Spiked: Polonya-Almanya hattındaki mücadele ve AB’nin ruhu
Polonya, PiS yönetimi altında temel Avrupa dogması olan Almanya’nın AB’nin doğal lideri olduğu ve küçük ülkelerin itaat etmesi gerektiği fikrine başkaldırıyor.
İngiltere merkezli Spiked’da Polonya ile Almanya arasındaki ihtilaflar bağlamında Batı Avrupa medyasının Varşova yönetimine yönelttiği eleştirileri ve Polonya’nın hayata geçirdiği politikaları ele alan bir analiz yayınlandı.
Rafel Wos’un kaleme aldığı analizde “Polonya, PiS yönetimi altında temel Avrupa dogması olan Almanya’nın AB’nin doğal lideri olduğu ve küçük ülkelerin itaat etmesi gerektiği fikrine başkaldırıyor.” ifadeleri yer alıyor.
İşte Spiked’de yayınlanan o analiz:
Polonya’da bir şeylerin yolunda gitmediği hakkında konuşulanları belki duymuşsunuzdur. Oysa Polonya, büyük ve önemli bir ülke. AB’nin nüfus bakımından beşinci, ekonomik açıdan altıncı büyük ülkesi. Avrupa entegrasyonunun popüler bir aktörüydü. NATO’nun doğu sınırlarında kilit bir konuma sahip. Ancak son dönemde “Avrupa karşıtı”, “popülist” ve hatta “otoriter” bir siyasete sürüklenmiş görünüyor.
En azından Batı Avrupa medyasının anlattığı hikaye böyle. Batı Avrupa medyası, Polonya’yı bir anlamda kum torbasına çevirmiş durumda. Ancak bunun niçin yaşandığını anlamak için bir hususa değinmek gerekiyor. Bu da Polonya’nın komşusu ve abisi olan Avrupa ekonomisinin itici gücü, AB’nin taçsız hükümdarı Almanya faktörü.
Mevcut durumda Polonya ile Almanya arasındaki ilişkiler gergin bir muhtevaya sahip. Oysa eskiden çok farklıydı. 1990’dan sonra Almanya, Polonya’nın NATO ve AB’ye katılmasında belirleyici rol oynadı. Berlin yönetimi, bu hikayeyi zayıf ve yaralı komşusuna yardım eden kötü gün dostu gibi anlatmayı seviyor. Ancak gerçekler, her zaman anlatılandan çok daha karmaşıktı.
Zira Almanya, Polonya’yı Rusya’ya karşı bir tampon bölge olarak görüyordu. Alman iş dünyası da Polonya’nın ekonomik kaynaklarından kâr elde etmek istiyordu. İyi eğitimli ve nispeten ucuz Polonyalı iş gücü, Alman üretim zincirine entegre edildi. Geniş Polonya iç pazarı (40 milyon insan), bankacılık hizmetlerinden parakende ve telekominasyona kadar çoğunluğu Alman olmak üzere Batı ürünleriyle dolup taştı.
Aslında Polonya, başlangıçta güçlü komşusuyla işbirliği yapmaktan mutluluk duydu. Çünkü kimse Doğu ile Batı arasında boşlukta kalmak istemezdi. Ancak hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Zaten Polonya’nın Avrupa’ya başarılı bir biçimde entegre olması, Almanya ile “küçük kardeşi” arasındaki ilişkiyi de karmaşıklaştırdı.
2004 yılında; yani Polonya’nın AB’ye katıldığı dönemde Polonya ile Almanya’nın kişi başına düşen milli gelir oranı 1’e 5 seviyesindeydi. Gelinen noktada ise 1’e 3. Elbette bu yakınlaşma süreci henüz tamamlanmış değil. Ancak açıkça görülüyor ki; Alman ekonomisi durgunluk yaşarken; Polonya’nın ekonomisi hızla büyüyor. Bu da iki ülke arasındaki ilişkileri daha eşit ve sürdürülebilir bir temele oturtma düşüncesini akıllara getiriyor.
Daha adil ilişki arayışı, Polonya’da 2015’te Hukuk ve Adalet Partisi’nin (PiS) iktidara gelmesiyle birlikte ülke gündeminin temel başlıklarından biri haline geldi. Batı Avrupa medyası, PiS’i genellikle sağcı bir parti olarak nitelendiriyor. Faakat bu oldukça basit bir yaklaşım.
