The Economist: Ortadoğu, dünyadaki rekabetin merkezi haline geliyor!
Dünyada, jeopolitik değişimlerden yeni rekabet alanlarına kadar köklü bir değişim yaşanıyor. Uluslararası rekabetin yenı arenası olan Ortadoğu neden daha fazla önem kazanıyor?
İngiltere'nin önde gelen yayın organlarından The Economist'de, dünyada yaşanan son gelişmelerin ardından dünyadaki rekabet alanlarındaki değişimin ve bu minvalde özellikle Ortadoğu'daki gelişmelerin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Dünyada yaşanan çatışmalar ile; ticaret yollarından ekonomik dengelere, jeopolitik değişimlerden yeni rekabet alanlarına kadar köklü bir değişim yaşandığına dikkat çekilen analizde, Orta Doğu'nun ise bu rekabette merkezi bir noktaya geldiği belirtildi.
Analizde ayrıca, başta ABD ve Çin rekabeti olmak üzere, hem küresel hem de bölgesel güçlerin adımları ve olası sonuçları değerlendirildi.
İşte The Economist'de yayınlanan analiz:
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS bloğu bu yapısı ile dünyanın uç noktalarında üyelerden oluşuyordu. Ancak Orta Doğu bölgesi şimdiye kadar bu geniş ağın dışındaydı.
Dünyada yaşanan son gelişmelerin ardından ise, artık bu durum değişmiş görünüyor.
Zira; bloğun gerçekleşen son yıllık zirvesine davet edilen altı ülkeden dördü Orta Doğu ülkesiydi. Bunlar; Mısır, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ydi ve gelinen noktada Orta Doğu, genişleyen bloğun üye sayısının üçte birinden fazlasını oluşturacak.
Bu durum, Orta Doğu’daki değişimi ve artan önemini gösteren pek çok işaretten sadece biri.
Değişimde öne çıkan kritik nokta ise zengin Körfez ülkelerinin kendilerini bağlantısız orta güçler olarak konumlandırmaları. Bu bağlamda, Suudi Arabistan’ın Rusya ve Ukrayna arasında arabuluculuk teklifinde bulunması dikkat çekici.
Beş yıl önce Suudi Arabistan’ın veliaht prensi Muhammed bin Selman bölgedeki gidişatın yönüne dair iyimser bir vizyon sundu.
Hatta Selman;
“Yeni Avrupa’nın Orta Doğu olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki küresel rönesans Orta Doğu’da olacak.”
ifadelerini kullanmıştı.
Bu sözler, bölge uzmanlarının son dönemde kullanmaua başladığı ve Körfez’de de giderek daha popüler hale gelen “yeni Ortadoğu” söylemiyle oldukça uyumlu görünüyor.
Öngörülen modele göre, diplomasiyle gelen istikrar, yatırım ve büyümeyi teşvik ederek geçmiş yıllardaki çalkantılı süreçlerin sona ermesini sağlayacak. Körfez ülkeleri, uzun zamandır kendi içlerinde uyguladıkları bu modeli şimdi bütün bölgeye ihraç etmek istiyorlar.
Şu bir gerçek ki Orta Doğu, ekonomik olarak büyük bir potansiyele sahip.
En bariz gösterge ise bölgenin geniş hidrokarbon rezervlerine sahip olmasıdır. Bunun yanı sıra bölge, dünya petrol üretiminin %36’sını, petrol ihracatının %46’sını, doğal gaz üretiminin %22’sini ve sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatının %30’unu gerçekleştiriyor.
Dahası, bu rakamlar giderek artacak.
Dönüşüm
Genel olarak bakıldığında Orta Doğu için son yirmi yılın hikayesi çatışma ve umutsuzluktan ibaretti. Bu bağlamda, ABD’nin 2003’teki Irak işgali ve 2010 sonlarında başlayan Arap Baharı protestoları öne çıkıyordu. Protestolar demokrasi yerine kaosla sonuçlandı.
Buna rağmen, Orta Doğu’nun küresel sistemdeki yerini değiştirecek üç büyük değişim yaşanıyor.
Bunlardan ilki, Körfez ülkeleri ile ABD arasındaki mesafenin giderek açılması. Son üç başkan da ABD’nin Orta Doğu’daki askeri varlığını azaltma yoluna gitti. Dahası, mevcut başkan Joe Biden bölgeye demokrasi getirmeye çalışmıyor. Hatta görünen o ki İran’ın nükleer programını dizginlemekle dahi pek ilgilenmiyor.
Bunun sebebi ise ABD’nin başka önceliklerinin olması. Çin’le rekabet, Ukrayna savaşı ve ülkedeki iç siyasi kriz bu önceliklerin başında geliyor.
