
Kadın ve siyah olmak Kamala Harris'e yetecek mi?
Son Güncelleme: 22 Temmuz 2024 Pazartesi - 09:03 | GDH Haber
ABD Başkanlık seçimleri son yıllarda gerek sonuçları gerek süreçleriyle sürprizlere gebe oluyor. Malumunuz olduğu üzere son sürpriz bombası, Başkan Biden’ın yarıştan çekilerek yerine yardımcısı Kamala Harris’i işaret etmesiyle yaşandı.
Kampanyasını yürütenler Biden'ın çekilme kararını sosyal medyadan öğrendi
27 Haziran’da Trump ile çıktığı televizyon tartışmasında düştüğü durumdan itibaren Biden’ın çekilmesi yönündeki baskılar 21 Temmuz’da sonuç verdi. Demokrat Parti’nin başkan adayının teknik olarak kesinleşeceği 19 Ağustos tarihine 1 aydan az bir süre kala Biden, her yönden gelen baskılar karşısında geri adım atmayı kabul etti.
Ancak ilginç olan husus şu ki, Demokrat Parti’nin teşkilatı da, Biden’ın kampanyasını yürüten kadrolar da bu “adaylıktan vazgeçme” bildirisini, tüm dünya ile beraber sosyal medyadan öğrendi. Biden’ın bu bildiriyi hangi şartlar altında yazdığı ya da Biden’a yazdırıldığı ancak 5 Kasım’da Demokrat Parti’nin muhtemel bir yenilgiye uğramasını takiben yaşanacak karşılıklı suçlamalar süreciyle anlaşılabilecek.
Eğer seçimden zaferle çıkılırsa bu süreç tatlı bir anı olarak birilerinin hafızasında yer tutmakla yetinecek.
Gelelim yerine aday gösterdiği Kamala Harris’e.
Biden 2021 yılının Ocak ayında başkanlık görevini devraldığında, 2 yıl sonra sağlık durumu sebebiyle başkanlığı yardımcısı Kamala Harris’e bırakacağı yönünde söylentiler başlamıştı. Ancak bu gerçekleşmediği gibi, Harris kendisinden beklenenden çok daha sönük ve düşük profilli bir başkan yardımcılığı süreci yürüttü.
Burada akla gelen ilk soru şu olabilir: Acaba Kamala Harris, iddia edildiği gibi ikinci yılda başkanlığı devralsa ve 2023 yılında Demokrat Parti içerisinde aday adayları ile yeni bir yarışa girse, bugünkü şansını yakalayabilir miydi?
Harris Demokrat Parti içerisinde mücadeleye girse aday olabilir miydi?
Kamala Harris’in büyük ihtimalle parti içi bir yarıştan çıkıp bugün elde ettiği adaylık imkanını bulması söz konusu olmayacaktı. 21 Temmuz itibarıyla paraşütle başkan adaylığına inme şansını bulan Kamala Harris, bir önceki teşebbüsünde daha ön seçimlere dahi giremeden devre dışı kalmıştı.
2019 yılının 3 Aralık günü yani ön seçimlerin başlamasından aylar önce Demokrat Parti içerisindeki yarışı kazanamayacağını anlamış, yeterli bağış toplayamadığı gerekçesiyle ön seçim sürecini hiçbir oylama ile sınanmadan terk etmişti. Bu profile sahip bir siyasetçinin, yani parti içi mücadelede yeterliliğini ortaya koymamış bir ismin, bugün siyah ve kadın olduğu için seçimi kazanması bekleniyor.
Nitekim, Biden’ın çekilmesinden önce yapılan kamuoyu yoklamalarında da Harris’in Trump’ı yenecek bir isim olmadığı görülüyordu. Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasında gidip gelen “salıncak eyalet” tabir edilen 8 seçim bölgesi içinde Harris’in önde olduğu tek bir eyalet yok.
Bu şartlar altında Kamala Harris’ten beklenebilecek tek şey, özellikle Gazze politikaları konusunda hayal kırıklığına uğrayan ABD standartlarındaki “radikal sol” kesimleri yeniden seçim sandığına çekmeyi başarmak olabilir. Ancak bunun seçimi kazanmak için yeterli olup olmayacağı şüpheli.
Harris’in adaylığının ilanını takip eden 12 saatlik sürede Demokrat Parti tabanının, seçim kampanyası için 48 milyon dolar bağış toplaması ümit verici bir kıpırdanış olarak değerlendirilebilir. Ancak kongreye hala 28 gün var ve Demokrat Parti içerisinde de Kamala Harris’in adaylığından tatmin olmayanlar mevcut.
Siyasette 28 günün çok uzun bir süre olduğu muhakkak. Harris’in bu sürede yapacağı kritik bir hata, ya da kongre tarihine kadar yapılacak kamuoyu yoklamalarında tatmin edici sonuçlar elde edilememesi, Demokrat Parti’nin aday konusunda bir sürpriz adım daha atmasına yol açabilir.
Lord Palmerston’un Mirasını ve Sykes-Picot Haritası’nı Yaşatma Derneği
GDH’ın değerli takipçileri, başlıktaki gibi bir dernek tabii ki resmi olarak yok ama son 2 yılda Gazze ve Suriye’de yaşanan gelişmelerin yarattığı iklim, gerçekten böyle bir derneğin ortaya çıkmasını şaşırtıcı kılmaz. Hatta ülkemizden de çok sayıda üye toplayabilirler.
Lord Palmerston, meşhur “İngiltere’nin ebedi düşmanları ya da dostları yoktur, çıkarları vardır” vecizesinin sahibidir. Ancak yüksek nitelikleri bununla sınırlı değil. Birleşik Krallık diplomasisinde Dışişleri Bakanlığı makamında söz sahibi olduğu 1830-1841 yılları arasında, ülkesinin Filistin’de Yahudilerden müteşekkil bir garnizon devlete duyduğu ihtiyacı açıkça dile getiren ilk devlet adamıydı.
Sykes-Picot adlı İngiliz ve Fransız diplomatların isimlerini ölümsüz kılan 1916 tarihli harita ise Ortadoğu’da kurulacak Siyonist devlete eşlik edecek itaatkar Arap devletlerinin tasarımıydı. Çerçeveyi biraz daraltarak son 1 haftanın gelişmelerine odaklanmak niyetindeyim.
7 Aralık 2024’te Beşar Esad’ın kaçmasından bu yana İsrail, PKK/YPG, İran ve Rusya’nın yanı sıra Avrupa ve ABD’deki kimi siyasi çevreler büyük bir hasretle Suriye’nin yeni bir iç savaşa sürüklenmesi arzusu içerisindeydi.
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un 3 Ocak 2025 günü Şam’ı ziyaret ederken uçaktan inişinde balistik yelek giymiş olması bu beklentinin dışavurumuydu. Hiçbir silah sesinin duyulmadığı Şam’daki bu şovu karşılık bulamayınca, Devlet Başkanı Şara “elini sıkmadı” söylemiyle devam eden saçmalama süreci, “Suriye Devlet Haber Ajansı Baerbock’un yüzünü blurlayarak fotoğrafını paylaştı” yalanıyla devam etti.
