The Spectator: Amerika “dünyanın jandarması” olmaya devam edebilir mi?
Trilyonlarca dolar harcanan Irak ve Afganistan fiyaskolarının ardından ABD, İsrail tarafından da bir kaosa sürükleniyor! Geleneksel müttefiklerinin bile güvenini kaybeden ABD, “dünyanın jandarması” olmaya devam edebilir mi?
ABD'nin önde gelen yayın organlarından The Spectator'da, ABD'nin dış politika adımlarının özellikle de Ortadoğu'da hamlelerinin ve ABD'nin küresel konumunun değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
ABD'nin özellikle 5 trilyon dolardan fazla para harcadığı Irak işgali ve aşağılayıcı bir şekilde kaybettiği Afganistan savaşının ardından küresel itibarını yüksek oranda kaybettiği belirtilen analizde, ABD'nin geleneksel müttefiklerinin gözünde bile itibar kaybettiğine dikkat çekildi.
Analizde ayrıca, ABD'nin İsrail hükümeti üzerinde etki edemedine dikkat çekilerek, 5 Kasım'da gerçekleşecek olan seçimler sonrasına dair öngörülere yer verildi.
İşte The Spectator'da yayınlanan analiz:
Amerika dünya sahnesinden çekiliyor. Joe Biden İsrail'i Refah'a girmemeye, Hizbullah'ı vurmaktan kaçınmaya ve İran'a karşı misilleme saldırılarından vazgeçmeye çağırdı.
İsrail hükümeti ise uyarıları dikkate almadı ve ABD'de yapılacak seçimler öncesinde Biden'ın yönetimini görmezden gelmeye devam ediyor.
Biden'ın görev süresi bölgenin başka yerlerinde de benzer talihsizliklerle geçti. Özellikle de Amerika'nın Afganistan'dan çekilirken yerel ortakları zor durumda bırakan ve Taliban'ın teokrasisini yeniden kurmasına izin veren kaotik geri çekilişiyle hatırlanacak.
ABD'li diplomat Richard Holbrooke, Amerika'nın yerel müttefiklerine karşı sorumluluğu olduğu konusunda ısrar ettiğinde, Biden şu ifadeleri kullanmıştı:
“Boş ver, bu konuda endişelenmemize gerek yok”
Dünya sahnesinde zor dönem
Biden'ın Ukrayna'ya verdiği destek başlangıçta bir dış politika başarısı gibi görünüyordu. Ancak savaş uzadıkça ve yönetim Ukrayna'nın silahlarını Rusya içinde saldırılar için kullanmasına izin verme konusunda isteksiz kaldıkça, bu başarı bile başarısızlığa dönüşme tehdidi ile karşı karşıya kaldı.
Seçim tahminlerine ve anketlere göre Beyaz Saray'ı yeniden kazanma ihtimali aşağı yukarı eşit olan Donald Trump, NATO da dahil olmak üzere Amerika'nın geleneksel ittifaklarına karşı derin bir düşmanlık besliyor.
Trump'ın büyük laflar ettiği ancak yönetim deneyimi olmadığı 2016'ya kıyasla, bugün daha kararlı ve bu vizyonu hayata geçirme kabiliyetine sahip. İlk döneminde Trump, yönetimindeki kilit pozisyonları kendilerini 'odadaki yetişkinler' olarak gören düzen figürleriyle doldurdu ve kendi partisinin kongre delegasyonu üzerinde tam kontrol sahibi olamadı.
Gelinen noktada Amerika'nın dünyadan kopuşunun tek istisnası, Çin'e karşı sert olma konusunda iki partinin de uzlaşmaya varmış olmasıdır.
Hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler, Pekin'e meydan okumaya istekli olduklarını kanıtladılar. Örneğin gümrük tarifeleri, Çin'in kilit sektörlere sağladığı kapsamlı sübvansiyonlara karşılık vermek ve kendi sanayi politikasını izleme gibi başlıklarda kararlı görünüyorlar.
Ancak Kamala Harris ya da Trump, Tayvan Boğazı'nda Amerikan caydırıcılığını sürdürmek için Amerikan askerlerinin hayatını riske atmaya istekli olmayabilir.
Her iki aday da olası bir Çin saldırısına karşı sadece Çin ekonomisine anlamlı ölçüde zarar verecek yaptırımlar uygulamaya yönelebilir.
ABD dünya sahnesinde etkisini kaybediyor!
Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra Amerika dünyanın kalan tek süper gücü haline geldi ve “dünyanın jandarması” rolünü üstlendi. Ancak Amerikan hakimiyeti dönemi herkesin beklediğinden daha kısa sürdü.
Amerika özellikle Irak işgalinin ardından uluslararası konumunu zedeledi ve aşağılayıcı bir şekilde kaybettiği Afganistan savaşının ardından itibarını yüksek oranda kaybetti. Üstelik ABD sadece Irak ve Afganistan için 5 trilyon dolardan fazla para harcadı.
Diğer yandan uzun süredir devam eden değişimler nedeniyle Amerika, Batı ittifakının giderek daha büyük bir bölümünü oluşturuyor. Yüzyıl önce Amerika'nın gelişmiş ülkelerin nüfusundaki payı sadece %6 idi. O zamandan bu yana bu oran %34'e yükseldi. Bu oranın 2050 yılında yüzde 43'e ulaşacağı tahmin ediliyor.
Amerikalılar küresel bir hegemon olmanın bedelini ödeme konusunda giderek daha az istekli hale gelirken, politikacılar ise ülkelerinin küresel üstünlüğünü sürdürmek istiyor.
Pew'in yakın zamanda yaptığı bir başka ankette, her üç Amerikalıdan sadece biri 'başka bir ülkenin askeri açıdan ABD kadar güçlü olmasının' kabul edilebilir olacağını belirtiyor.
Ankete katılanların yarısından fazlası Amerika'nın 'dünya meselelerinde aktif bir rol oynamasının' çok ya da son derece önemli olduğunu söylerken, sadece on kişiden biri bunun 'çok' ya da 'hiç' önemli olmadığını düşünüyor.
Eğer Amerika dünya sahnesinde zaman zaman dengesiz ya da tutarsız davranıyorsa, bunun tek nedeni Demokrat ve Cumhuriyetçi parti liderlerinin dış politikaya ilişkin önemli konularda geçmişe kıyasla çok daha büyük ölçüde fikir ayrılığına düşmeleri değil; aynı zamanda hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi seçmenlerin, gerekli bedeli ödemeden Amerika'nın küresel rolünün faydalarından yararlanarak çemberi daraltmak istemeleridir.
Görünüşe göre ABD'nin hegomanik güç olması konusunda hem içeri de hem de dışarıda artık farklı bir anlayış var. Zira; geleneksel olarak ABD'nin güvenilir bir ortak olduğuna inanan ülkelerde bile artık ABD'ye karşı olan güven azalıyor.