Yakından bakıp PiS’i tehlikeli, antidemokratik sağcılar şeklinde tanıtan propagandayı anlamaya çalışırsanız, kampanyanın arkasında Alman ana akım medyasının bulunduğunu görürsünüz. Ancak bu, PiS’in gerçek politikalarıyla ilgili değil. Her şey, Polonya’nın Almanya’ya karşı yaklaşımının değişmesiyle ilgili.
Polonya, PiS yönetimi altında temel Avrupa dogması olan Almanya’nın AB’nin doğal lideri olduğu ve küçük ülkelerin itaat etmesi gerektiği fikrine başkaldırıyor. Üstelik PiS,kendi firkirlerini dile getirmeye cesaret ederek kritik konularda Almanya’yla karşı karşıya gelmekten çekinmiyor. 2015’ten beri özellikle de Rusya’yla ilişkiler, Avrupa için enerji güvenliği ve yeşil geçiş boyutunda Almanya eksenli geliştirken Polonya’dan itiraz yükseliyordu.
Berlin yönetimi, her fırsatta hoşnutsuzluğunu gözler önüne sermeyi seçti. Bu da esasen önceki Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in bakanlarından Ursula von der Leyen’in Avrupa Komisyonu Başkanı olarak atanmasından sonra ön plana çıktı. Polonya, özellikle de hukukun üstünlüğü gibi “Avrupalı değerlerden” kopmakla suçlanarak Brüksel tarafından sorgulandı ve tehdit edildi. Bu, Brüksel’i öfkelendiren Polonya’daki son hukuk reformlarının aslında Alman hukuk sistemine dayanmasına rağmen yaşandı.
Reformlara yanıt olarak Leyen, Polonya’nın AB Covid Kurtarma Fonu’ndaki payını alıkoydu. Ve Varşova da kendi son kozunu oynayarak Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı sırasında Polonya'ya karşı işlediği zulümler için resmi bir tazminat talebinde bulundu. Varşova bu talebe 1.3 trilyon dolarlık bir rakam belirledi.
Bu yaşananları, sadece zorlu bir ortak tarihe sahip iki komşu arasındaki bir mücadele olarak okumak eksik olacaktır. Çünkü Polonya’nın Almanya’ya itiraz etmesinin Avrupa’da iyi şeyler olabileceği konusunda nedenler sunduğu aşikar.
Sonuçta Berlin’in AB içerisindeki liderliği ideal bir durum değil. Bu, Putin’in 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya saldırı başlattığı gün açıkça görüldü. Almanya’nın Rus doğalgazını kullanarak yeşil ekonomiye geçişi destekleme politikası iflas etti.
Bilindiği üzere Almanya, yılarca hiçbir itiraza kulak asmak istemedi. Berlin, naif bir politikayla Avrupa’yı Rusya’nın tuzağının içine sürükledi ve senelerce Vladimir Putin’e karşı çıkan herkesle mücadele etti.
Bu, Berlin’in Euro bölgesi borç krizi sırasında veya 2015’teki ilk göç krizi esnasında sergilediği türden sağır bir tutumdu. Almanya, yıllarca bu tuhaf politikalarla Avrupa’ya liderlik etti.
Aslında Avrupa entegrasyonu her zaman oybirliği ilkesi üzerine inşa edildi. Bu, zaman zaman Avrupa'yı zayıf gösterebilir. Ancak iç gerilimleri düzeltir ve entegrasyonu güçlendirir. Ancak Almanya'nın yıllardır amacı, oybirliğini mezarına koymak ve yerine muhalefet eden devletleri kenara itebileceği bir çoğunluk sistemi getirmek oldu.
Almanlar bunun Avrupa'yı daha etkili hale getireceğini savunuyorlar. Ancak gerçekten de en iyi çözüm bu mu? Avrupa içinde muhalefet ve farklı bakış açıları olamaz mı? Peki, küçük ülkelerin çıkarları ne olacak? Bu, onları Avrupa fikrinden koparmaz mı? Daha küçük devletlerin isteklerini geçersiz kılmak, AB içindeki gerilimleri arttırmıyor mu?
Bunlar geçerli sorular. Ve Polonya ya da cesaret edebilen başka bir ülke, bu sualeri sorma hakkına sahip. Berlin’i rahatsız etse bile.