
Hz. Muhammed 7. yüzyıl Arabistan'ında yaşamış ve dünya tarihini derinden şekillendirmiş gerçek bir kişiydi. Peki tarihçiler yanılıyor olamaz mı? Hz. Muhammed’in bir mit olduğunu düşünenlerin argümanları neler? Bu yazımızda bu soruları mercek altına alacağız.
Son Güncelleme: 01 Temmuz 2025 Salı - 18:07 | GDH Haber
Son zamanlarda bazı ateistler sosyal medyada ve sohbet odalarında kışkırtıcı bir iddiayı dile getiriyorlar. Bir zamanlar popüler bir iddia olan Hz. İsa yaşamadı bir mitti tezini İslam peygamberi Hz. Muhammed için dillendiriyorlar. İddia özellikle radikal ateistler için çok çekici, zira doğru ise İslam’ın yanlış olduğunu iddia etmek için çok güçlü bir argüman elde ediyorlar.
Peki Hz. Muhammed gerçekten tarihsel bir kişilik olarak var olmuş mudur, yoksa yüzyıllar boyunca dini efsanelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş efsanevi bir figür müdür? Tarihçiler için cevap açıktır:
Evet, Hz. Muhammed 7. yüzyıl Arabistan'ında yaşamış ve dünya tarihini derinden şekillendirmiş gerçek bir kişiydi. Peki tarihçiler yanılıyor olamaz mı? Hz. Muhammed’in bir mit olduğunu düşünenlerin argümanları neler? Bu yazımızda bu soruları mercek altına alacağız.
Önce mit teorisini ortaya atanların argümanlarına bakalım. Sonra bu argümanların neden bilim insanları tarafından ciddiye alınmadığını görelim.
Mit Teorisini Savunanların Argümanları
Hz. Muhammed’in bir mit yani kurgusal bir figür olduğu fikri akademik ana akımın tamamen dışındadır. Buna rağmen esasında doğrudan İslam tarihinde uzmanlaşmayan, daha çok İncil eleştirmeni ve siyasi yorumcu olan bir grup yazar ve polemikçi bu teoriyi çeşitli yayın organlarında dile getirdi. Bu fikirler hem İngilizce hem de zaman zaman Türkçe sosyal medya hesaplarında gündeme getiriliyor.
Bu teorinin en önemli savunucusu Robert Spencer’dır. Spencer 2012 yılında bu konuya özel Did Muhammad Exist? An Inquiry into Islam's Obscure Origins (Muhammed Var mıydı? İslam'ın Karanlık Kökenleri Üzerine Bir Soruşturma) isimli eserini yayınladı.
Bu kitap mitçi teorinin en popüler savunusunu vermektedir. Bir diğer meşhur eser 2000 yılında Ibn Warraq tarafından edit edilen The Quest for the Historical Muhammad (Tarihsel Muhammed’in peşinde) kitabıdır. Son olarak bu iki eser kadar popüler olmasa da bazı Hristiyan misyonerlerin atıf yapmayı sevdiği Karl-Heinz Ohlig ve Gerd-R’in 2009 yılında kaleme aldığı The Hidden Origins of Islam (İslam’ın Saklı Kökenleri) kitabıdır. Bu kitap İslam’ın yeni bir peygamberlik dininden ziyade heterodoks bir Hıristiyan hareketi olarak başlamış olduğunu iddia eder.
Mit teorisi savunucuları görüşlerini üç temel argümanla inşa etmeye çalışıyorlar: erken dönem kaynakların yokluğu, “Muhammed” teriminin alternatif bir okuması ve İslam metinlerindeki mucize anlatıları. Gelin önce bu üç argümanı ele alalım.
1. Çağdaşları neden Hz. Muhammed’ten bahsetmedi?