Bu güruh ellerini ovuşturarak beklerken kimse İsrail’in uluslararası hukuka aykırı şekilde yarım yüzyıldır işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri’nden Şam istikametinde gelişen ilerleyişine ses çıkarmıyordu. İsrail bu ilerleyişini bölgedeki Dürzi toplumunu kışkırtarak yürütürken Suriye’nin toprak bütünlüğünün ihlal edilmesine karşı çok taraflı uluslararası kurumlar gözlemcilik yapmakla yetinmeye devam etti.
6 mart gecesini düzenleyenler 10 mart anlaşmasını önlemeye mi çalışıyordu?
Geldik 6 Mart Perşembe akşamına. Suriye topraklarında eş zamanlı 3 gelişme yaşandı. Lazkiye’de Esad rejimi artıkları Suriye güvenlik güçlerine pusu kurdu, PKK/YPG terör örgütü Halep’in doğusunda Tişrin Hattı’na saldırıya geçti, İsrail ordusu ise Suriye’nin güneyindeki Kuneytra bölgesinde Bir el-Acem kasabasına girdi.
Bu gelişmelerin hemen öncesinde ise İran’ın çeşitli medya kuruluşları Esad artıklarının kurduğu bir terör örgütünün ilanını ayakta alkışlamaktaydı. Lazkiye’deki pusunun ardından Tartus, Banyas ve Humus istikametine sıçrayan gelişmeler, Suriye’de yeni bir iç savaşın başlamasını hasretle bekleyen kesimlere arzu ettikleri fırsatı sundu.
Pusuyu gerçekleştiren Esad artıklarına operasyon bahanesiyle sahneye çıkan silahlı gruplar Birleşmiş Milletler’in tespitlerine göre 400’den fazla erkek, kadın ve çocuğu katletti. Bu katliam esnasında dikkat çekici noktalardan birisi Banyas rafinerisinin lojmanlarının hedef alınmasıydı. Enerji krizi içerisindeki Suriye’nin en stratejik tesislerinden biri olan Banyas rafinerisinde çalışan mühendislerin evleri basılarak mezhepleri ve dinleri sorgulandı. Alevi ve Hristiyan olanlar öldürülüp evleri yağmalandı.
Şam yönetimine düşen, kurulan soruşturma komisyonu vasıtasıyla bu katliamı gerçekleştirenleri bulmak ve cezalandırmadan önce kimden emir aldıklarını tespit etmektir. Rejimin yanında görünen bu silahlı grupların kime hizmet ettiklerinin acilen tespit edilmesi Suriye’nin geleceği açısından öncelikli konudur.
Bu olayın ardından aklıma 2016 yılının Mart ayında Los Angeles Times ve New York Times gazetelerinde yayımlanan haberler aklıma geldi. Her iki gazeteye göre Suriye’de ABD Savunma Bakanlığı Pentagon tarafından desteklenen muhalif gruplarla ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA’nın desteklediği muhalifler birbirlerine silah çekme noktasına gelmişler ve silahlar ateşlenmişti.
ABD yönetimi içerisinde istihbarat teşkilatları ile Beyaz Saray arasında çelişkiler yaşandığına daha önce de rastlanmıştı ancak ABD yönetiminin farklı gruplarının desteklediği silahlı örgütlerin birbiriyle çatıştığına ilk defa rastlanıyordu. Acaba 6 Mart gecesi, misilleme amacıyla harekete geçen rejim yanlısı görüntülü silahlı gruplardan hala CIA’ya çalışanlar var mı?
6 Mart’ın sırrını çözmeye çalışırken 10 Mart’ta yaşanan bir başka gelişme meseleyi biraz olsun aydınlattı. Akşam saatlerinde Şam’dan gelen bir açıklamada PKK/PYD terör örgütünün lideri Mazlum Abdi’nin örgütünü Suriye yönetimine teslim ettiğini bildiriyordu.
İmzalanan anlaşmaya göre kuzeydoğu Suriye’deki tüm devlet kurumları, askeri üsler, enerji tesisleri Şam yönetimine teslim edilecekti. Anlaşmanın ardından sızan haberlere göre, CENTCOM (ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı) Komutanı General Kurilla, anlaşmanın imzalandığı 10 Mart günü de dahil olmak üzere Mazlum Abdi ile bu anlaşmanın gerçekleşmesi için iki görüşme yapmıştı.
Kurilla, Türkiye’nin terörle mücadele amacıyla kurduğu askeri ve diplomatik baskının engellenemez hale geldiğini Abdi’ye anlatmış, Trump yönetiminin de bölgedeki askeri varlığını daha fazla devam ettirmeye niyeti olmadığını izah etmişti.
Mazlum Abdi’nin Haseke’den Şam’a ABD askeri helikopterleri ile getirilmiş olması da Türkiye’nin taleplerinin karşılanması yönünde Washington’un ne ölçüde devreye girdiğinin bir başka göstergesiydi.
1975’ten itibaren öncelikle Türkiye’yi etnik ve mezhep çatışmasına sürüklemek amacıyla kurulan terör yapısının 2025’teki hızlı iflasının ardındaki gerçekler bir başka yazı konumuzu oluşturacak. Ancak belli ki Şubat ayı boyunca ABD ile PKK/PYD arasında yürütülen görüşmelerden haberdar olan bölgedeki ve bölge dışındaki aktörler son kozlarını 6 Mart gecesi oynamayı tercih etmişler.
Nitekim Kandil kökenli PKK unsurlarının 11 Mart günü Karakozak ve Tişrin çevresinde anlaşmayı sabote edecek şekilde saldırılara başlaması, 6 Mart gecesinin sorumlularına dair de fikir veriyor. ABD’nin Suriye’yi terk etmesinden rahatsız olan, dahası Suriye’de hedefledikleri istikrarsızlık ortamını yeniden tesis etmelerinin mümkün olmadığını görenler mutlaka yeni girişimlerde bulunacaktır.
Devamını Oku
12 Mart 2025 Çarşamba - 05:11
ABD seçimlerinin ilk kıssadan hisseleri
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki seçimler yalnızca Beyaz Saray için Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump’ın tercih edilmesiyle sonuçlanmadı. Senato da Cumhuriyetçi Parti’nin kontrolüne geçerken, bu yazının yazıldığı 6 Kasım sabah 09.30 itibarıyla Temsilciler Meclisi’nin 435 koltuğu için verilen mücadelede de yarışı Cumhuriyetçiler önde götürmekte. Dahası Donald Trump, sonuca etkisi olmasa da ülke genelindeki toplam oyda da önde görünüyor.
Peki ABD’deki 80 medya kuruluşu Kamala Harris’i, yalnızca 10 medya kuruluşu ise Donald Trump’ı desteklerken bu sonuca nasıl gelindi?
1 Kasım Cuma günü TRT Haber’de yaptığım değerlendirmede basında paylaşılan çok sayıda manipülatif anketin aksine, sonuçlarda belirleyici olacak, salıncak eyalet tabir edilen, seçmenlerinin her seçimde oy tercihlerini değiştirebildikleri 7 eyalette ( Nevada, Wisconsin, Michigan, Pensilvanya, Georgia, Arizona, Kuzey Karolayna ) Trump’ın önde olduğunu ifade etmiştim.
