Arab News: Küresel değişimler ve Türkiye'nin çok yönlü dış politikası
Türkiye, sadece Batı kampına sıkışmayan çok yönlü bir dış politika yürütüyor. Küresel ağırlık merkezi Batı dışı ülkelere kayarken Türkiye etkisini artırıyor.
Son Güncelleme: 06.09.2025 - 06:02
Suudi Arabistan merkezli yayın organlarından Arab News'de Şangay Zirvesi'nin ve Batı merkezli yeni küresel düzendeki değişimler ışığında Türkiye'nin artan etkisinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Türkiye'nin Batılı güçlerin sahip olmadığı, Rusya, Çin ve İran ile ilişkilerine ve aynı zamanda da Batı başkentlerinde de Şanghay İşbirliği Örgütü üye ülkelerinin sahip olmadığı bir etkiye sahip olduğuna dikkat çekilen analizde, Türkiye'nin sadece Batı kampına sıkışmayan çok yönlü bir dış politika yürütüğü tespiti yapıldı.
Analizde ayrıca; üresel ağırlık merkezi Batı dışı ülkelere kayarken Türkiye'nin etkisini artırdığı tespiti yapıldı.
İşte Arab News'de yayınlanan analiz:
Hedging, dengeleme veya pazarlık olarak tanımlansa da, Türkiye'nin Batı ve Batı dışı dünyalara yönelik politikaları farklı parametreler, değişimler ve süreklilikler tarafından şekillenmektedir. Bu yaklaşım, hem gözlemciler hem de Türkiye'nin muhatapları için şüphesiz anlaşılması zor bir yaklaşımdır.
2013 yılında Ankara, Şanghay İşbirliği Örgütü'ne diyalog ortağı olarak katıldığında, Türkiye'nin geleneksel müttefiki olan Batı'da kafa karışıklığı ve endişe yarattı.
O dönemde gözlemciler;
“Bu örgüt NATO'ya karşı en ciddi muhalefettir. Bir yandan NATO üyesisiniz, diğer yandan ise NATO karşıtı bir örgütün üyesi olmak istiyorsunuz. Bu tutum, dünyadaki dengeyi değiştirebilir.”
yorumlarında bulunmuşlardı.
O dönemde başbakan olan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şanghay İşbirliği Örgütü kartını oynadığında, birçok kişi bunu NATO ve AB'ye baskı yapmak için yapılan bir blöf olarak gördü. Türkiye'nin bu iki kuruluşla ilişkileri çeşitli konularda tıkanmıştı.
Ancak Türk siyasi elitleri ciddi bir şekilde alternatifleri araştırıyordu ve şimdi, on yıldan fazla bir süre sonra, Ankara'nın hamlesinin bir blöften çok daha fazlası olduğu ortaya çıktı.
Erdoğan geçen hafta Çin'deydi ve birçok dünya lideriyle birlikte Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi'ne katıldı. Ancak Türkiye'nin yakın zamanda tam üye olma yolunda ilerlemesi pek olası görünmüyor.
Özellikle NATO üyesi olarak mevcut güvenlik taahhütleri, böyle bir değişimi zorlaştırıyor. Şu anda Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü'nün diyalog ortakları listesindeki tek NATO üyesi ve hala resmi olarak AB üyeliğini sürdüren tek ülke olarak öne çıkıyor.
Benzer şekilde Türkiye, Vladimir Putin ve Xi Jinping liderliğindeki Rusya ve Çin'in önderlik ettiği ekonomik blok BRICS'e katılmak için resmi olarak ilgi gösteren ilk NATO üyesi oldu.
Türkiye için Şanghay İşbirliği Örgütü'nde gözlemci statüsüne sahip olmak önemlidir. Ancak bu, Batı ile olan ilişkilerinin yerini almaya yönelik bir girişim değil, ABD'nin etkisinin azaldığı bir dönemde Batı dışı güçlerle de ilişki kurmaya yönelik stratejik bir hamledir. Erdoğan, bu yaklaşımı teyit ederek, örgüte katılımın Türkiye'nin NATO üyeliğine veya AB'ye üyelik hedeflerine alternatif olarak görülmemesi gerektiğini söyledi.
Tianjin zirvesinde Erdoğan, Rusya, Çin ve İran liderleriyle ikili görüşmeler yaptı. Görüşmeleri, mevcut jeopolitik bağlamda özel bir önem taşıyor.
Rusya, Ukrayna'daki savaş nedeniyle köşeye sıkışmış olsa da, İran'ın bölgesel etkisi İsrail ile savaşı nedeniyle azalmış ve Çin bu gelişmelerden büyük ölçüde uzak durmuş olsa da, Türkiye coğrafi olarak Suriye'den İsrail'e ve Ukrayna'ya kadar tüm bu krizlerin merkezinde yer alıyor ve birçok yönden bu güçlerin sorunları Ankara'nın lehine işliyor.
