
Öz-sevgiden yoksun olanlar genellikle içlerindeki boşluğu başkaları aracılığıyla doldurmaya çalışır, aşırı bağımlı, sahiplenici veya duygusal olarak muhtaç hale gelirler. Davranışları sevgi gibi görünebilir, ancak aslında yalnız kalma korkusundan kaynaklanır.
Son Güncelleme: 16 Nisan 2025 Çarşamba - 12:55 | GDH Haber
Topraklarımızda aşk çok önemli bir kavramdır. Şarkılarımızda, dizilerimizde, türkülerimizde ya da romanlarımızda genelde ana tema aşktır. Hayatımızdaki önemli bir amaç doğru kişiyi bulup aile kurmaktır. Peki aşık olmak için esas mesele doğru kişiyi bulmak mıdır?
Psikanalist ve filozof Erich Fromm, klasik eseri Sevme Sanatı'nda sevginin içimize doğan bir şey değil, öğrenmemiz gereken bir şey olduğunu savunmuştur. Piyano çalmak ya da resim yapmak gibi, sevgi de dikkat, disiplin, sabır ve öz farkındalık gerektiren bir sanattır. Fromm’un sevgi ile ilgili analizinin ailelerin zayıfladığı ve herşeyin tüketime indirgendiği çağımızda çok önemli dersler içerdiği kanaatindeyim. Gelin hep beraber Fromm ile aşk üstüne düşünelim.
Fromm'a göre aşkla ilgili en zararlı yanılgılardan biri, aşkın başarısının yalnızca doğru eşi bulmaya bağlı olduğu inancıdır. Aşkı, sevme kapasitesini geliştirmekten ziyade mükemmel kişiyi keşfetme meselesi olarak ele alma eğilimindeyiz.
Popüler kültür, bizi tamamlayacak ideal bir eş olan “o kişi” mitini teşvik ederek bu fikri pekiştiriyor. Filmlerdeki, şarkılardaki ve edebiyattaki romantik anlatılar, kusursuz bir ruh eşinin her zaman orada bir yerde bulunmayı beklediğini öne sürer.
Fromm aynı zamanda tüketimciliğin aşk anlayışımız üzerindeki etkisini de eleştirerek, modern toplumun ilişkileri, aşkın adil ve kârlı bir değiş tokuş ya da ticaret olmasının beklendiği işlemler gibi ele aldığına dikkat çeker.
Günümüz tüketim dünyasında, aşka da ürün gözü ile bakıyoruz. Kişi pazarında seçenekleri karşılaştırıyor, mümkün olan en iyi “ticari anlaşmayı” arıyoruz. Fromm, insanların kendi algıladıkları değer göz önüne alındığında, çekebilecekleri en değerli partneri bulduklarına inandıklarında aşık olduklarını öne sürer.
Şansımızı arttırmak için değerimizi yükseltmeye çalışırız. Vücudumuzu mevcut güzellik standartlarına getirmeye çalışıyoruz, kilo veriyor spor yapıyoruz, modaya uygun elbiseler satın alıyoruz, fikirlerimizi “ilgi çekici hale” getirmeye çalışıyoruz. Amaç kendimizi daha cazip hale getirerek, cazip bir eş elde etmek
Ancak Fromm, bu yaklaşımın yüzeysel cazibe ile kalıcı aşk için gereken daha derin temeli birbirine karıştırdığı kanaatindedir. Mükemmel eş gibi görünen biriyle tanışsak ve tutkuyla âşık olsak bile, ilk heyecan bizi aşkın kendisinde ustalaştığımızı düşünerek kandırabilir. Bu coşkulu durumda, işin zor kısmı bitmiş gibi hissederiz.
Oysa Fromm'un da belirttiği gibi aşk, en tutkuyla peşinden koşulan insan deneyimlerinden biri olmasına rağmen, genellikle hayal kırıklığıyla sonuçlanır. Çok az girişim bu kadar büyük umutlarla başlar ve bu kadar tutarlı bir şekilde başarısız olur.
Fromm ayrıca narsisizm ve bireyciliğin yükselişi konusunda da uyarıda bulunur. Modern yaşam genellikle kendini tanıtma, imaj yönetimi ve kişisel başarı etrafında dönmektedir. Sağlıklı bir benlik duygusu çok önemli olmakla birlikte, Fromm egoya takıntılı bir kültürün insanları gerçek yakınlıktan kopardığı kanaatindedir. Beğenilmeye ya da arzulanmaya ne kadar çok odaklanırsak, sevginin gerektirdiği alçakgönüllülük ve açıklığı o kadar az uygularız.