Kamala Harris'in paraşütle indiği başkan adaylığı
Gelinen noktayı değerlendirmeye önce Kamala Harris ile başlayalım. Harris, 2020 yılı seçimlerinde de aday olmayı planlamıştı. Ancak henüz 2019 yılının Aralık ayında, bağışçılardan yeterli desteği bulamayacağını anlayınca kendi partisi içerisinde ön seçime dahi girmeden bu sevdadan vazgeçti. Ne var ki, Demokrat Parti’ye hakim olan “Obama Çizgisi”, “siyah bir kadının” başkanlığı konusunda kesin kararını vermişti.
Biden başkan seçildikten sonra yardımcısı olarak Beyaz Saray’a sokulan Kamala Harris, geride kalan 3 buçuk yıl boyunca kayda değer hiçbir varlık göstermedi. Dış politika konusunda ne düşündüğüne dair fikri olan yoktu. 2023 yılına gelindiğinde Kamala Harris’in Demokrat Parti içerisinde yeniden bir yarışa girmesinin mümkün olmadığı ortadaydı. Bu nedenle olsa gerek yeniden başkan adayı olarak belirlendikten sonra oluşturulan baskıyla Biden’ın adaylıktan çekilmesi sağlandı ve Harris böylece parti içi bir sınamaya girmeye mecbur kalmadan başkan adaylığına paraşütle indirildi. Ne kadar demokratik bir tercih değil mi?
Demokrat Parti işçi sınıfı yerine pop müzik kraliçelerinden destek aradı
5 Kasım günü seçim sonucunu belirleyen nedir diye soracak olursanız, burada farkı yaratan asli unsurlardan biri kanaatimce Boeing uçak fabrikası işçilerinin ve liman işçilerinin seçimden 5 ay kadar önce başlattıkları eylem süreciydi. Her iki tarafta ABD tarihinin en büyük grevleri düzenlenmek üzereydi. Ancak seçimden 1 ay önce sağlanan geçici anlaşmalarla bu grevler ertelendi. Lakin bu işçi eylemleri sırasında yaşanan tartışmalar ve ortaya çıkan talepler bir noktaya kesin olarak işaret etmekteydi. ABD işçi sınıfı ve sendikalar, Demokrat Parti’nin geride kalan 4 yıllık yönetiminde hayal kırıklığına uğramışlardı ve yeni bir Demokrat Parti yönetiminden de umutlu değillerdi.
Yani Kamala Harris’in, işçi sınıfı ve sendikalar yerine Hollywood’u, pop müzik kraliçelerini ve manipülatif anket şirketlerini dinlemeyi tercih etmesi mağlubiyetini hazırlayan sebeplerin başında geldi.
Hispanikler, siyahlar ve kadınlar Kamala Harris'i tercih etmedi
Seçim sonuçlarında belirleyici olan ikinci faktör ise popülist siyasetin tırmanışta olduğu ülkelerdeki pek çok siyasetçi için uyarı niteliğinde. Hiçbir toplum sınıfının ya da sosyal grubun oylarının blok halde cepte olmadığı, ekonominin belirleyici olduğu gerçeği.
Düzensiz göçmenlere karşı olan Trump, ülkenin en büyük göçmen grubu Hispaniklerin oylarını aldı. Teksas’ta nüfusunun yüzde 97’si Hispanik olan ve 130 yıldır Cumhuriyetçilerin kazanamadığı Starr County’de 16 puan farkla Trump kazandı. Yine Kuzey Karolayna’da nüfusunun yüzde 40’ını siyahların oluşturduğu ve Amerikan İç Savaşı’ndan bu yana (1861-1865) Cumhuriyetçilerin kazanamadığı Anson County’de zafer yine Trump’ın oldu. Keza kadın seçmenlerin oyları da zannedildiği gibi Kamala Harris’e akmadı. Sahayı ve sosyolojiyi okumak yerine temennilerinin peşine takılan Demokratlar, gerçekleri göremediler.
ABD’de 2024 yılı seçimleri her yönüyle uluslararası toplum için dersler içeriyor. Seçimlerin yalnızca sosyal medya ya da popüler kültür figürleri üzerinden kazanılamayacağı bir kez daha tescil edilmiş oldu. Bilmem anlaşılıyor mu?
Devamını Oku
06 Kasım 2024 Çarşamba - 11:01
7 Ekim'in karanlıkta kalan bilmecesi
Hizbullah’a telsiz ve çağrı cihazı üretecek kadar sofistike operasyonlar yürütebilen İsrail istihbaratı, Aksa Tufanı Operasyonunun hazırlıklarını tespit eden Birim 414’ün 21 kadın askerini, Netanyahu’nun ihtirasları uğruna harcadı mı?
İsrail’in Hamas’ı bitirme bahanesiyle Gazze Şeridi’ne başlattığı saldırı birinci yılını geride bırakırken, meselenin özünde Ortadoğu’da yeni haritalar, yeni sınırlar çizmek olduğu gerçeği kendisini ayan beyan belli ediyor.
İsrail-ABD-İngiltere üçlüsünün öncülüğünde G-7 ülkelerinin desteği ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM’un koordinasyonunda yürütülen saldırı süreci Beyrut kapılarına dayandı. Suriye’nin Şam, Hama, Humus kentleri mütemadiyen vurulurken, ABD ve İngiltere İsrail’i Yemen ve Irak’tan gelen füze saldırılarına karşı savunmakla kalmıyor, İsrail yerine buradaki tehditlere saldırılar da düzenliyor.
ABD basınına göre yalnızca Washington yönetiminin İsrail’e akıttığı askeri yardımın miktarı 22-23 milyar doları buldu. Bir yılda temin edilen ayni ve nakdi yardım, 1970’lerde bugünkü şeklini alan ABD-İsrail ilişkileri tarihinde bir rekor.
Hizbullah'a iletişim cihazı tedarik eden Mossad, Aksa Tufanı'nı nasıl göremedi?
Son bir yıldaki sürecin önemli kırılma noktalarından biri 17 Eylül’de Hizbullah ile İran Devrim Muhafızlarının kullandıkları çağrı cihazlarının ve hemen ertesi gün 18 Eylül’de telsizlerin patlatılmasıydı. Washington Post’un ulaştığı bilgilere göre İsrail’in 10 yıldır yürüttüğü operasyonda telsizler ve ardından çağrı cihazları, İsrail gizli servisi Mossad’ın gözetiminde İsrail’de üretildiler.
Macaristan’da kurulan bir paravan şirket vasıtasıyla cihazların pazarlaması, Bulgaristan’da kurulan bir başka paravan şirket aracılığıyla ise nakliye gerçekleştirildi. Tüm bu sürecin yönetiminde ise Norveç pasaportu sahibi muhtemel bir Mossad ajanı yer almakta ki kendisi normal olarak şu anda sırra kadem basmış durumda.
İsrail, bu cihazları yalnızca birer ölüm tuzağına çevirmekle kalmadı. Aynı zamanda bu cihazları takip amaçlı kullanarak İran-Lübnan arasındaki Hizbullah milisleri ile İran Devrim Muhafızlarının tüm hareketlerini, silah sevkiyat yolları ve depolarını da haritalandırdı. Hasan Nasrallah dahil Hizbullah’ın yönetim şemasındaki isimlerin yüzde 99’unun geride kalan 23 gün ortadan kaldırılması, insan istihbaratının yanısıra sinyal istihbaratı aracılığıyla mümkün oldu.