Öte yandan, ABD’nin bölgedeki ekonomik rolü de zayıflama eğiliminde. IMF’ye göre, son 30 yılda Orta Doğu’nun ihracatında Çin ve Hindistan’ın payı %5’ten %26’ya yükselirken, Avrupa ve ABD’nin payı %34’ten %16’ya geriledi.
Orta Doğu’daki ikinci değişimin merkezinde petrol yer alıyor. Bölge ülkeleri, çelişkili görünse de hidrokarbondan uzaklaşmayı finanse etmek için petrol ve gazda daha büyük bir güç olmaya çalışıyor.
Suudi petrol devi Aramco, 2021’de 110 milyar dolar olan karını geçen yıl 161 milyar dolar gibi rekor bir seviyeye çıkardığını açıkladı. Önümüzdeki üç yıl içinde kapasitesini yaklaşık %10 oranında artırarak günde 1 milyon varile çıkarmayı planlıyor.
Benzer bir hedefe sahip olan BAE, Batı yaptırımlarına maruz kalan İran ve Rus petrolü için bir geçiş noktası haline gelmiş durumda. Halihazırda dünyanın en büyük LNG ihracatçısı olan Katar ise 2027 yılına kadar üretimini %63 oranında arttırmayı planlıyor.
Bölge ülkeleri, bu değişim sayesinde elde edilen gelirlerle yeni sektörlere yatırım yapma imkanı elde ediyor.
Suudi Arabistan petro-dolarlarını artık ABD hazinesine yatırmak yerine Avrupalı futbolculardan elektrikli otomobil firmalarındaki hisselere kadar farklı sektörlere yatırıyor. Ülkenin nihai hedefi ise 2030 yılına kadar bu sektörlere 170 milyar dolarlık yatırım yapmak.
Bölgedeki üçüncü ve son değişim ise, Arap dünyasındaki toplumsal tutumlarda yaşanıyor.
Anketlere göre, Araplar ekonomiyi en önemli endişe kaynağı olarak görüyor. Genç Arapların yaklaşık üçte biri bölgenin en büyük sorununun hayat pahalılığı olduğunu söylerken, diğer üçte biri de işsizliğe işaret ediyor. Bu gençlerin neredeyse yarısı ülkelerinde iş bulmanın zor olduğunu belirtiyor. İstikrarın mı yoksa demokrasinin mi daha önemli olduğu sorulduğunda ise, bunların %82’si istikrar yanıtını veriyor. Üstelik, demokrasinin ekonomik büyüme için kötü olduğuna inananların sayısı da giderek artıyor.
Körfez ülkelerinin yöneticileri de yeni bir yaklaşım benimsemiş durumdalar. Nitekim, geçtiğimiz on yıl boyunca bölgeyi değiştirmek için somut baskı araçlarına başvurmuşlardı. Bu çerçevede, Yemen’de kendilerine yakın bir hükümet dayatmaya çalıştılar. Suudi Arabistan Suriyeli isyancılara silah gönderirken, BAE de Halife Hafter’i Libya’nın başına getirmeye çalıştı. Ancak, bu çabaların hemen hepsi başarısızlıkla sonuçlandı.
Bu başarısızlıkların üzerine en azından şimdilik bölgedeki hamasi dış politika dönemi sona ermiş görünüyor.
En beklenmedik diplomatik değişim ise Suudi Arabistan ile İran arasındaki anlaşma oldu. 1979’daki İran İslam Devrimi’nden beri anlaşmazlık halinde olan iki ülke nihayetinde Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’de vekalet savaşlarına giriştiler.
Ancak, Çin’in de etkisiyle, geçtiğimiz Mart ayında 2016’dan beri kapalı olan büyükelçiliklerini yeniden açma, devlet destekli medyada birbirlerine yönelik eleştirileri azaltma ve ekonomik bağları güçlendirme konusunda anlaşma sağladılar.
Yerel reformlar
Körfez ülkeleri, büyük yerel reformlarda da mesafe kaydetmiş görünüyor.
2017’nin ilk çeyreğinde %16 olan Suudi kadınların istihdam oranı bu yılın aynı döneminde %31 düzeyine ulaşmış durumda. Öte yandan, Körfez ülkeleri, finansal yardımlarda da daha hassas bir yaklaşım benimsiyor. Bazı yardım paketleri hala birkaç şarta bağlı olarak gerçekleşiyor.