Aşkın ilk heyecanı yerini daha istikrarlı, daha öngörülebilir bir gidişata bıraktığında aşk öldü diye düşünebiliriz. Çoğu zaman, aşık olduğumuz kişinin gerçek özellikleri kadar kendi fantezilerimiz tarafından da şekillendirildiğini fark ederiz.
Bu zaten kimsenin sürdüremeyeceği bir beklentidir. Hayal kırıklığına uğramış bir halde “aşk arama” pazarına geri döner, bir dahaki sefere sonsuz bir aşka dönüşeceğine inanarak o yakalanması zor kıvılcımın peşine düşeriz.
Fromm bizi bu tüketici zihniyetini terk etmeye çağırır. Ona göre aşk, bulunması gereken nadir, mükemmel bir eşleşme değil, öğrenilmesi gereken bir sanattır.
Aşkta başarı şanstan ya da piyasa değerinden değil, kendi sevme yeteneğimizi geliştirmeye adanmışlıktan gelir. Tıpkı bir çömlekçinin ilk denemesinde güzel kaplar yaratmaması gibi, aşkın da sabır, pratik ve sebat gerektirdiğini kabul etmeliyiz. Aşık olmanın heyecanı zahmetsiz gelebilir, ancak kalıcı aşk bir sanattır, beceri ve bağlılık gerektiren bir sanat.
Eğer sevgi bir yetenekse ise, o zaman zaman içinde öğrenilmesi ve geliştirilmesi gereken bazı temel niteliklere bağlı olmalıdır. Fromm, gerçek sevginin özünü oluşturan dört temel nitelik tanımlar. Bu nitelikler aşkı sadece anlık bir tutku değil, başkalarıyla derin ve kalıcı bir ilişki kurma biçimine dönüşmesine yardımcı olur.
Sevgi özenle başlar. Bu bir başkasının iyiliği ve gelişimi için duyulan samimi endişedir. Bu sadece bir duygu değil, tutarlı ve düşünceli eylemlerle kendini gösteren bir şeydir. Tıpkı önemsediğimiz şeyleri beslediğimiz gibi, sevdiğimiz kişilerin yaşamlarını da aktif olarak destekler ve onlara yatırım yaparız.
Özen göstermeye yakından bağlı olan nitelik sorumluluktur. Sorumluluk zorunluluk olarak değil, eşinin ihtiyaçlarına gönüllü ve içten bir yanıt olarak ortaya çıkar. Fromm'a göre birini sevmek, onun sevinçlerini ve mücadelelerini kendi sevinçlerimiz ve mücadelelerimiz gibi hissetmek ve mecbur olduğumuz için değil, gerçekten istediğimiz için onun yanında olmaktır.
Saygı, çoğu zaman yanlış anlaşılan bir başka hayati unsurdur. Gerçek sevgi diğer kişinin tamamen kendisi olmasına izin verir. Onları kendi imajımıza göre yeniden şekillendirmeye çalışmaz ya da güvensizlikten dolayı onlara yapışmaz. Bunun yerine, onların benzersizliğini kabul eder ve bu yolculuk onları beklenmedik yönlere götürse bile büyümelerini destekler.
Son olarak, sevgi bilgi gerektirir. Bilgi sadece yüzeysel bir aşinalık değil, derin, empatik bir anlayıştır. Bu, bir başkasının iç dünyasını gerçekten görmek, korkularına, arzularına ve çelişkilerine uyum sağlamak anlamına gelir. Bu tür bir bilme zaman, emek ve duygusal açıklık gerektirir.
Geçici eğilimler bizi anlık olarak çekici kılsa da, bizi gerçekten sevilebilir kılan bu daha derin ve kalıcı niteliklerdir. Bunlar gerçek ve kalıcı sevgiyi sürdüren özelliklerdir. Ancak Fromm'un da kabul ettiği gibi, bunları geliştirmek cesaret gerektirir. Sıklıkla sevilmemekten korkarız, ancak daha derin korku, sevginin kendisinin talep ettiği savunmasızlıktır.
Erich Fromm'un en şaşırtıcı ancak sıklıkla yanlış anlaşılan fikirlerinden biri, kendini sevmenin başkalarını gerçekten sevmek için gerekli olduğudur. Öz-sevgiyi kibir ya da narsisizmle karıştıran bir kültürümüzde bu garip gelebilir.