Şimdi İsrail, bu cihazlar vasıtasıyla tesis ettiği üstünlüğü bir efsaneye dönüştürmeye çalışıyor. Peki o zaman biz de şu soruları soralım:
- Bu denli sofistike ve yıllara yayılan, Avrupa’dan Ortadoğu’ya kadar geniş coğrafyayı kapsayan operasyonu yürüten bir ülke nasıl oldu da burnunun dibinde hazırlanan “Aksa Tufanı Operasyonu”nu görmedi?
- Ya da İsrail-ABD-İngiltere üçlüsünün Ortadoğu haritasını değiştirmek için “Aksa Tufanı Operasyonu” gibi bir gerekçeye mi ihtiyaçları vardı?
- Hatta hem Hamas hem de Hizbullah içerisine sızdırdıkları muhbirleri vasıtasıyla bu operasyon için iki örgütün lider kadrolarını kışkırtmış olabilirler mi?
İsrail Ordusunda Birim 414'e mensup 21 kadın asker harcandı mı?
Fransız gazeteci Sacha Perrin’in Paris Match dergisi için 7 Ekim’in birinci yıldönümü için hazırladığı dosya haber, yukarıdaki soruları meşru kılıyor. Perrin hazırladığı dosya haberde, “Aksa Tufanı Operasyonu”nda Hamas’ın ilk hedefi olan Nahal Oz yerleşimini koruyan İsrail askeri üssündeki, gözetleme ve istihbarattan sorumlu 26 kadın askerin akıbetini sorguluyor.
Perrin’e göre, bu kadın askerlerin 2023 yılının Mayıs ayından bu yana Gazze’deki direniş gruplarının saldırıya hazırlandıklarına dair yaptıkları uyarılar İsrail ordusunun komuta kademesi tarafından dikkate alınmadı.
Nahal Oz’daki Roni Üssü, Gazze’deki direniş gruplarının 7 Ekim sabah saat 06.20’deki roket saldırılarının bitmesinden 3 dakika sonra saldırıya uğradı. Bu üste İsrail ordusunun “Birim 414” adı verilen unsurları bulunuyordu. Mensupları silah taşımayan “Birim 414”’ün görevi, balonlara yerleştirilmiş kameralar ve diğer elektronik sistemlerle güvenlik çiti çevresindeki gelişmeleri gözlemekti. 26 kadın asker, 7 Ekim öncesindeki 5 ay boyunca defalarca güvenlik çiti çevresinde sıra dışı gelişmelere şahit oldular ve bunları rapor ettiler.
Hazırladıkları raporlara göre Gazze sınırlarını aşacak ve daha önce benzeri görülmemiş bir saldırı kaçınılmazdı. Ancak bu raporlara dair muhataplarından ve komutanlarından sağlıklı bir geri dönüş alamadılar. Roni Üssü’nü hedef alan saldırıda 26 kadın askerden 15’i öldürüldü, 6’sı esir düştü, 4’ü kaçmayı başarabildi.
Esir düşenlerden biri de daha sonra Gazze’de hayatını kaybetti. İsrail 7 Ekim günü Nahar Oz ve çevresinde 331 askerini ve 61 polisini yitirdi. Yalnızca Roni Üssü’nde ölenlerin sayısı 45 olarak kayda geçti. Sürecin dikkat çeken yanlarından biri ilk İsrail saldırı helikopterinin Roni Üssü ve Nahar Oz’a, saldırı başladıktan 2 saat 22 dakika sonra ulaşmış olmasıydı.
Üsse 12 defa ateş açan saldırı helikopterinin bu esnada Hamas milisleri ile İsrail askerlerini ayırt edip edemediği, helikopter saldırısında ölen İsrail askeri olup olmadığı bilinmiyor. Saat 09.45’teki helikopter saldırısını takiben 7 İsrail askeri Roni Üssü’nden çıkmayı başararak koşarak uzaklaşmaya çalıştı.
Bu gruptan hayatta kalan tek askerin ifadesine göre, bir keskin nişancı kaçan gruptaki diğer 6 askeri başlarından vurarak öldürdü. İfadelerin ayrıntılarına inildiğinde sadece Hamas’ın değil, başka birilerinin de “Aksa Tufanı Operasyonunun” hazırlıklarını izleyen Roni Üssü’nden kimsenin sağ çıkmasını istemediği sonucuna ulaşabilir.
İsrail ordusunun takviye güçleri ancak 7 Ekim akşam saatlerine kadar Nahar Oz ve Roni Üssü’ndeki askerlere ya da onlardan geriye kalanlara ulaşabiliyor. İsrail’de Netanyahu hükümetine muhalif basın ucundan kıyısından elde ettiği bilgilerle 7 Ekim’in bu karanlık noktasına ışık tutmak için çabasını sürdürüyor.
Ancak 1 yılın ardından elde edilen bulgular, İsrail’in bugün bölgede yürüttüğü saldırıları için “Aksa Tufanı Operasyonu”na ihtiyaç duyduğu ihtimalini güçlendirir nitelikte. Dolayısıyla Roni Üssü’ndeki istihbarat görevinde bulunan ve yaşanacakları öngören 21 kadın askerin Netanyahu’nun hedefleri uğruna harcandığı kanısı güçleniyor.
Devamını Oku
10 Ekim 2024 Perşembe - 12:26
Hammaddeden üretime yerlilik ve millilik dersi
Tarihçiler bir gün İsrail’in Hizbullah’ı nasıl ortadan kaldırdığına dair kitap yazacak olursa, muhtemelen kitap savaş alanında kazanılan başarıdan ziyade, istihbarat-fabrika-lojistik üçgenindeki organizasyonun ustalıkla işletilmesini anlatacak.
İsrail, Hizbullah’a paravan şirketler aracılığıyla temin ettiği çağrı cihazları ve telsizler aracılığıyla tüm dünyaya hammaddeden başlayıp teknoloji geliştirme, üretim, tedarik zincirini kontrol ve lojistik alanlarında yerli ve millilik dersi verdi.
Malum olduğu üzere hasmın verdiği ders kadar değerlisi, maliyeti yüksek olsa da, kolay kolay bulunmaz.
Hizbullah'ın 17-27 Eylül tarihleri arasında 10 günde yaşadığı çöküş yalnızca tarafların askeri kabiliyetleri arasındaki orantısızlıkla izah edilemez. İsrail ordusu ve istihbarat yapısı, bu çöküşü iki ülke arasındaki fiziki sınırı karadan aşarak gerçekleştirmedi.
Teknoloji ve siber boyutta planladığı ticari bir girişimcilik örneğiyle en zor engeli aştı. Konvansiyonel silahlarının kapasitesine güvenen Hizbullah, teknoloji-hammadde- tedarik ve lojistik kabiliyetlerinin yetersizliğine mağlup oldu.