Tüm bu olanlara iyimser bakanlar, bölgedeki mevcut durumun nereye varabileceği konusuna yoğunlaşmış durumda. Buna göre, daha sakin bir Orta Doğu, küresel ticaret ve enerji akışı için daha az risk ve daha az mülteci anlamına gelecektir. Nitekim, dünyadaki 35 milyon mültecinin 8 milyondan fazlası bu bölgeden kaynaklanıyor.
Batılı firmalar ise tedarik zincirlerini çeşitlendirmeye çalıştıkça, daha dinamik bir Orta Doğu’yu yeni üretim üsleri haline getirebilir. Fas’ın yılda yaklaşık 700.000 araç üreten ve 220.000 kişiye istihdam sağlayan gelişmiş otomobil endüstrisi bunun mümkün olduğunu gösterir nitelikte.
Kötü yönetimler
Arap dünyasının en kalabalık ülkesi olan Mısır’daki durum özellikle endişe verici. 2013’teki askeri darbeden bu yana ülkeyi yöneten Abdülfettah es-Sisi, sağlık ve eğitim için anayasanın gerektirdiğinden daha az harcama yapıyor.
Ancak, çölde yeni bir başkent kurmak ve büyük silah alımları gibi görkemli projeler için harcama yapmaktan çekinmiyor. Mısır son verilere göre, dünyanın altıncı büyük silah ithalatçısı konumunda.
Mısır’da toplam borcun milli gelire oranı %93 seviyelerine yükselirken bu borçların %36’sı yabancı para birimleri üzerinden. Mısır’ın para birimi ise son iki yılda %50 oranında değer kaybetti ve muhtemelen yakında tekrar devalüe edilecek. Dahası, Mısır’daki kötü durum ilerlemeye devam ederse Körfez ülkelerinin ekonomik beklentileri bundan zarar görebilir.
Orta Doğu için bir başka risk de bölgenin müreffeh ülkelerinin bile vaat ettikleri istihdam ve büyümeyi yakalayamamış olmalarıdır. Elbette, bu ülkelerin bugüne kadar bölgedeki komşularına kıyasla daha iyi durumda oldukları yadsınamaz. Suudiler ve Libyalılar 1975’te kişi başına düşen milli gelir bakımından aşağı yukarı aynı seviyedeyken bugün Suudilerinki %353 daha yüksek durumda.
Körfez ülkeleri ve bölgenin diğer aktörü İsrail Orta Doğu nüfusunun sadece %14’ünü oluşturmalarına rağmen bölgedeki toplam milli gelirin %60’ına, ihracatın %73’üne ve doğrudan yabancı yatırımların %75’ine sahip durumda.
İdeolojik anlaşmazlıklar ve çatışmalar
Bir diğer endişe kaynağı ise liderlerin büyük bir hevesle üstünü örttükleri ideolojik anlaşmazlıkların bir noktada yeniden patlak verme ihtimalinin olması. İran nükleer programı için zenginleştirilmiş uranyum üretmeye devam etmesine rağmen Suudi Arabistan uzlaşı arayışından vazgeçmedi.
Ancak, İran’ın daha da ileri giderek nükleer bomba üretmesi halinde, bunun bölgesel bir silahlanma yarışını ve hatta bir savaşı tetiklemeyeceğinin garantisi yok.
İsrail ile Filistin arasındaki çatışma, Arapların İsrail ile yaptığı anlaşmaları bozuyor ve bölgesel bir savaş riskini artırıyor.
Diğer taraftan, Suudi Arabistan ve BAE, yeni Orta Doğu’nun başlıca savunucuları olmalarına rağmen hem dış politika hem de ekonomi konularında sık sık anlaşmazlığa düşüyorlar.
Son risk ise bölgedeki jeopolitik dengelerin yanlış kurulması. ABD hala askeri gücünü bölgeye yansıtmaya istekli ve bunu yapabilecek tek ülke konumunda. Üstelik, küresel finans sistemi üzerindeki hakimiyeti ona eşsiz bir ekonomik güç sağlıyor.
Körfez ülkeleri böylesine güçlü bir müttefiki kaybetme riskini göze alamaz. Ancak, Rusya ve Çin’le kurdukları ilişkiler Washington’da giderek artan bir tepkiye yol açıyor.
İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden Emile Hokayem, Körfez ülkelerinin “gelecekteki refahlarını kısmen Çin’in ekonomik yükselişinin devam edeceği varsayımı üzerine planladığını” belirtiyor.
Sonuç olarak bölgede, barış ve kalkınma vizyonu hem bölge için hem de dünya için oldukça cazip görünüyor. Ortadoğu, jeopolitik denge de giderek daha önemli hale geliyor ve dünyadaki rekabetin merkezi haline geliyor.