Osmanlı’dan 2025 Türkiye’sine salgınların anatomisi
Veba, verem ve çiçekten COVID-19'a... Salgınlar yalnızca insan bedenlerini değil; toplumları ve devletlerin reflekslerini de şekillendirdi.
Son Güncelleme: 17.09.2025 - 13:27
- Osmanlı’dan Cumhuriyet’e salgın hastalıklarla kesintisiz bir mücadele sürdü.
- Veba, kolera, verem ve HIV; her yüzyılın bir “ölümcül yüzü” oldu.
- Salgınlar sadece sağlığı değil, şehirleri, siyaseti ve toplum yapısını da etkiledi.
- Tarih, her salgında yeniden yazıldı; her kriz yeni bir sağlık politikasını doğurdu.
Osmanlı’da ilk büyük salgınlar
Osmanlı İmparatorluğu, kuruluşundan itibaren birçok büyük salgınla mücadele etmek zorunda kaldı. Bu salgınlar hem demografik yapıyı hem de sağlık politikalarını köklü şekilde etkiledi. Bu dönemlerde devlet, yerel sağlık düzenlemeleri, karantina uygulamaları ve temizlik önlemleriyle salgınlara karşı mücadele etmiştir. Ancak yetersiz altyapı nedeniyle hastalıkların kontrol altına alınması oldukça güç olmuştur.
Orta Çağ’ın kara kabusu: Veba
15. yüzyıldan itibaren Osmanlı topraklarını etkisi altına alan veba, yüksek bulaşıcılığı ve ölümcüllüğüyle toplumda derin izler bıraktı. Ateş, titreme, kas ağrısı, lenf bezlerinde şişme gibi belirtilerle seyreden veba, özellikle Balkanlar’da büyük can kayıplarına yol açtı. Devlet, karantina önlemleri ve temizlik uygulamalarıyla mücadele etmeye çalıştı, ancak dönemin sınırlı tıbbi imkânları nedeniyle başarı kısıtlı kaldı.
Su yoluyla gelen tehdit: Kolera
19. yüzyılın ortalarında Hindistan’dan gelen kolera, 1831’de İstanbul’da ilk büyük salgına yol açtı. Şiddetli ishal, kusma, sıvı kaybı ve kas krampları gibi belirtiler gösteren bu hastalık, özellikle temiz suya erişimin olmadığı yerlerde hızla yayıldı. 1865’te sadece İstanbul’da 30.000’e yakın kişi hayatını kaybetti. Kolera, 1890’lı yıllarda ve 1910-13 döneminde yeniden etkisini gösterdi.
Bu süreçte Osmanlı yönetimi; karantina istasyonları kurdu, su ve kanalizasyon altyapısını yeniledi, hijyen kurallarını yaygınlaştırdı. Örneğin; Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin yazdığı “Kolera Risalesi”, halkı bilgilendirmeyi amaçlayan önemli çalışmalardandı.
20.yüzyıl’da yeniden kolera dalgası
20. yüzyılın başlarında, 1910‑1913 yılları arasında Erzurum’da başlayan ve İstanbul ile Karadeniz hattına yayılan yeni bir kolera dalgası yaşanmıştır. Bu süreçte yalnızca Erzurum ve İstanbul arasında 4.000’in üzerinde ölüm kaydedilmiştir.
Aynı yüzyılın başında, 1900 ve 1901 yıllarında İzmir ve İstanbul’da tekrar veba vakaları görülmüştür. Her ne kadar pandemik bir etki yaratmasa da yerel düzeyde ciddi kayıplara neden olmuştur.
Bu salgınlar sırasında Osmanlı yönetimi, enfekte bölgeleri karantinaya almış, salgın evlerini kontrol etmiş ve şehir temizlik hizmetlerine ağırlık vermiştir.
Tüm bu dönem boyunca Osmanlı’nın salgın hastalıklara karşı verdiği mücadele, hem halk sağlığının gelişimi hem de modern tıp anlayışının Osmanlı toplumuna yerleşmesi açısından kritik öneme sahip olmuştur.
Cumhuriyet’in ilk yılları: Halk sağlığına kurumsal yaklaşım
1923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde Anadolu, sadece savaşların değil salgın hastalıkların da izlerini taşıyordu. Sıtma, frengi, trahom, verem ve çiçek hastalığı, halkın günlük yaşamını doğrudan etkileyen sorunlardı. Sağlık altyapısı neredeyse yoktu; doktor sayısı yetersiz, hastane ve ilaç imkânları sınırlıydı. Cumhuriyet yönetimi, bu tabloyu değiştirmek için radikal sağlık reformlarına yöneldi.
1930’da kabul edilen Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, salgınlarla mücadelede önemli bir dönüm noktası oldu. Bu yasayla birlikte koruyucu sağlık hizmetleri, aşılama kampanyaları, sıtma ve veremle mücadele programları devletin ana sağlık politikası haline geldi. Sağlık ocakları kurularak taşradaki halkın sağlık hizmetlerine erişimi sağlandı.
Ülkemizde veremle savaş çalışmaları
1918’den itibaren veremle mücadelede öncü bazı gönüllü girişimler başlamıştır. Bu alanda çalışan isimlerden biri de Prof. Dr. Besim Ömer Paşa’dır.