Mit teorisini savunanların en çok tekrarladıkları iddialardan biri Hz. Muhammed’in çağdaşlarının ondan bahsetmediği iddiasıdır. Hz. Muhammed'in 7. yüzyılın başlarında yaşadığı ve vaaz verdiği söylense de, o döneme ait hiçbir Müslüman biyografisinin ya da ona atfedilen sözlerin bulunmadığını ileri sürmektedirler. Hz. Muhammed’in hayatını anlatın en eski biyografi ondan bir asır sonra İbn İshak tarafından kaleme alınmış ve günümüze yalnızca daha sonraki redaksiyonlarla ulaşmıştır.
Buradan hareketle mit teorisi savunucuları şu soruyu sorarlar: Eğer Hz. Muhammed merkezi dini ve siyasi bir figürse neden böyle bir gecikme yaşandı. Neden çağdaşları kendisinden daha belirgin bir şekilde bahsetmedi?
2. Bir Ünvan Olarak Muhammed?
Bazı radikal teoriler, Arapça 'da “övülmüş olan” anlamına gelen Muhammed kelimesinin aslında özel bir isim olmadığını savunmaktadır. Bunun yerine, erken Hıristiyan-Arap metinlerinde Hz. İsa'ya ait bir unvan olduğunu iddia etmektedirler.
Karl-Heinz Ohlig ve “Saarbrücken ekolü” olarak adlandırılan diğer yazarlara göre göre, “Muhammed” terimini kullanan en eski Arapça yazıtlardan bazıları yeni bir peygambere değil, Hz. İsa'ya atıfta bulunuyor olabilir. Bu iddiaya göre erken dönem Hz. Muhammed’ten söz eden Müslümanlar aslında Hz. İsa’dan söz ediyorlardı. Paralara yazılan “Muhammed Allah’ın Elçisidir” ifadesi aslında “İsa Allah’ın Elçisidir” şeklinde anlaşılmalı. Hz. Muhammed bu görüşe göre daha sonra ayrı bir kişi zannedildi.
3. Hz. Muhammed’in hayatındaki mucizeler mit olduğunu göstermiyor mu?
Son olarak mit teorisinin savunucuları daha sonra Hz. Muhammed’in hayatı ile ilgili yazılan biyografilerin ve hadislerin de kendi görüşünü doğruladığını iddia ederler. Bu kaynaklar, melek Cebrail'den kelimesi kelimesine vahiy alan, ayı yaran, miraca çıkan ve başka çok sayıda mucize gösteren bir Hz. Muhammed portresi sunar.
Mit teorisini savunanlara göre bu gibi özelliklerin Hz. Muhammed'in hikayesini sade bir tarihsel biyografiden ziyade dini kurucu anlatılarının mitik kalıbına yerleştirdiğini iddia etmektedir. Hz. İsa'nın efsanevi doğumu ve göğe yükselişi ya da ölümünden yüzyıllar sonra Buda'ya atfedilen mucizevi olaylarla paralellikler kurmaktadırlar.
Hatta bazıları Hz. Muhammed'in peygamber bir savaş komutanı olarak rolünün, genişleyen Arap imparatorluğunu birleştirmek için kutsal bir kurucu figüre ihtiyaç duyan Emevi veya Abbasi halifeliklerine meşruiyet kazandırmak için yeniden düzenlenmiş olabileceğini öne sürmektedir.
Peki bu iddialar makul mu? Neden tarihçiler bu tezleri ciddiye almıyor? Şimdi olgunun diğer tarafına bakalım.
Tarihçiler Neden Hz. Muhammed'in Var Olduğunu Söylüyor?
Mitçi tez radikal ateistlerin ve sosyal medyanın ilgisini çekse de profesyonel tarihçiler dogmatik oldukları ya da Müslüman oldukları için değil (önemli bir kısmı Müslüman değil!) deliller diğer yöne işaret ettiği için bu tezi reddederler.
Önce ilk argüman üstüne düşünelim. Hz. Muhammed’le ilgili en eski siyer kitabı (yani biyografisi) İbn İshak tarafından Hz. Muhammed’in ölümünden (632) 130-150 yıl sonra yazılmıştır ve günümüze yalnızca İbn Hişam'ınki gibi daha sonraki redaksiyonlar yoluyla ulaşmıştır. Muslim ya da Buhari gibi hadis kitapları ise 9. Yüzyılda kaleme alınmıştır. Buraya kadarı doğru. Ancak buradan Hz. Muhammed’in gerçekten yaşamadığına sıçramak için hiçbir gerekçemiz yok.
