Sivil
Batı ile aramıza hiçbir sebeple mesafe girmeseydi, insani sebeplerle büyük mesafelerin girmesi kaçınılmazdı. Karşımızda efendisinin çıkarlarını norm olarak dünyaya dayatan köleler topluluğu var. İyisi mi fazla kokmadan, çekin sifonu gitsin…
Ortalama bir Batılının zihninin bir kenarında daima tarih ve yarına anlatılacaklar vardır. Bu, Batı kolektif hafızasının özellikle ikinci Dünya Savaşı sonrası şekillendirilmesi ile doğrudan alakalıdır. Birinci savaş, iki savaş arası dönem, ikinci savaş…
İnsanlık tarihinin tartışmasız en kanlı, baskıcı ve zalim dönemi 30 yılda sıkışmış; insanlık daha önce görmediği ve görmeyi tahammül edemeyeceği şeyleri yaşamıştır. Akabinde girilen bir sorgulama süreci, Soğuk Savaş gerilimi, Vietnam ve 68 olayları falan ve filan…
Bulunduğu noktadan geriye doğru bakmayı ve sorgulamayı biraz da mecburiyetten bir meleke haline getirmiş ve toplumlarını bu melekeyle yaşayacak şekilde eğitmiştir Batı. Şimdi, tarihin bu noktasında “acaba bu bütün olup bitenlerin hesabını yarına nasıl veririz?” diye sorgulamadan dikilip duran Batılıyı görünce aklımıza tek bir şey geliyor: gerçekten köşeye sıkışmış, hesabını-kitabını yapamaz derekeye inmiş; günü, kendisine çıkar olarak dayatılanların tasası ile kurtarmaya çalışan bir Batı var karşımızda.
Hakikaten ya “Fukuyama doğruyu söyledi ve zamanın sonundayız, buradan öteye gidecek bir yerimiz yok” diyorlar yahut “insanlığa karşı işlediği suçlardan ötürü yüzü kızarmayan Fransızların ne kaybı oldu ki bizim olsun?” diyorlar. Her halükârda yüz kızartıcı, izahı nâmümkün, ahlaksızca…
Sıkışmış, biçare insanların teşebbüssüzlüklerini anlayışla karşılayabiliriz. Orta Doğu’da yanan ateş bizi hiç alakadar etmiyor diyebilir bir Avrupalı; en azından kafa yapılarını bildiğim için ayıplasam da fazla üzerine varmam o adamın.
Velakin İran’ın füzeleri İsrail’i vurunca birden bire sivillerin güvenliğini tasa etmeye başladıklarını görmek ikiyüzlülüğün aşikâr edilmesinden başka nedir? Kişi pasifist olabilir, savaşa karşı durabilir, yahut prensip olarak sivillerin zarar görmesi muhtemel çatışmalara karşı hassasiyet sahibi olabilir.
Bu tutuma ancak saygı duyulur. Lakin 1948’de yanan ateş 46 senedir sürekli Arap sokağını kavururken susmayı tercih edenler, söz konusu İsrail’in güvenliği olunca insani değerlerden bahsedecek olurlarsa, dilimizdeki sin ile kaf istemsizce birbirine çarpar.
Çek Cumhuriyeti Başbakanı Petr Fiala "her zaman olduğu gibi İsrail’in yanında" olduklarını belirten tivit atar, Avusturya Başbakanı Nehammer
İran füzelerinin İsrail'e ve sivil halkına yöneltilmesini şiddetle kınıyoruz. İran'ın, İsrail Devleti'ne karşı düşmanlıklarını derhal durdurmasını ve İsrail'in kendini savunma hakkını tam olarak desteklemesini talep ediyoruz
gibi saçma sapan cümleler kurarsa ne düşünürsünüz? NKVD sorgusunda
Ben hain bir devrim düşmanı ve emperyalizmin ajanıyım
demek zorunda kalan Sovyet vatandaşlarının halet-i ruhiyesidir bu.
Yeter ki işkence görmesin, çoluk çocuğuna zarar gelmesin diye aslında olmadığı şeyleri itiraf edip bir an evvel kurşuna dizilmeye ve içine düştüğü müşkül durumdan kurtulmaya teşne bir esir alınmışlık hali. Daha fazla kar-zarar hesabı yapamaz, yarını düşünemez, bir adım sonrasını öngöremez…
Şimdi karşımızda, yarına verecek hesabın tasasını çekmeyen, tarihin kendilerini nasıl yargılayacağını hiç düşünmeyen, efendisinin çıkarlarını insani değerler ve norm olarak dünyaya dayatan; mirasyedi, onursuz, hodendiş bir köleler topluluğu var yalnızca. Batı medeniyetinin bugününü temsil ediyor.
Dededen miras tarlaları satıp dolce vitta yaşayan Ağustos böcekleri gibi, dünden müdevver sermayeyi yiyorlar. Üstelik tarihten aldıkları derse rağmen, bugünün faturasını yarın gelecek kuşakların ödeyeceğini hiç düşünmüyorlar.
Tam bu noktada bir şeylerin muhasebesini yapacaksak eğer şuradan konuşalım derim: Bizi sürekli Batı’dan uzaklaşmakla itham edenler bu tezviratlarını utanmazca sürdüredursun; geldiğimiz nokta bizlere bir şeyi ispat ediyor. Kendisinden sürekli uzaklaşan ve savunduğu değerlere bizzat yabancılaşan Batı ile aramıza hiçbir sebeple mesafe girmeseydi, insani sebeplerle büyük mesafelerin girmesi kaçınılmazdı.
Çünkü bu ahlaksızlar bizlere, kendileriyle yanyana durabilmenin önkoşulu olarak; efendilerin çıkarı için canımızdan, toprağımızdan, değerlerimizden vazgeçmemizi ve en ufak direniş göstermeden kelleyi kasabın bıçağına uzatmamızı öne sürüyorlar. Bizden bekledikleri İsmaillik, kendileri İbrahim olduğu için değil, boğuşmaya takatleri olmadığı içindir.
İyisi mi fazla kokmadan, çekin sifonu gitsin…