Bu gönüllü çalışmaların temel amacı, halkı verem hastalığı konusunda bilinçlendirmek ve dispanserlerin kurulmasına öncülük etmekti. O yıllarda verem henüz ilaçla tedavi edilemeyen bir hastalık olduğundan, mücadele daha çok korunmaya ve eğitim faaliyetlerine dayanıyordu.
Dönemin bir broşüründe belirtilene göre bu derneklerin öncelikli hedefleri arasında;
- Hastalara moral ve teselli vermek,
- Hastalığın çevreye bulaşmasını önlemek amacıyla hem hastaların hem de sağlıklı bireylerin eğitilmesi
- Hastalara tükürük hokkası temin edilmesi,
- İhtiyaç sahibi hastalara gıda yardımı yapılması yer alıyordu.
1930’lardan 2000’lere sağlık politikaları
1950’li yıllardan itibaren Türkiye’de sağlık hizmetleri daha planlı ve yaygın hale geldi. Verem savaş dispanserleri kuruldu, sıtma ile mücadelede DDT gibi kimyasallar kullanıldı.
Ancak kırsal bölgelerde sağlık hizmetlerine erişimde eşitsizlik sürüyordu. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da aşı oranları düşüktü, sıhhiye memuru sayısı yetersizdi. Toplumda hâlâ geleneksel tıp ve hurafelerle salgınlara yaklaşım yaygındı.
2000’li yıllarda yeni tehdit: HIV/AIDS
Türkiye, 2000’li yıllardan itibaren küresel bir salgın olan HIV/AIDS ile de yüzleşti. İlk vakaların 1980’lerde görülmesine rağmen, 2000 sonrası vaka sayılarında belirgin artışlar yaşandı. 2024 itibarıyla Türkiye'de 40 binin üzerinde HIV pozitif birey bulunuyor. AIDS’e dönüşen vakaların sayısı da artmakta.
Toplumda HIV hâlâ büyük bir damgalama aracı olarak görülüyor. Hastalık yalnızca tıbbi değil, sosyal izolasyon ve ayrımcılıkla da mücadele edilmesi gereken bir sorun. Devlet, test ve tedavi imkânlarını yaygınlaştırmaya çalışsa da, özellikle gençler arasında yeterli farkındalık yaratmakta güçlük çekiyor.
COVID-19 yakın yılların en sarsıcı salgınlarından biri
2020’de tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisi, Türkiye’yi de derinden sarstı. İlk vaka Mart 2020’de açıklandı. Kısa sürede sağlık sistemi alarm durumuna geçti. Yoğun bakımlar doldu, sağlık çalışanları yorgun düştü.
Toplum psikolojik olarak yıprandı. Karantinalar, sokağa çıkma yasakları, uzaktan eğitim gibi uygulamalar yaşam tarzlarını kökten değiştirdi. Ekonomik olarak en büyük darbeyi hizmet sektörü aldı; turizm durdu, küçük esnaf iflas etti. Devlet, aşılamayı hızla devreye sokarak pandemiyi kontrol altına almaya çalıştı, ancak güven sorunu ve bilgi kirliliği de bazı kesimlerde direnç yarattı.
Eski dersler, yeni refleksler
Tarih bize bir şey öğrettiyse o da şu: Salgınlar sadece hastalık değildir; toplumu şekillendiren, yönetenleri sınayan, bireyleri dönüştüren aynalardır. Bu yüzden geçmişte yaşananları hatırlamak, sadece tarih bilinci değil, aynı zamanda geleceği koruma refleksidir.
Kaynak:
GDH Haber
İLGİLİ HABERLER
ABD'de kanser teşhisi oranlarında rekor artış kaydedildi
Özel sağlıkta lisans dönemi başladı: Hastane izinleri planlama ve açık artırmayla verilecek
Bolu’da nadir hastalık alarmı: Kadın hastada ‘Deli Dana’ hastalığı tespit edildi
Almanya'da kuş gribi vakaları artmaya devam ediyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Türkiye sağlıkta büyük devrim yaptı
Sağlık'ta yeni dönem: Sosyal medyada makyajlı fotoğraf ve hasta yorumu yasaklandı
DİĞER HABERLER
H3N2 virüsü nedir? H3N2 virüsü H3N2 virüsü nedir?
Müzik dinlemek o hastalığı büyük ölçüde engelliyor
Deli Dana Hastalığı nedir? Deli Dana hastalığı nasıl bulaşır, bulaşıcı mı, belirtileri nedir, nasıl korunulur?
Uzaktan muayene hizmetinden bir yılda 44 bin kişi faydalandı: Sağlık erişimi kolaylaşıyor
Japon biyolog Yoshinori Ohsumi, otofaji keşfiyle 2016 Nobel Tıp Ödülü'nü kazandı
Meme kanserine erken teşhis: 3 ayda sağlığına kavuştu
Kadınlarda en sık görülen kanser: Meme kanseri
Uzmanından uyarı: Damar tıkanıklığının bedeli çok ağır
Nobel Tıp ödülü kim kazandı? Nobel Tıp ödülü 2025 kimin oldu?
Yeni dalga virüs hızla yayılıyor