Ancak Fromm bunun tam tersi olduğunu savunur. Gerçek öz-sevgi üstünlük taslamak ya da ilgiyi üzerine çekmek değildir. Öz-sevgi kişinin kendisiyle saygılı ve şefkatli bir ilişki kurmasıyla ilgilidir. Bu, kendi ihtiyaçlarınızı anlamak, sınırlarınızı korumak ve kendi hayatınıza değer vermek anlamına gelir.
Fromm, kendini sevmenin ve başkalarını sevmenin karşıt güçler olmadığını vurgular. Aslında, başkalarını sevme becerisi, kişinin kendisine karşı sevgi dolu bir duruş sergilemesine bağlıdır. Kendimize karşı ilgi, saygı ve anlayış geliştirmemişsek, aynı şeyleri bir başkasına sunmakta zorlanırız.
Öz-sevgiden yoksun olanlar genellikle içlerindeki boşluğu başkaları aracılığıyla doldurmaya çalışır, aşırı bağımlı, sahiplenici veya duygusal olarak muhtaç hale gelirler. Davranışları sevgi gibi görünebilir, ancak aslında yalnız kalma korkusundan kaynaklanır.
Bunun aksine, kendine saygılı ve şefkatli davranan biri, başkalarını özgürce, onları kontrol etmeye veya tüketmeye ihtiyaç duymadan sevebilecek duygusal güce sahiptir
Fromm'a göre sevmek, herhangi bir karşılık garantisi olmadan kendini tamamen adamaktır. Bu bir iman eylemidir. Diğer bir deyişle sevginin karşılık bulacağı kesin olmasa da umutla kendini sunmaktır. İmandan yoksun olanların gerçekten sevmekte de zorlanacakları uyarısında bulunur. Elbette burada kastımız dini iman, ilişkiye imandır.
Bağlılık ürkütücü gelebilir, ancak çok önemlidir. Aşk, doğru kişiyi bulacak kadar şanslı olduğumuzda başımıza gelen bir şey değildir; her gün aktif olarak yaptığımız bir şeydir. Sürekli ilgi, katılım ve bir başkasının gelişimine ve refahına gerçek bir yatırım gerektirir.
Bu da kalıcı aşkın anahtarının tüm ideallerimizi kusursuz bir şekilde karşılayan mükemmel bir ruh eşini keşfetmekte değil, sabır, empati, cesaret ve nezaket gibi aşkın büyümesine ve sürmesine olanak tanıyan içsel kaynakları geliştirmekte yattığı anlamına gelir.
Elbette, böylesine açık yürekli bir duruşu sürdürmek, çoğu zaman soğuk ve rekabetçi hissettiren kapitalist ve hazcı dünyamızda zordur. Bireylerin kendilerini korumaya ve değerlerini zenginlik ve statü ile ölçmeye teşvik edildiği, işlemler üzerine kurulu bir toplumda, sevgi pratiği akıntıya karşı yüzmek gibi gelebilir. Ancak tam da böyle bir dünyada sevmeyi seçmek onu daha da özel ve güçlü kılar.
Tüketim kültürünün baştan çıkarıcı dikkat dağıtıcı unsurlarına, yani kendimizi ve başkalarını birer meta, kişilik pazarında alınıp satılacak ya da takas edilecek birer eşya olarak görmemizi teşvik eden güçlere direnmeliyiz.
Fromm’a göre otantik aşk korku, utanç ve kaygılarımızın çoğunun altında yatan yalnızlıktan tek gerçek kaçışımızdır. “Sonsuza kadar mutlu yaşamak” sadece kendi yanılsamalarımızla ve duygusal savunmalarımızla yüzleşerek, ve elbette sürekli bir çabayla mümkündür.
Fromm bize aşkın geçici bir duygudan daha fazlası olduğunu hatırlatır. Aşk bilinçli bir seçim, özenli bir yargı ve anlamlı bir vaattir. Duygular gelip geçebilir, ancak kalıcı olan aşk bağlılık üzerine kuruludur. Ancak bunu anladığımızda sevgi sadece bir teselli değil, bütünlüğe giden bir yol haline gelebilir.
Ve ancak böyle bir sevgi ile beslenen evlilik aileye dönüşebilir. Aile yılı ilan ettiğimiz bu sene, Fromm’un bu makul analizi üstüne düşünmeyi kıymetli bulduğum için siz kıymetli okuyucularımla paylaşmak istedim.
Devamını Oku
01 Temmuz 2025 Salı - 18:07
Devamını Oku
06 Haziran 2025 Cuma - 21:47
Devamını Oku
25 Nisan 2025 Cuma - 14:35