Topyekün harpte 1935'ten 2024'e
Alman Generali Erich Ludendorff 1935 yılında yayımladığı “Der Totale Krieg-Topyekün Harp” adlı eserinde, savaşın artık cephe hatlarından ibaret olmadığını, cephe gerisinin ve ülkelerin gerek endüstriyel üretim gerek gıda güvenliği kapasitelerinin de savaşın sonucu açısından belirleyici olduğuna işaret etmişti.
Bu yaklaşım, 2023-2024 yıllarında Rusya-Ukrayna Savaşı’nda enerji tesislerini hedef alan saldırılar ışığında yeni bir boyut atlamışken, İsrail’in Hizbullah’ın iletişim sistemini kaynağından ele geçirmesiyle de dönüm noktası teşkil etti. 17 Eylül’den itibaren olayların gelişimi, İsrail’in tedarik zincirine müdahale etmek bir yana, Hizbullah’a temin ettiği çağrı cihazları ve telsizleri bizzat ürettiğini, dahası bu cihazları yalnızca patlayıcı ile değil, takip sistemleri ile donattığını gösteriyor.
Ve muhtemeldir ki Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları kendi elleriyle temin ettikleri sinyal istihbaratıyla, Levander ve Habsora yapay zeka sistemlerini kullanan İsrail’e tüm karargahlarının, silah depolarının, lojistik hatlarının haritalarını da teslim etmiş oldu.
İsrail’in Microsoft, Google ve Amazon’dan temin ettiği bulut teknolojisi ile neredeyse sonsuz veri depolama imkanı elde ettiği de dikkate alınırsa, en az 5 ay boyunca kullanılan 5 binden fazla telsiz ve çağrı cihazın temin ettiği verilerin takibinin de sorun olmadığı söylenebilir.
Batı dünyası da "yerli ve milli" oluyor
Hizbullah’ın içerisine düştüğü teknolojik açmaza kafa yorarken “gdh defence” kanalında geçen hafta Sadık Can Gençer imzasıyla yayımlanan bir haber dikkatimi çekti. Habere göre İngiliz hükümeti, savaş uçakları da dahil olmak üzere askeri teknolojide kullanılan galyum arsenit yarı iletkenlerinin yerli üretimini güvence altına almak için, ABD şirketi Coherent’in, İngiltere’nin kuzeyinde işlettiği Newton Aycliffe’deki fabrikasını satın almış.
Bu münferit bir eylem değil. Uluslararası toplum günümüz teknolojisi için vazgeçilmez hale gelen yarı iletkenler ve nadir toprak elementleri alanında bağımlı hale gelmekten kaçınmanın yollarını arıyorlar. Özellikle ABD ve Batı Avrupa ülkeleri yarı iletkenlere erişim ve üretim süreçlerini Uzakdoğu ülkelerinden ayrıştırmanın peşindeler.
Bu ülkeler Covid19 salgını sırasında basit cerrahi maske üretimi kabiliyetleri dahi olmadığı gerçeği ile yüzleşmişlerdi. Birinci Soğuk Savaş’ın bitimiyle yersiz bir şekilde ilan edilen küreselleşmenin zaferiyle ülkeler arasında artacak karşılıklı bağımlılığın işbirliği ve barışı tahkim edeceği rüyası da son bulmuş oldu.
Mineral Güvenliği Ortaklığı'ndan haberiniz var mı?
Nitekim 24 Eylül’de Financial Times gazetesinde yayımlanan bir haber bu yeni mücadele alanının ulaştığı noktaya dair ilginç bilgiler içeriyordu.
“The Mineral Security Partnership – Mineral Güvenliği Ortaklığı” adlı uluslararası organizasyon Tanzanya’da Avustralya madencilik şirketi BHP tarafından işletilen bir nikel madeninin ayakta kalması için finansal destek sağlanmasını kararlaştırmış.
Avrupa Komisyonu da dahil olmak üzere 14 üyesi bulunan MSP’nin amacı Çin Halk Cumhuriyetinin yüzde 90’ını elinde tuttuğu nadir toprak elementleri pazarının güvenliğini sağlamak. Çin Halk Cumhuriyeti şirketleri, elektrikli araçlar için pil üretiminde kullanılan kobalt, nikel, lityum ve diğer minerallerin pazarının da yarıdan fazlasını ellerinde tutuyorlar.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın öncülüğünde hareket eden “Mineral Security Partnership”in üyelerinin kim olduğu da sözkonusu bakanlığın internet sayfasında şu şekilde sıralanmış: ABD, Almanya, Avustralya, Birleşik Krallık, Estonya, Finlandiya, Fransa, Güney Kore, Hindistan, İtalya, İsveç, Japonya, Kanada ve Avrupa Komisyonu. İsrail’e Gazze saldırısı için yeşil ışık yakan ve silah temin eden G-7 ülkelerinin tamamının MSP içerisinde yer alması tabii ki sürpriz sayılmamalı.
ABD Ticaret Bakanlığı: Çin malı otonom araçlar ulusal güvenlik tehdidi
MSP’nin Tanzanya planlarını içeren haberle beraber 24 Eylül günü Financial Times’ta jeopolitik mücadelenin teknoloji ve ticaret alanına yansımasına dair bir ilginç haber daha vardı. ABD Ticaret Bakanlığı, Çin malı yazılım ve donanım kullanan internete bağlanma kapasitesi olan Çin Halk Cumhuriyeti üretimi araçların yasaklanmasını talep etmiş.
Gerekçe ise bu araçların ABD vatandaşları ile ABD’nin alt yapısı hakkında bilgi toplama amaçlı kullanılabilecekleri. Dahası ABD Ticaret Bakanlığı’na göre Çin malı araçların uzaktan manipüle edilerek saldırı ve sabotaj amaçlı kullanılma ihtimalleri var ve ulusal güvenlik riski oluşturuyorlar. Geride bıraktığımız Eylül ayında çağrı cihazları ile başlayan ve otonom elektrikli araçlara uzanan bu tehditler zinciri sayesinde “yerlilik ve millilik” meselesini daha derinlemesine ele almak gerekiyor.
Devamını Oku
30 Eylül 2024 Pazartesi - 09:55
Lord Palmerston’un Mirasını ve Sykes-Picot Haritası’nı Yaşatma Derneği
GDH’ın değerli takipçileri, başlıktaki gibi bir dernek tabii ki resmi olarak yok ama son 2 yılda Gazze ve Suriye’de yaşanan gelişmelerin yarattığı iklim, gerçekten böyle bir derneğin ortaya çıkmasını şaşırtıcı kılmaz. Hatta ülkemizden de çok sayıda üye toplayabilirler.
Lord Palmerston, meşhur “İngiltere’nin ebedi düşmanları ya da dostları yoktur, çıkarları vardır” vecizesinin sahibidir. Ancak yüksek nitelikleri bununla sınırlı değil. Birleşik Krallık diplomasisinde Dışişleri Bakanlığı makamında söz sahibi olduğu 1830-1841 yılları arasında, ülkesinin Filistin’de Yahudilerden müteşekkil bir garnizon devlete duyduğu ihtiyacı açıkça dile getiren ilk devlet adamıydı.