Türkiye'nin Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk yapması, Çin ile ilişkilerini genişletmesi ve İran ile samimi ilişkilerini sürdürmesi, Ankara'nın stratejik esnekliğini nasıl gördüğünü gösteriyor.
Bu, Türkiye'ye Batılı güçlerin sahip olmadığı, Rusya, Çin ve İran ile ilişkilerinde bir avantaj sağlıyor. Aynı zamanda, tüm şikayetlerine rağmen, Türkiye Batı başkentlerinde Şanghay İşbirliği Örgütü üye ülkelerinin sahip olmadığı bir etkiye sahip.
Türkiye'nin Rusya, Çin ve İran'a yaklaşımı Batı'nınkinden önemli ölçüde farklıdır. Ankara, İran'ın temel çıkarlarını doğrudan tehdit etmediği sürece Tahran ile ilişkilerini yönetebilmektedir. Aynı mantık Rusya için de geçerlidir. Türkiye, Moskova'yı temel bir tehdit olarak görmemektedirve iki ülke belirli dış politika konularında çatışsa da, farklılıklarını büyük ölçüde yönetmeyi başarmışlardır.
Bu, Türkiye'nin rekabet ve gerginlikten çok işbirliğine öncelik veren çok yönlü dış politikasını yansıtmaktadır. Bu politika, benzer düşüncelere dayalı değil, pragmatizm ve bir tarafla iyi ilişkiler sürdürürken diğer tarafla ilişkilerini bozmamaya dayalıdır.
Çok yönlü dış politika, Türkiye için sadece pratik olmakla kalmayıp, orta güç statüsüne de fayda sağlamaktadır. Zira bu politika, Türkiye'ye rakip büyük güçlerden pragmatik bir şekilde eşit mesafede durma imkanı vermektedir.
Aslında Türkiye, hem Rusya hem de İran ile Batı'nın genellikle izleyemediği bir yaklaşım sergilemiştir. Sorunların bölümlere ayrılması.
Örneğin, Ukrayna'ya insansız hava araçları tedarik etmesine rağmen Türkiye, Moskova ile yakın ilişkilerini sürdürmüştür. Batı ülkeleri Rusya'ya ağır yaptırımlar uygularken, Türkiye'nin Moskova'ya ihracatı artmıştır. Bununla birlikte, Türkiye'nin hem Batılı hem de Batılı olmayan ortaklarıyla ilişkileri sınırsız değildir.
Türk liderler, ülkenin sadece Batı kampıyla sınırlı kalmaması gerektiğini savunarak, her zaman kolay olmayan, daha esnek ve çok yönlü bir dış politika izlemektedir.
Dış politikadaki bu değişim, 2016'dan sonra büyük ölçüde değişen iç siyasi manzaradaki değişikliklerle yakından bağlantılıdır. O zamandan beri, Türkiye'nin iktidardaki siyasi eliti, ülkenin iç manzarasını yeniden şekillendirmekle kalmayıp, geleneksel Batı ittifakının ötesine geçerek, hem Batı dışı hem de Batı başkentlerinde bir yer edinmeyi hedefleyerek küresel ilişkilerini de yeniden şekillendirmektedir.
Bu politika, öncekilerden farklıdır. Bu değişim, küresel ağırlık merkezinin yavaş yavaş Batı'dan Batı dışı ülkelere kaydığına dair artan bir farkındalıkla şekillenmektedir. Aynı zamanda, mevcut siyasi elitlerin kendi değerleri ve algılarına dayalı olarak uluslararası sistemi nasıl gördüklerini de yansıtmaktadır.
Kaynak:
GDH Haber
GDH Digital NSosyal hesabını takip edebilirsiniz.
İLGİLİ HABERLER
The New Arab: Netanyahu küresel düzen için sorun haline gelecek
The Economist: Putin müzakereleri uzatarak ne hedefliyor?
The Economist: Gazze'deki yıkımın gerçek boyutları ne?
The Hill: Trump neden Putin'i “ödüllendirmek” istiyor?
Avrupalı liderlerden ABD'nin barış görüşmelerine sert eleştiri
Brussels Signal: Çok kutuplu düzende Avrupa'ya yer yok
DİĞER HABERLER
Brussels Signal: Çok kutuplu düzende Avrupa'ya yer yok
The Hill: Trump neden Putin'i “ödüllendirmek” istiyor?
Real Clear World: Trump'ın saldırgan yeni Batı Yarımküre doktrini
Gulf State Analytics: İsrail'in Suriye'deki asıl hedefi ne?
The New Arab: İsrail'in “zorla nakil” stratejisinin arka planı
Politico: Avrupa'nın zayıflık psikolojisi tırmanıyor
The National Interest: Japonya, 3. Dünya Savaşı'nın fitilini mi ateşledi?
Carnegie Endowment: Türkiye Ukrayna barış sürecinde kilit aktör olabilir.
The Telegraph: Avrupa varoluşsal krizini aşabilecek mi?
UnHerd: İsrail'in saldırganlığı üçüncü bir dünya düzenini mi başlatacak?


