığı Wuhan’da ortaya çıkması tesadüf olmasa gerek.
Pekin yönetiminin uluslararası hukuku ihlal etme konusundaki istekliliği de göz ardı edilemez. Çin, Hong Kong’un özerkliğini koruma, Güney Çin Denizi’ni silahlandırmama gibi konulardaki taahhütlerini defalarca ihlal etmiş bir devlet. Hindistan ile anlaşmazlık yaşadığı Himalaya sınırındaki statükoyu tek taraflı olarak değiştirmeme taahhüdünü gizlice ihlal etmesi de iki ülke arasında yaşanan askeri çatışmanın fitilini ateşlemişti.
Çin’in uluslararası hukuku ihlal etmesini, borç tuzağı diplomasini ve diğer saldırgan eylemlerini değiştirmesi için hiçbir neden yok. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, ömür boyu iktidarda kalma yolunda ilerliyor ve uluslararası düzeni Çin’in lehine olacak biçimde yeniden şekillendirmek istiyor.
Gelişmeler, ürkütücü bir şekilde Şi’nin iştahının arttığını gösteriyor. Bunun zaman baskısından kaynaklandığı söylenebilir. Şi, olumsuz demografik gidişat, ekonomik durgunluk ve jeopolitik gerçeklerin Çin’i durdurmasına izin vermeden ülkesinin küresel hegemon güç seviyesine ulaşması gerektiğini düşünüyor. Ancak Şi’yi uluslararası toplumun pek çok meseledeki başarısızlığının istahlandırdığı realitesi de göz ardı edilemez.
Sonuç olarak Rusya, Ukrayna’yı işgal etmeye çalışırken; Çin, revizyonist emellerine gizlilik ve aldatmacaya dayalı politikalarla ulaşmak istiyor. Bu da büyük bir hata olmadıkça Çin yayılmacılığının devam edeceğine işaret ediyor.