Sykes-Picot adlı İngiliz ve Fransız diplomatların isimlerini ölümsüz kılan 1916 tarihli harita ise Ortadoğu’da kurulacak Siyonist devlete eşlik edecek itaatkar Arap devletlerinin tasarımıydı. Çerçeveyi biraz daraltarak son 1 haftanın gelişmelerine odaklanmak niyetindeyim.
7 Aralık 2024’te Beşar Esad’ın kaçmasından bu yana İsrail, PKK/YPG, İran ve Rusya’nın yanı sıra Avrupa ve ABD’deki kimi siyasi çevreler büyük bir hasretle Suriye’nin yeni bir iç savaşa sürüklenmesi arzusu içerisindeydi.
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un 3 Ocak 2025 günü Şam’ı ziyaret ederken uçaktan inişinde balistik yelek giymiş olması bu beklentinin dışavurumuydu. Hiçbir silah sesinin duyulmadığı Şam’daki bu şovu karşılık bulamayınca, Devlet Başkanı Şara “elini sıkmadı” söylemiyle devam eden saçmalama süreci, “Suriye Devlet Haber Ajansı Baerbock’un yüzünü blurlayarak fotoğrafını paylaştı” yalanıyla devam etti.
Bu güruh ellerini ovuşturarak beklerken kimse İsrail’in uluslararası hukuka aykırı şekilde yarım yüzyıldır işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri’nden Şam istikametinde gelişen ilerleyişine ses çıkarmıyordu. İsrail bu ilerleyişini bölgedeki Dürzi toplumunu kışkırtarak yürütürken Suriye’nin toprak bütünlüğünün ihlal edilmesine karşı çok taraflı uluslararası kurumlar gözlemcilik yapmakla yetinmeye devam etti.
6 mart gecesini düzenleyenler 10 mart anlaşmasını önlemeye mi çalışıyordu?
Geldik 6 Mart Perşembe akşamına. Suriye topraklarında eş zamanlı 3 gelişme yaşandı. Lazkiye’de Esad rejimi artıkları Suriye güvenlik güçlerine pusu kurdu, PKK/YPG terör örgütü Halep’in doğusunda Tişrin Hattı’na saldırıya geçti, İsrail ordusu ise Suriye’nin güneyindeki Kuneytra bölgesinde Bir el-Acem kasabasına girdi.
Bu gelişmelerin hemen öncesinde ise İran’ın çeşitli medya kuruluşları Esad artıklarının kurduğu bir terör örgütünün ilanını ayakta alkışlamaktaydı. Lazkiye’deki pusunun ardından Tartus, Banyas ve Humus istikametine sıçrayan gelişmeler, Suriye’de yeni bir iç savaşın başlamasını hasretle bekleyen kesimlere arzu ettikleri fırsatı sundu.
Pusuyu gerçekleştiren Esad artıklarına operasyon bahanesiyle sahneye çıkan silahlı gruplar Birleşmiş Milletler’in tespitlerine göre 400’den fazla erkek, kadın ve çocuğu katletti. Bu katliam esnasında dikkat çekici noktalardan birisi Banyas rafinerisinin lojmanlarının hedef alınmasıydı. Enerji krizi içerisindeki Suriye’nin en stratejik tesislerinden biri olan Banyas rafinerisinde çalışan mühendislerin evleri basılarak mezhepleri ve dinleri sorgulandı. Alevi ve Hristiyan olanlar öldürülüp evleri yağmalandı.
Şam yönetimine düşen, kurulan soruşturma komisyonu vasıtasıyla bu katliamı gerçekleştirenleri bulmak ve cezalandırmadan önce kimden emir aldıklarını tespit etmektir. Rejimin yanında görünen bu silahlı grupların kime hizmet ettiklerinin acilen tespit edilmesi Suriye’nin geleceği açısından öncelikli konudur.
Bu olayın ardından aklıma 2016 yılının Mart ayında Los Angeles Times ve New York Times gazetelerinde yayımlanan haberler aklıma geldi. Her iki gazeteye göre Suriye’de ABD Savunma Bakanlığı Pentagon tarafından desteklenen muhalif gruplarla ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA’nın desteklediği muhalifler birbirlerine silah çekme noktasına gelmişler ve silahlar ateşlenmişti.
ABD yönetimi içerisinde istihbarat teşkilatları ile Beyaz Saray arasında çelişkiler yaşandığına daha önce de rastlanmıştı ancak ABD yönetiminin farklı gruplarının desteklediği silahlı örgütlerin birbiriyle çatıştığına ilk defa rastlanıyordu. Acaba 6 Mart gecesi, misilleme amacıyla harekete geçen rejim yanlısı görüntülü silahlı gruplardan hala CIA’ya çalışanlar var mı?
6 Mart’ın sırrını çözmeye çalışırken 10 Mart’ta yaşanan bir başka gelişme meseleyi biraz olsun aydınlattı. Akşam saatlerinde Şam’dan gelen bir açıklamada PKK/PYD terör örgütünün lideri Mazlum Abdi’nin örgütünü Suriye yönetimine teslim ettiğini bildiriyordu.
İmzalanan anlaşmaya göre kuzeydoğu Suriye’deki tüm devlet kurumları, askeri üsler, enerji tesisleri Şam yönetimine teslim edilecekti. Anlaşmanın ardından sızan haberlere göre, CENTCOM (ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı) Komutanı General Kurilla, anlaşmanın imzalandığı 10 Mart günü de dahil olmak üzere Mazlum Abdi ile bu anlaşmanın gerçekleşmesi için iki görüşme yapmıştı.
Kurilla, Türkiye’nin terörle mücadele amacıyla kurduğu askeri ve diplomatik baskının engellenemez hale geldiğini Abdi’ye anlatmış, Trump yönetiminin de bölgedeki askeri varlığını daha fazla devam ettirmeye niyeti olmadığını izah etmişti.
Mazlum Abdi’nin Haseke’den Şam’a ABD askeri helikopterleri ile getirilmiş olması da Türkiye’nin taleplerinin karşılanması yönünde Washington’un ne ölçüde devreye girdiğinin bir başka göstergesiydi.
1975’ten itibaren öncelikle Türkiye’yi etnik ve mezhep çatışmasına sürüklemek amacıyla kurulan terör yapısının 2025’teki hızlı iflasının ardındaki gerçekler bir başka yazı konumuzu oluşturacak. Ancak belli ki Şubat ayı boyunca ABD ile PKK/PYD arasında yürütülen görüşmelerden haberdar olan bölgedeki ve bölge dışındaki aktörler son kozlarını 6 Mart gecesi oynamayı tercih etmişler.
Nitekim Kandil kökenli PKK unsurlarının 11 Mart günü Karakozak ve Tişrin çevresinde anlaşmayı sabote edecek şekilde saldırılara başlaması, 6 Mart gecesinin sorumlularına dair de fikir veriyor. ABD’nin Suriye’yi terk etmesinden rahatsız olan, dahası Suriye’de hedefledikleri istikrarsızlık ortamını yeniden tesis etmelerinin mümkün olmadığını görenler mutlaka yeni girişimlerde bulunacaktır.