Birincisi bu tarz geç yazımlar antik tarihte alışılmadık bir durum değildir. Sokrates'i, Büyük İskender'i ve Buda'yı büyük ölçüde ölümlerinden uzun süre sonra yazılmış anlatılar aracılığıyla biliyoruz. Tek başına geç yazım bir iddiayı mit yapmak için yeterli değildir. Bu arada üçüncü argümanlarının da benzer bir sıkıntısı vardır. Hz. Muhammed'in biyografisinde mucizevi unsurların bulunması onu, yaşam öyküsünde kehanetler ve ilahi vizyonlar da bulunan Julius Caesar'dan daha fazla mit yapmaz! Ki Hz. Muhammed iddia edildiği gibi peygamberse böyle anlatılar olması da gayet tabidir.
İkincisi tarihsel uzaklık, özellikle sözlü kültürlerde tarihsel güvenilmezlik anlamına gelmez. Modernite öncesi toplumlar hikayeleri, yasaları ve öğretileri, genellikle ezberleme zincirleri ve toplu okuma gibi topluluk içine yerleştirilmiş kontrol ve dengelerle, titiz bir sözlü aktarım yoluyla korumuştur. Böyle toplumlarda anlatılar korunmak için hemen yazıya dönüştürülmez.
Erken dönem İslam örneğinde, Müslüman olmayan Fred Donner, Sean Anthony ve Stephen Shoemaker gibi akademisyenler, Müslüman toplumun özellikle siyasi konsolidasyon ve dini yayılma döneminde güçlü sözlü gelenekleri sürdürdüğünü savunmaktadır. Bu geleneklerin özellikle kaynaklar arasında tutarlı olduklarında ve diğer kanıt türleriyle (gayrimüslim tanıklıkları veya erken İslami yazıtlar gibi) desteklendiklerinde tarihsel çekirdekleri hala koruyabileceğini savunmaktadır.
Dahası, 7. yüzyıldaki bir çöl toplumundan modern standartlarda belgeleme talep etmek anakroniktir. Yazılı arşivler, mahkeme kayıtları ya da akademi objektifliği bugün beklediğimiz şekilde mevcut değildi.
Mitçi iddialara belki de en büyük darbe İslam geleneğinin içinden değil, dışından, 7. yüzyılda yazılmış gayrimüslim tarihi metinlerden gelmiştir. Süryani, Yunan, Ermeni ve Kıpti Hıristiyan yazarlar tarafından kaleme alınan bu kaynaklar, genellikle savaş, fetih ve yeni bir tektanrıcı mesaj bağlamında Muhammed adında karizmatik bir Arap lider veya peygamberden bahsetmektedir.
Bu tanıklıkları güçlü kılan şey, yazarlarının dışarıdan gözlemci olmalarıdır. Zira genellikle gelişmekte olan Arap imparatorluğuna siyasi ya da dini açıdan düşmandırlar. İslami geleneği uydurmak ya da onaylamak gibi bir güdüleri yoktu. Yine de, Arabistan ve Yakın Doğu'da dönüştürücü bir harekete liderlik eden Muhammed adında bir figürün varlığını doğrulamaktadırlar. Birkaç örnek yeterli olacaktır.
Mesela Doctrina Jacobi (634-640 civarı) Hz. Muhammed'in ölümünden sadece birkaç yıl sonra yazılmış bir Yunan Hıristiyan polemik metnidir. Araplar arasında ortaya çıkan ve vahiy getirdiğini iddia eden bir peygambere atıfta bulunur. Her ne kadar küçümseyici ve şüpheci olsa da, metin çağdaşlarının Araplar arasında bir peygamber figüründen haberdar olduklarını göstermektedir.
