The Hill: Basra Körfezi’ndeki yeni dengeler: Klasik jeopolitiğin dönüşü

Ferisiler kitabında geçen “Eski ne ise tekrar yaşanacak, yapılan ne ise tekrar yapılacak. Çünkü güneşin altında yeni bir şey yok.” sözleri, Basra Körfezi’nn jeopolitik koşullarını tanımlamak için kullanılabilir.

1. resim

Son yıllarda Ortadoğu’da geleneksel ittifak ilişkileri değişmekte, denkleme yeni oyuncular dahil olmaktadır. ABD’nin bölgedeki etkisi azalırken yeni işbirlikleri gelişiyor. Yaşananlar, pek çok uzmanı şaşırtsa da aslında tarih boyunca devletlerin jeopolitik nedenlerle yöneldiği stratejiler, güncel boyutlarıyla yeniden gündeme geliyor.

Andrew Latham tarafından kaleme alınan ve The Hill’de yayınlanan “Basra Körfezi’ndeki yeni dengeler: Klasik jeopolitiğin dönüşü” başlıklı analiz de bu konuya odaklanıyor.

İşte The Hill’de yayınlanan o analiz:

Ferisiler kitabında geçen “Eski ne ise tekrar yaşanacak, yapılan ne ise tekrar yapılacak. Çünkü güneşin altında yeni bir şey yok.” sözleri, Basra Körfezi’nn jeopolitik koşullarını tanımlamak için kullanılabilir.

Eğitimsiz bir göz için bölge, jeopolitik depremler çağından geçiyor gibi görünebilir. Bir zamanlar müttefik olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan, şimdi bölgesel güç için acı bir rekabet içerisinde. Bahreyn ve BAE gibi uzun zamandır var olan düşmanlar ile İsrail arasında da diplomatik ilişkiler normalleşmiş ve güvenlik temelli işbirliği artmıştır. Suudi Arabistan ve Katar da barışmış durumda. Türkiye de Mısır ve Körfez ülkeleriye önemli işbirlikleri geliştiriyor. Çin, bölgede giderek daha fazla etkisi olan ekonomik ve jeopolitik bir oyuncu olarak ortaya çıkıyor ve İran-Suudi Arabistan hattındaki “Soğuk Savaş”, Pekin’in arabuluculuğunda yeni bir sürece evriliyor.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken ABD, Hint-Pasifik’e yönelmek ile Ortadoğu’da dengeleyici aktör olma rolünü sürdürmek arasında tereddüt etmeye devam ediyor. Buna rağmen bölgede etklii olan çok eski jeopolitik dinamikler var. Diplomatların, generallerin ve liderlerin 50, 100 ve hatta 500 yıl önce de kullandıkları tanıdık dinamikler.

Aslında küresel güçlerin etki, kaynak ve stratejik avantaj için yarışması normal bir durum. Mesela Soğuk Savaş’ın ardından önce tek kutuplu dönem yaşanmış, ardından da bölgesel ve küresel düzeyde büyük güç rekabetinin dönüşüne tanıklık edilmiştir. Aktörler, azami kazanım elde etmek için çabalıyor. Küresel güç mücadelesinin ana aktörleri arasında ABD, Çin, Hindistan, Rusya ve Türkiye var. Bu devletlerin her biri, bölgede de kendi çıkarlarına uygun stratejiler geliştiriyor.

Körfez’in tarihsel olarak güvenlik garantileri için ABD’ye yakın konumlanmasına, Çin’in büyüyen ekonomik kapasitesi ve bu çerçevede geliştirdiği ilişkiler nedeniyle meydan okunuyor.

Benzer bir şekilde Hindistan’ın yükselen ekonomik profili, Körfez ülkeleri ile artan işbirliğini teşvik ediyor, Rusya da askeri ortaklıklar yoluyla bölgesel etki alanını genişletmeye çalışıyor. Türkiye, zaten önemli bir oyuncu haline gelmiş durumda, bölgesel konularda etkisini gösteriyor. Bu dinamikler de ittifakları ve diplomasiyi yeniden şekillendiriyor. Ancak bu kesinlikle yeni değil. Aslında, en az uluslararası sistem kadar eski.