Devamını Oku
12 Mart 2025 Çarşamba - 05:11
ABD seçimlerinin ilk kıssadan hisseleri
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki seçimler yalnızca Beyaz Saray için Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump’ın tercih edilmesiyle sonuçlanmadı. Senato da Cumhuriyetçi Parti’nin kontrolüne geçerken, bu yazının yazıldığı 6 Kasım sabah 09.30 itibarıyla Temsilciler Meclisi’nin 435 koltuğu için verilen mücadelede de yarışı Cumhuriyetçiler önde götürmekte. Dahası Donald Trump, sonuca etkisi olmasa da ülke genelindeki toplam oyda da önde görünüyor.
Peki ABD’deki 80 medya kuruluşu Kamala Harris’i, yalnızca 10 medya kuruluşu ise Donald Trump’ı desteklerken bu sonuca nasıl gelindi?
1 Kasım Cuma günü TRT Haber’de yaptığım değerlendirmede basında paylaşılan çok sayıda manipülatif anketin aksine, sonuçlarda belirleyici olacak, salıncak eyalet tabir edilen, seçmenlerinin her seçimde oy tercihlerini değiştirebildikleri 7 eyalette ( Nevada, Wisconsin, Michigan, Pensilvanya, Georgia, Arizona, Kuzey Karolayna ) Trump’ın önde olduğunu ifade etmiştim.
Kamala Harris'in paraşütle indiği başkan adaylığı
Gelinen noktayı değerlendirmeye önce Kamala Harris ile başlayalım. Harris, 2020 yılı seçimlerinde de aday olmayı planlamıştı. Ancak henüz 2019 yılının Aralık ayında, bağışçılardan yeterli desteği bulamayacağını anlayınca kendi partisi içerisinde ön seçime dahi girmeden bu sevdadan vazgeçti. Ne var ki, Demokrat Parti’ye hakim olan “Obama Çizgisi”, “siyah bir kadının” başkanlığı konusunda kesin kararını vermişti.
Biden başkan seçildikten sonra yardımcısı olarak Beyaz Saray’a sokulan Kamala Harris, geride kalan 3 buçuk yıl boyunca kayda değer hiçbir varlık göstermedi. Dış politika konusunda ne düşündüğüne dair fikri olan yoktu. 2023 yılına gelindiğinde Kamala Harris’in Demokrat Parti içerisinde yeniden bir yarışa girmesinin mümkün olmadığı ortadaydı. Bu nedenle olsa gerek yeniden başkan adayı olarak belirlendikten sonra oluşturulan baskıyla Biden’ın adaylıktan çekilmesi sağlandı ve Harris böylece parti içi bir sınamaya girmeye mecbur kalmadan başkan adaylığına paraşütle indirildi. Ne kadar demokratik bir tercih değil mi?
Demokrat Parti işçi sınıfı yerine pop müzik kraliçelerinden destek aradı
5 Kasım günü seçim sonucunu belirleyen nedir diye soracak olursanız, burada farkı yaratan asli unsurlardan biri kanaatimce Boeing uçak fabrikası işçilerinin ve liman işçilerinin seçimden 5 ay kadar önce başlattıkları eylem süreciydi. Her iki tarafta ABD tarihinin en büyük grevleri düzenlenmek üzereydi. Ancak seçimden 1 ay önce sağlanan geçici anlaşmalarla bu grevler ertelendi. Lakin bu işçi eylemleri sırasında yaşanan tartışmalar ve ortaya çıkan talepler bir noktaya kesin olarak işaret etmekteydi. ABD işçi sınıfı ve sendikalar, Demokrat Parti’nin geride kalan 4 yıllık yönetiminde hayal kırıklığına uğramışlardı ve yeni bir Demokrat Parti yönetiminden de umutlu değillerdi.
Yani Kamala Harris’in, işçi sınıfı ve sendikalar yerine Hollywood’u, pop müzik kraliçelerini ve manipülatif anket şirketlerini dinlemeyi tercih etmesi mağlubiyetini hazırlayan sebeplerin başında geldi.
Hispanikler, siyahlar ve kadınlar Kamala Harris'i tercih etmedi
Seçim sonuçlarında belirleyici olan ikinci faktör ise popülist siyasetin tırmanışta olduğu ülkelerdeki pek çok siyasetçi için uyarı niteliğinde. Hiçbir toplum sınıfının ya da sosyal grubun oylarının blok halde cepte olmadığı, ekonominin belirleyici olduğu gerçeği.
Düzensiz göçmenlere karşı olan Trump, ülkenin en büyük göçmen grubu Hispaniklerin oylarını aldı. Teksas’ta nüfusunun yüzde 97’si Hispanik olan ve 130 yıldır Cumhuriyetçilerin kazanamadığı Starr County’de 16 puan farkla Trump kazandı. Yine Kuzey Karolayna’da nüfusunun yüzde 40’ını siyahların oluşturduğu ve Amerikan İç Savaşı’ndan bu yana (1861-1865) Cumhuriyetçilerin kazanamadığı Anson County’de zafer yine Trump’ın oldu. Keza kadın seçmenlerin oyları da zannedildiği gibi Kamala Harris’e akmadı. Sahayı ve sosyolojiyi okumak yerine temennilerinin peşine takılan Demokratlar, gerçekleri göremediler.
ABD’de 2024 yılı seçimleri her yönüyle uluslararası toplum için dersler içeriyor. Seçimlerin yalnızca sosyal medya ya da popüler kültür figürleri üzerinden kazanılamayacağı bir kez daha tescil edilmiş oldu. Bilmem anlaşılıyor mu?
Devamını Oku
06 Kasım 2024 Çarşamba - 11:01
7 Ekim'in karanlıkta kalan bilmecesi
Hizbullah’a telsiz ve çağrı cihazı üretecek kadar sofistike operasyonlar yürütebilen İsrail istihbaratı, Aksa Tufanı Operasyonunun hazırlıklarını tespit eden Birim 414’ün 21 kadın askerini, Netanyahu’nun ihtirasları uğruna harcadı mı?
İsrail’in Hamas’ı bitirme bahanesiyle Gazze Şeridi’ne başlattığı saldırı birinci yılını geride bırakırken, meselenin özünde Ortadoğu’da yeni haritalar, yeni sınırlar çizmek olduğu gerçeği kendisini ayan beyan belli ediyor.
İsrail-ABD-İngiltere üçlüsünün öncülüğünde G-7 ülkelerinin desteği ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM’un koordinasyonunda yürütülen saldırı süreci Beyrut kapılarına dayandı. Suriye’nin Şam, Hama, Humus kentleri mütemadiyen vurulurken, ABD ve İngiltere İsrail’i Yemen ve Irak’tan gelen füze saldırılarına karşı savunmakla kalmıyor, İsrail yerine buradaki tehditlere saldırılar da düzenliyor.
ABD basınına göre yalnızca Washington yönetiminin İsrail’e akıttığı askeri yardımın miktarı 22-23 milyar doları buldu. Bir yılda temin edilen ayni ve nakdi yardım, 1970’lerde bugünkü şeklini alan ABD-İsrail ilişkileri tarihinde bir rekor.
Hizbullah'a iletişim cihazı tedarik eden Mossad, Aksa Tufanı'nı nasıl göremedi?