Ya da Sebeos Kroniği (Ermeni piskopos, 660'lar) Hz. Muhammed hakkındaki en eski ve geniş kapsamlı gayrimüslim anlatılarından biridir. Sebeos, Hz. Muhammed' in Hz. İbrahim'in İlahını nasıl öğrettiğini, İsmailileri (yani Arapları) nasıl bir araya getirdiğini ve onları askeri ve dini zafere nasıl götürdüğünü anlatır. Bu anlatı, İslami öz anlayışın temel temaları olan tektanrıcılık, Hz. İbrahim'in soyundan gelme ve askeri liderlikle yakından örtüşmektedir.
Bir diğeri Edessalı Theophilos (7. yüzyılın sonları) “Arapların lideri Muhammed”e atıfta bulunur ve onun dini reform ve devlet yönetimindeki etkisinden bahseder.
Tel-Mahre'li Pseudo-Dionysius’un 640 Kroniği “onlarla birlikte yukarı çıkan” bir Arap liderden bahseder ve Suriye'deki Arap fetihlerinin bazı detaylarını vererek merkezi bir figür altında koordinasyona işaret eder.
Khuzistan Kroniği (7. yüzyılın ortaları, Süryanice) Arap fetihlerine kısa ama kayda değer bir atıfta bulunur ve bunları yeni bir dini ideolojiyle ilişkilendirir.
Bu anlatılar çarpıtmalardan arınmış değildir elbette. Genellikle İslami inançları yanlış anlar, ayrıntıları karıştırır veya Hz. Muhammed'i polemik terimlerle küçümser. Ancak onları tarihsel olarak değerli kılan da tam olarak budur. İslam ile teolojik bir uyum içinde olmamaları, anlattıkları figürün Müslümanlar tarafından sonradan icat edilmediğini ve geriye dönük olarak tarihe eklenmediğini göstermektedir.
Diğer bir deyişle, eğer gayrimüslimler Hz. Muhammed'in ölümünden sonraki on yıllar içinde onun hakkında yazmaya başlamışlarsa, onun sonradan mitik bir icat olduğu yönündeki iddiayı sürdürmek mümkün değildir.
Bu metinler aynı zamanda geleneksel İslami anlatının temel unsurlarını da desteklemektedir:
1. Hz. Muhammed'in Arapların lideri olduğu
2. Askeri seferler başlatması veya bu seferlere ilham vermesi
3. Hareketinin tek tanrılı olması, hem paganizmden hem de mevcut Hıristiyan ve Yahudi geleneklerinden açıkça kopması
Tarihçi Robert Hoyland, Seeing Islam as Others Saw It (1997) (İslam'ı Ötekilerin Gördüğü Gibi Görmek) adlı tam da ötekilerin gözünden İslam’a bakışı inceleyen eserinde şu çarpıcı tespiti yapmaktadır: “Muhammed'in gerçek bir figür olduğuna ve Arap yönetiminin ve ideolojisinin oluşumunda belirleyici bir rol oynadığına şüphe yoktur.”
Burada ele alınan anlatılar tek başına üç argümanı da devre bırakmaktadır.
Yazılı metinlerin ötesinde, Hz. Muhammed'in tarihsel varlığı arkeolojik ve epigrafik kanıtlarla, yani İslam'ın ilk yüzyılına kadar uzanan fiziksel eserler, yazıtlar ve sikkelerle desteklenmektedir. Bu nesneler, Hz. Muhammed'in sonradan icat edilmediğini, ölümünden sonraki bir nesil içinde halk tarafından tanınan bir lider ve peygamber olduğunu somut bir şekilde kanıtlamaktadır.
En açık kanıtlardan biri Emevi dönemi sikkelerinde bulunmaktadır. Halife Abdülmelik (685-705) döneminde 690'lı yıllarda Müslüman darphaneler, “Muhammed Allah'ın elçisidir” yazılı sikkeler üretmeye başlamıştır. Ünlü bir örnek, 692'den kalma, bir yüzünde şehâdet (“Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah'ın elçisidir”) taşıyan altın bir dinardır.