Tarihsel arka plana baktığımızda, I. Dünya Savaşı öncesi jeopolitiğin bir örneği olan “dengeleme”nin dönüşünü görüyoruz: Devletler, kimliğe veya ideolojiye başvurmadan, dominant ya da tehdit edici aktörlerin gücünü ve etkisini dengelemek için ittifaklar kurarak, askeri yetenekler inşa ederek veya diplomatik manevralar yaparak kazanımlarını arttırmaya çabalıyor.

Bir bakıma dengeleme, 1979 yılındaki İran İslam Devrimi sonrasında bölgede gerçeklik haline geldi. ABD, Sünni Körfez ülkelerini, Şii İran’ın teokratik devrimini ihraç etme ve bölgede baskın bir rol oynama girişimini denetlemek için harekete geçirdi. Ancak 2015’ten bu yana dengeleme, yeni bir şekil almış durumda. Daha çok 20. yüzyılın öncesindeki gelişmeleri anımsatan bir şekil.

İran’la nükleer anlaşmanın imzalanmasının ve Obama yönetiminin “Asya’ya dönüş” politikasının ardından Washington’ın güvenilir bir dengeleyici olmadığı algısının büyüdüğü dönemde İsrail, yeni bir dengeleyici olarak İran karşıtı koalisyona katıldı.

Söz konusu gelişme, bazılarına tuhaf görünebilir ama oldukça mantıklıydı: İran’ın ABD’nin politika değişikliğinden kaynaklanan kısmi boşluğu kullanmasından endişe edilerek İsrail ve Körfez ülkeleri, Tahran yönetimini dengelemek için birlikte çalışmanın çıkarlarına uygun olduğunu gördüler. Bu yeni koalisyon, kimliğe veya ideolojiye dayanmıyor, sadece paylaşılan stratejik çıkarlara dayanıyor.

Biraz daha yakın tarihten gelen, rakip veya rakiplerle gerilimleri diyalog, müzakere ve güven artırıcı önlemlerle rahatlatma amacıyla kullanan “gevşetme” kavramı da Körfez’de yaşananları anlamamıza yardımcı olabilir. Örneğin Suudi Arabistan ile İran arasındaki yakınlaşma ya da 1970’lerde ABD ile SSCB arasındaki detant dönemi gibi. Ancak bu, varoluşsal çatışmanın sona erdiği anlamına gelmiyor. Gerilimler rahatlayabilir ama kaybolmazlar. Aslında daha sonra daha da şiddetli bir biçimde yeniden ortaya çıkarlar.

Körfez’de Suudi Arabistan ile İran arasındaki çatışma da mucizevi bir şekilde çözülmüş değil. Bu, sadece bölgesel üstünlük için varoluşsal bir mücadelesinin daha sessiz bir aşaması ve 1970’lerde olduğu gibi, rekabetleri yakın gelecekte büyük bir öfkeyle tekrar ortaya çıkacak.

Son olarak tek bir güce aşırı bağımlılıktan kaçınma sanatı olarak “çitçilik” kavramı, Körfez’de gelişen yeni dinamikleri anlamamıza yardımcı olabilir. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Körfez ülkeleri, güvenlik garantileri ve destek için büyük ölçüde ABD’ye yönelmiştir. Ancak son yıllarda Körfez ülkeleri, Çin ve Hindistan’ın yükselmesiyle birlikte, Rusya ve Türkiye’nin yeniden harekete geçmesi gibi fırsatları değerlendirmiş ve ekonomik, diplomatik ve güvenlik ilişkilerini çeşitlendirmiştir.

Bunun ardındaki mantık, hem rasyonel hem de zaman üstüdür. Sadece bir müttefike bel bağlamak, Körfez ülkelerini küresel dinamiklerin değişimine veya ABD’nin dış politika önceliklerindeki değişikliklere karşı savunmasız kılabilir. Körfez ülkeleri, yeni oyuncuların denkleme girmesinin sunduğu fırsatları değerlendirerek ve dış güçlerle işbirliği yaparak riskleri azaltmaya çalışıyor.

Elbette Körfez’deki gelişmeler, “fabrika ayarlarına dönüş” değil; ancak bölgesel özgünlüğü olan 21. yüzyılın bir yansıması. Bazıları, “İleri gidin, burada görülecek bir şey yok” demek isteyebilir. Fakat bu ifade, sadece gerçekten görülecek bir şey olmadığını ifade etmek için değil; hoş olmayan veya tehlikeli bir şeyi gizlemek ya da önemsiz göstermek için de kullanılabilir. Basra Körfezi özelinde hangi anlamın kullanılacağına karar vermek size kalmış.

Tartışma