Son bir yıldaki sürecin önemli kırılma noktalarından biri 17 Eylül’de Hizbullah ile İran Devrim Muhafızlarının kullandıkları çağrı cihazlarının ve hemen ertesi gün 18 Eylül’de telsizlerin patlatılmasıydı. Washington Post’un ulaştığı bilgilere göre İsrail’in 10 yıldır yürüttüğü operasyonda telsizler ve ardından çağrı cihazları, İsrail gizli servisi Mossad’ın gözetiminde İsrail’de üretildiler.
Macaristan’da kurulan bir paravan şirket vasıtasıyla cihazların pazarlaması, Bulgaristan’da kurulan bir başka paravan şirket aracılığıyla ise nakliye gerçekleştirildi. Tüm bu sürecin yönetiminde ise Norveç pasaportu sahibi muhtemel bir Mossad ajanı yer almakta ki kendisi normal olarak şu anda sırra kadem basmış durumda.
İsrail, bu cihazları yalnızca birer ölüm tuzağına çevirmekle kalmadı. Aynı zamanda bu cihazları takip amaçlı kullanarak İran-Lübnan arasındaki Hizbullah milisleri ile İran Devrim Muhafızlarının tüm hareketlerini, silah sevkiyat yolları ve depolarını da haritalandırdı. Hasan Nasrallah dahil Hizbullah’ın yönetim şemasındaki isimlerin yüzde 99’unun geride kalan 23 gün ortadan kaldırılması, insan istihbaratının yanısıra sinyal istihbaratı aracılığıyla mümkün oldu.
Şimdi İsrail, bu cihazlar vasıtasıyla tesis ettiği üstünlüğü bir efsaneye dönüştürmeye çalışıyor. Peki o zaman biz de şu soruları soralım:
- Bu denli sofistike ve yıllara yayılan, Avrupa’dan Ortadoğu’ya kadar geniş coğrafyayı kapsayan operasyonu yürüten bir ülke nasıl oldu da burnunun dibinde hazırlanan “Aksa Tufanı Operasyonu”nu görmedi?
- Ya da İsrail-ABD-İngiltere üçlüsünün Ortadoğu haritasını değiştirmek için “Aksa Tufanı Operasyonu” gibi bir gerekçeye mi ihtiyaçları vardı?
- Hatta hem Hamas hem de Hizbullah içerisine sızdırdıkları muhbirleri vasıtasıyla bu operasyon için iki örgütün lider kadrolarını kışkırtmış olabilirler mi?
İsrail Ordusunda Birim 414'e mensup 21 kadın asker harcandı mı?
Fransız gazeteci Sacha Perrin’in Paris Match dergisi için 7 Ekim’in birinci yıldönümü için hazırladığı dosya haber, yukarıdaki soruları meşru kılıyor. Perrin hazırladığı dosya haberde, “Aksa Tufanı Operasyonu”nda Hamas’ın ilk hedefi olan Nahal Oz yerleşimini koruyan İsrail askeri üssündeki, gözetleme ve istihbarattan sorumlu 26 kadın askerin akıbetini sorguluyor.
Perrin’e göre, bu kadın askerlerin 2023 yılının Mayıs ayından bu yana Gazze’deki direniş gruplarının saldırıya hazırlandıklarına dair yaptıkları uyarılar İsrail ordusunun komuta kademesi tarafından dikkate alınmadı.
Nahal Oz’daki Roni Üssü, Gazze’deki direniş gruplarının 7 Ekim sabah saat 06.20’deki roket saldırılarının bitmesinden 3 dakika sonra saldırıya uğradı. Bu üste İsrail ordusunun “Birim 414” adı verilen unsurları bulunuyordu. Mensupları silah taşımayan “Birim 414”’ün görevi, balonlara yerleştirilmiş kameralar ve diğer elektronik sistemlerle güvenlik çiti çevresindeki gelişmeleri gözlemekti. 26 kadın asker, 7 Ekim öncesindeki 5 ay boyunca defalarca güvenlik çiti çevresinde sıra dışı gelişmelere şahit oldular ve bunları rapor ettiler.
Hazırladıkları raporlara göre Gazze sınırlarını aşacak ve daha önce benzeri görülmemiş bir saldırı kaçınılmazdı. Ancak bu raporlara dair muhataplarından ve komutanlarından sağlıklı bir geri dönüş alamadılar. Roni Üssü’nü hedef alan saldırıda 26 kadın askerden 15’i öldürüldü, 6’sı esir düştü, 4’ü kaçmayı başarabildi.
Esir düşenlerden biri de daha sonra Gazze’de hayatını kaybetti. İsrail 7 Ekim günü Nahar Oz ve çevresinde 331 askerini ve 61 polisini yitirdi. Yalnızca Roni Üssü’nde ölenlerin sayısı 45 olarak kayda geçti. Sürecin dikkat çeken yanlarından biri ilk İsrail saldırı helikopterinin Roni Üssü ve Nahar Oz’a, saldırı başladıktan 2 saat 22 dakika sonra ulaşmış olmasıydı.
Üsse 12 defa ateş açan saldırı helikopterinin bu esnada Hamas milisleri ile İsrail askerlerini ayırt edip edemediği, helikopter saldırısında ölen İsrail askeri olup olmadığı bilinmiyor. Saat 09.45’teki helikopter saldırısını takiben 7 İsrail askeri Roni Üssü’nden çıkmayı başararak koşarak uzaklaşmaya çalıştı.
Bu gruptan hayatta kalan tek askerin ifadesine göre, bir keskin nişancı kaçan gruptaki diğer 6 askeri başlarından vurarak öldürdü. İfadelerin ayrıntılarına inildiğinde sadece Hamas’ın değil, başka birilerinin de “Aksa Tufanı Operasyonunun” hazırlıklarını izleyen Roni Üssü’nden kimsenin sağ çıkmasını istemediği sonucuna ulaşabilir.
İsrail ordusunun takviye güçleri ancak 7 Ekim akşam saatlerine kadar Nahar Oz ve Roni Üssü’ndeki askerlere ya da onlardan geriye kalanlara ulaşabiliyor. İsrail’de Netanyahu hükümetine muhalif basın ucundan kıyısından elde ettiği bilgilerle 7 Ekim’in bu karanlık noktasına ışık tutmak için çabasını sürdürüyor.
Ancak 1 yılın ardından elde edilen bulgular, İsrail’in bugün bölgede yürüttüğü saldırıları için “Aksa Tufanı Operasyonu”na ihtiyaç duyduğu ihtimalini güçlendirir nitelikte. Dolayısıyla Roni Üssü’ndeki istihbarat görevinde bulunan ve yaşanacakları öngören 21 kadın askerin Netanyahu’nun hedefleri uğruna harcandığı kanısı güçleniyor.
Devamını Oku
10 Ekim 2024 Perşembe - 12:26

Dünya nereye gidiyor?

Neden bu elveda?

Trump’ın yeni dünyası ve Avrupa

Avrupa’da F-35 paniği ve Kill Switch

Dünyada “Jeopolitik Deprem”e Karşı Türkiye’nin Cevabı: Reform ve Değişen “Büyük Strateji”

Lord Palmerston’un Mirasını ve Sykes-Picot Haritası’nı Yaşatma Derneği