Project Syndicate: Küresel yapı feodal bir sisteme mi evriliyor?
Trump ve Xi, ülkelerin hiyerarşik konumu “itaate” göre belirlemeye çalışıyor! Peki dünya, feodal bir sisteme mi yoksa çoğulcu bir düzene mi evrilecek?
Son Güncelleme: 18.11.2025 - 08:17
ABD merkezli yayın organlarından Project Syndicate'de ABD Başkanı Trump ve Çin Devlet Başkanı Xi'nin küresel sistem üzerinde uygulamaya çalıştığı politikaların ve küresel sistemin geleceğinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
ABD Başkanı Trump'ın gerek Amerika kıtasında gerekse de küresel arenada Monroe Doktrini çerçevesinde bir strateji izlediği tespiti yapılan analizde, Çin'in de benzer bir strateji izleyerek ülkelerin hiyerarşik konumu “itaate” göre belirlemeye çalıştıkları belirtildi.
Analizde ayrıca; 21. yüzyılın bir tür feodal sisteme mi yoksa kurallarla sınırlandırılmış daha çoğulcu bir düzene mi evrileceğini orta güçlerin belirleyeceği tespiti yapıldı.
İşte Project Syndicate'de yayınlanan analiz:
Karayipler'deki ABD hava saldırıları, Donald Trump'ın dünyada olduğu gibi, Amerika kıtası içi ilişkileri de hiyerarşik olarak gördüğünü gösteriyor.
Önceki ABD başkanları Woodrow Wilson'ın idealizmini Theodore Roosevelt'in gerçekçiliğiyle uzlaştırmaya çalışırken, Trump her iki dürtüyü tek bir değişken inanca dönüştürüyor.
ABD Başkanı Donald Trump geçtiğimiz günlerde Beyaz Saray'da gazetecilere;
“Ülkemize uyuşturucu sokanları öldüreceğiz”
ifadeleri kullanması yeni bir sürecin başladığını da ilan attı.
Zira Trump yönetimi, Karayip ve Doğu Pasifik Okyanusu'nda hava saldırıları düzenleyerek uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı iddia ettiği gemileri imha etmeye ve gemilerdeki kişileri öldürmeye başladı.
Şu ana kadar en az 78 kişi öldürüldü ve Trump şimdi karada da benzer operasyonlar düzenleyeceği tehdidinde bulunurken, ABD'nin şiddet içeren yeni dış politika doktrininin ana hatları daha da belirgin hale geliyor.
Bu yeni doktrin, 1823 yılında Başkan James Monroe'nun dile getirdiği, ABD'nin Amerika kıtasındaki herhangi bir yabancı müdahaleyi düşmanca bir eylem olarak kabul edeceği yönündeki doktrinin yankılarını taşıyor.
1905 yılında eski ABD Başkanı Theodore Roosevelt de, bu fikri “Monroe Doktrini'nin sonucu” ile genişletmiş ve ABD'nin Batı Yarımküre ülkelerinde “düzeni korumak ve can ve mal güvenliğini sağlamakla yükümlü” olduğunu belirtmişti.
Başka bir deyişle, ABD, “çıkar alanı” içindeki egemen ülkelerde hangi davranışların kabul edilebilir olduğuna karar verecek ve buna uymayanları cezalandırmakta tamamen haklı olacaktı.
Trump'ın yaklaşımıyla bu doktrinin paralellikler açık.
Son zamanlarda Venezüella sularının yakınında sık sık gerçekleştirilen hava saldırılarının yanı sıra, Trump yönetimi, Venezüella Devlet Başkanı Nicolas Maduro'nun hükümetinin “uyuşturucu terör karteli” oluşturduğu yönündeki suçlamalarını hergün yineliyor.
Buna, savaş gemileri, gözetleme uçakları, savaş jetleri ve askerler dahil olmak üzere Karayipler'deki ABD askeri yığınaklamasını da ekleniyor ve ABD'nin sadece uyuşturucu ticaretini bozmakla kalmayıp, rejim değişikliğini de hedeflediği anlaşılıyor.
Ancak Monroe Doktrini ile Trump'ın yaklaşımı arasında önemli farklar da var.
Öncelikle, Monroe Doktrini'nin yansıttığını iddia ettiği “ahlaki görev” ne olursa olsun, daha açık bir şekilde zorlayıcı, ego odaklı bir mantıkla değiştirildi.
Bu nedenle, Panama Kanalı ABD'nin “geri aldığı” stratejik bir merkez haline geldi. Meksika, ABD yönetiminin “söylediklerini yapıyor”. Brezilya, Trump'tan esinlenerek 2022 seçimlerindeki yenilgisini tersine çevirme girişiminde bulunan eski Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro'yu yargıladığı için %50 gümrük vergisi ile cezalandırılacak. Ve 51. ABD eyaleti olması gereken Kanada da, Ontario'da yayınlanan ve Başkan Ronald Reagan'ın gümrük vergilerini eleştiren ses kaydını kullanan bir televizyon reklamı nedeniyle ticaret görüşmelerinin askıya alınmasıyla benzer şekilde cezalandırılıyor.
Bu arada Trump, ideolojik müttefiki Başkan Javier Milei'ye destek olmak için Arjantin'e 40 milyar dolarlık bir kurtarma paketi onaylıyor.
ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, bu anlaşmayı yeni bir “ekonomik Monroe Doktrini”nin merkezi olarak nitelendirdi. Ara seçimlerde kesin bir zafer elde eden Milei'nin minnettarlık ve hayranlık ifadeleri, Trump'ın egosunu besliyor ve bölgedeki ABD liderliğini yeniden teyit ederken, Latin Amerika ülkelerinin özerkliğinin aşınmasını da vurguluyor.
Bu tür eylemler, Trump'ın Amerika kıtası içi ilişkileri temelde hiyerarşik olarak algıladığını yansıtıyor. Bir ülkenin hiyerarşik düzen içindeki konumu, egemen ABD'ye sağladığı faydalar ve itaatle belirleniyor.
Önceki ABD başkanları Woodrow Wilson'ın idealizmini Roosevelt'in gerçekçiliğiyle uzlaştırmaya çalışırken, Trump her iki dürtüyü tek ve değişken bir inanca dönüştürüyor. Bu da; sorumluluk veya kısıtlama olmaksızın istisnacılık.
Bir diğer önemli fark ise, Trump'ın yaklaşımının iç popülizm tarafından şekillendirilmiş olmasıdır.
ABD şehirlerinde Ulusal Muhafızları konuşlandırmaktan, eski FBI Direktörü James Comey gibi isimleri düşman olarak tanımlayarak hukuk savaşı başlatmaya kadar, “iç düşmanı” ortadan kaldırdığını iddia eden anlayış, kapısının önündeki “düşmandan” ABD'yi koruduğunu da iddia ediyor.
Batı Yarımküre'yi kendi iradesine boyun eğdirerek Trump, sadece dış dünya üzerinde hakimiyet kurmayı değil, aynı zamanda iç politikada da otoritesini pekiştirmeyi umuyor. Trump yönetiminin ABD ordusuna “savaşçı ruhu” benimsemesi çağrısı ve Savunma Bakanlığı'nı Savaş Bakanlığı olarak adlandırma kararı da benzer amaçlara hizmet ediyor.
Bunun etkileri Latin Amerika'nın çok ötesine uzanıyor. Trump için Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile görüşmek, denge arayan rakipler arasındaki bir ilişki değil, kendi alanlarının ustaları arasındaki bir anlaşma anlamına geliyor. Bu, Trump'ın Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi'ne Latin Amerika'yı dahil etmesini ve Küba ve Panama'daki varlığını neden provokasyon olarak gördüğünü açıklamaya yardımcı oluyor.
Trump'ın “etki alanı”na koyduğu sınırları pek de saygı duymayan Çin, Pasifik deniz yollarından Afrika altyapısına kadar etkisini genişletmeye devam ediyor. Ancak birçok yönden, Xi'nin kendi kendine yeterlilik ile seçici açıklığı dengelemeyi amaçlayan “çift dolaşım” stratejisi, Trump'ın dar görüşlü iddialılığının aynısıdır.
Aslında, dış politika konusunda Trump ve Xi, içerik açısından değil, üslup açısından daha fazla farklılık gösteriyor. Her ikisi de eski çok taraflı düzeni reddediyor ve süreçten çok gücü tercih ediyor. Gücü kurallara tabi kılmak için on yıllardır süren kurumsal çabalar şimdi bozuluyor.
Ancak ortaya çıkan bu dünya; Soğuk Savaş dönemindeki katı anlamda iki kutuplu değil. Daha ziyade, iki çekim merkezi var ve orta güçler bu merkezlerin yörüngesinde dönerek dengeleri değiştirme potansiyelini elinde tutuyor.
Bu ülkelerin birbirleriyle işbirliği yapıp yapamayacakları, 21. yüzyılın bir tür feodal sisteme mi dönüşeceğini, yoksa kurallarla sınırlandırılmış daha çoğulcu bir düzene mi evrileceğini belirleyecek.
Kaynak:
Project SyndicateİLGİLİ HABERLER
The Guardian: Trump güçlünün haklı olduğu bir dünya istiyor
The American Conservative: Çok kutuplu dünyada Avrupa'nın üç seçeneği
The Hill: Trump neden Putin'i “ödüllendirmek” istiyor?
Somali Başbakanı Barre: "Trump'a yanıt vermeye bile gerek yok"
Trump uyuşturucu kaçakçılığından hüküm giyen eski Honduras liderini affetti
Brussels Signal: Çok kutuplu düzende Avrupa'ya yer yok
DİĞER HABERLER
Brussels Signal: Çok kutuplu düzende Avrupa'ya yer yok
The Hill: Trump neden Putin'i “ödüllendirmek” istiyor?
Real Clear World: Trump'ın saldırgan yeni Batı Yarımküre doktrini
Gulf State Analytics: İsrail'in Suriye'deki asıl hedefi ne?
The New Arab: İsrail'in “zorla nakil” stratejisinin arka planı
Politico: Avrupa'nın zayıflık psikolojisi tırmanıyor
The National Interest: Japonya, 3. Dünya Savaşı'nın fitilini mi ateşledi?
Carnegie Endowment: Türkiye Ukrayna barış sürecinde kilit aktör olabilir.
The Telegraph: Avrupa varoluşsal krizini aşabilecek mi?
UnHerd: İsrail'in saldırganlığı üçüncü bir dünya düzenini mi başlatacak?