Bu sikkeler önemlidir çünkü bunlar dini metinler değil, devlet tarafından yetkilendirilmiş nesnelerdir. Yaygın olarak dolaşıma girmişlerdir ve geniş, çok dinli bir nüfusa yöneliktirler. Hz. Muhammed'in 7. yüzyılın sonlarında İslami siyasi kimliğin merkezinde yer aldığını göstermektedir.
Halife Abdülmelik tarafından Kudüs'te inşa ettirilen Kubbetü's-Sahra, Hz. Muhammed'in ölümünden sadece 60 yıl sonrasına tarihlenen, bilinen en eski Arapça anıtsal yazıtları içermektedir. Yazıtlarda Hz. Muhammed'den ismen bahsedilmekte, Allah’ın elçisi olarak rolü teyit edilmekte ve Allah’ın birliğini vurgulayan ve İsa'nın ilahi olduğunu reddeden Kuran ayetlerinden alıntılar yapılmakta, bu da Hıristiyan teolojisinin aksine yeni İslami kimliği tanımlamaktadır.
Tarihçi Fred Donner ‘ın belirttiği gibi, Kubbetü's-Sahra'nın yazıtları, Emeviler döneminin başlarında Hz. Muhammed’in, gelişmekte olan İslam medeniyetinin merkezinde yer alan dini ve siyasi bir sembol olarak çoktan kutsandığını göstermektedir.
Emeviler döneminden kalma çöl sarayları ve erken dönem camileri (mesela Kasr-ı Müşatta, Kusayr-ı Amra ve Şam Ulu Camii) İslami kimliğin pekişmesini yansıtan yazıtlar, sanatsal motifler ve mimari yönelimler içerir. Hepsi Hz. Muhammed'den açıkça bahsetmese de, onun adının ve mesajının dini, idari ve sembolik ortamlarda tekrar tekrar göründüğü daha geniş bir arkeolojik bağlamın parçasıdırlar.
Arkeologlar ayrıca Arap Yarımadası'nda (özellikle Suudi Arabistan ve Ürdün'de), genellikle ilk Müslümanlar tarafından seyahat veya hac sırasında yazılmış, Hz. Muhammed'in adıyla birlikte Allah’a yakarışları içeren kaya yazıtları keşfetmişlerdir. Bunların birçoğu 7. yüzyılın sonları ve 8. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir ve Hz. Muhammed'in adının 9. yüzyıl hadis kitapları derlenmeden çok önce Arabistan'da aktif olarak kullanıldığını göstermektedir.
Epigrafik ve maddi kanıtlar tarihsel resme edebi ve teolojik olmayan bir boyut katar. Bunlar kamusal, pratik amaçlar için yaratılmış somut, tarihlenebilir eserlerdir.
Arkeolog Sean Anthony'nin özetlediği gibi:
“Muhammed'in adı bir sır değildi; alenen anılıyor, sikkelere basılıyor, taşlara oyuluyor ve erken İslam dünyasının en kutsal mimarisinin duvarlarına yansıtılıyordu.”
Kanıtlar eleştirel bir süzgeçten geçirildiğinde, ortaya çıkan cevap açıktır: Hz. Muhammed mitik bir icat değil gerçek bir tarihi figürdür. Yaşamış, önderlik etmiş, vaaz vermiş ve dünya tarihinin gidişatını derinden şekillendirmiştir. Bu böyledir. Müslüman olmayanlar için de böyledir.
Hz. Muhammed'in varlığını inkâr etmek radikal bir şüphecilik değil, bizzat tarihsel yöntemin reddedilmesidir. Bu, hem dost hem düşman, hem kutsal hem de seküler tanıklıkların oluşturduğu delilin gücünü görmezden gelip, fotoğraf makinelerinin olmadığı çağda peygamberin fotoğrafını talep etmek gibi bir durumdur.
Devamını Oku
06 Haziran 2025 Cuma - 21:47
Devamını Oku
25 Nisan 2025 Cuma - 14:35
Devamını Oku
16 Nisan 2025 Çarşamba - 12:55