
Aslında dalkavukluk sadece bir davranış biçimi değil, bir ruh eğriliği. İnsanın hakikatten değil, menfaatten yana tavır alması.
Son Güncelleme: 22 Ekim 2025 Çarşamba - 11:08 | GDH Haber
Osmanlı toplumunun renkli yapısında “dalkavuk” sadece bir hakaret değil, bizzat bir meslekti.
Reşat Ekrem Koçu’nun kitaplarında bu insanlar; efendilerini eğlendiren, methiyeler düzen, bazen de meclisin neşesi olan kimseler olarak anlatılır.
Ama işin ironik tarafı şu; dalkavuklar öyle başıboş değil, resmi bir esnaf zümresiydi.
Üstelik Koçu’nun naklettiğine göre, sarayda dalkavukların “ücret tarifesi” bile vardı!
Burnuna fıske 20 para, yüzüne tokat 30 para, merdivenden yuvarlama 180 para…
Ne acayip değil mi?
Eğilmenin, alaya alınmanın bile bir bedeli vardı.
Bugün aradan yüzyıllar geçti ama o ruh hali yerli yerinde duruyor.
Saraylar değişti, tahtlar yıkıldı, ama dalkavukluk biçim değiştirerek hayatın her alanına yayıldı.
Artık burnuna fıske vuran yok; çünkü modern dalkavuklar kendi iradeleriyle eğiliyorlar.
Eskiden dalkavuk, efendisini eğlendirmek için konuşurdu;
bugün dalkavuk, patronunu, yöneticisini, siyasetçisini memnun etmek için susuyor.
O günlerde dalkavuklar padişah huzurunda “nezaketle eğilirdi”,
bugün iletişim mecralarında , toplantı salonlarında, sosyal medyada çıkarına göre diz çöküyorlar.
Liyakatin yerini övgü aldı.
Cesaretin yerini konformizm.
Ve ne yazık ki, gerçeğin yerini “duyulmak istenen sözler” doldurdu.
Aslında dalkavukluk sadece bir davranış biçimi değil, bir ruh eğriliği.
İnsanın hakikatten değil, menfaatten yana tavır alması.
Birine yaranmak için sessiz kalmak, yanlışın karşısında susmak…
İşte asıl dalkavukluk budur.
Eskinin fıskeli dalkavuğu ile bugünün kariyer tutkunu dalkavuğu arasında sadece kıyafet farkı var.
Biri fes takardı, diğeri takım elbise.
Ama ikisi de aynı şeyi yaptı; doğruyu eğip bükmek.
Reşat Ekrem Koçu, dalkavukları anlatırken onları mizahın unsuru olarak sunar, ama satır aralarında büyük bir uyarı gizlidir!
Toplum dalkavuklara güldüğü sürece, aslında kendi susturulmuş vicdanına güler.
O gün meclislerde “latife” adı altında yapılan alaylar, bugün sosyal mecralarda PR cümleleri, paylaşım beğenileri, yalancı alkışlar olarak karşımıza çıkıyor.
Devir değişti ama yöntem aynı!
Efendiyi memnun et, karşılığında sus payını al.
Dalkavukluk bugün artık para değil, mevki ve görünürlük üzerinden işliyor.
Kimisi terfi için eğiliyor,
kimisi bir makamın gölgesinde var olmak için.
Kimisi de “büyüklerin gözünde iyi görünmek” adına dilini, vicdanını ve kalemini rehin veriyor.
Birileri bunu “sadakat” diye yutturuyor ama hakikat şu!
Sadakat, dalkavuklukla başlar; kölelikle biter.
Bir de işin öteki tarafı var “şaklabanlık.”
Yani güldürerek düşündüren, hicveden, dokunduran o soytarı geleneği.
Osmanlı’da pek makbul sayılmazdı ama bugünün dünyasında en kıymetli nefes o.
Çünkü mizah, dalkavukluğun panzehiridir.
Sorgulamayan toplumu güldürmek, aslında onu uyandırmanın zarif yoludur.
Bir şaklaban, bin dalkavuktan daha onurludur bazen.
Çünkü o, hakikati espriye gizleyip korkmadan söyler.
Reşat Ekrem Koçu’nun anlattığı o “fıskeli, tokatlı” dalkavuklar artık tarih sayfalarında kaldı.
Ama ruhları hala aramızda dolaşıyor.
Bir bürokratın sessizliğinde, bir yazarın kaleminde, bir yöneticinin pohpohunda, bir fenomenin yaltaklanmasında…
Yani dalkavukluk ölmedi; sadece dijitalleşti.
Bugün dalkavukluk bir meslek değil ama hala bir geçim yolu.
Kimisi mevki için, kimisi menfaat için, kimisi korkudan yapıyor.
Ama hepsinin ortak noktası şu!
Doğrunun yanında değil, güçlünün yanında durmak.
Ve bu da tarih boyunca değişmeyen bir gerçek.
Koçu’nun anlattığı o eski saray dalkavukları, belki de bugünün ekranlarında, protokol masalarında, sosyal medya hesaplarında hala yaşıyor.
Sadece adları değişti.
Ama eğilme biçimleri hiç değişmedi.
Zaman değişti, fıske yerini övgüye bıraktı.
Ama insan değişmedi.
Dalkavuk hala alkış bekliyor,
hakikat hala sessiz.
Vesselam…
Devamını Oku
06 Aralık 2025 Cumartesi - 07:00
Devamını Oku
03 Aralık 2025 Çarşamba - 09:12
Devamını Oku
01 Aralık 2025 Pazartesi - 09:16