
Modern çağ bize bir hız armağan etti, ama bu hız çoğu zaman yönsüzlüğü beraberinde getirdi.
Son Güncelleme: 05 Kasım 2025 Çarşamba - 07:00 | GDH Haber
İnsanın en uzun yolculuğu, aslında kendi içine yaptığı yolculuktur. Zamanın katmanlarında, geçmişle geleceğin arasında salınan bu yürüyüş, dışarıdan bakıldığında bir medeniyetin değişimi gibi görünür; ama gerçekte, ruhun kendi özüne dönme çabasıdır.
Gelenekten geleceğe uzanan çizgi, bir milletin kaderi kadar, bir insanın vicdan haritasını da çizer.
Gelenek…
Bir kelime değil, bir hafızadır.
Toprağın, sözün, duanın, emeğin ve sabrın harmanıdır.
Her kuşakta biraz eksilir, biraz yenilenir. Ama özünde hep aynı soruyu taşır!
Ben kimim?
Bu soru, insanın hem başlangıcı hem de varış noktasıdır.
Çünkü geçmişini unutan, kendini de unutur; kendini unutan, geleceğini de kaybeder.
Modern çağ bize bir hız armağan etti, ama bu hız çoğu zaman yönsüzlüğü beraberinde getirdi.
Gelenek, bir yön duygusuydu aslında. Sabah ezanıyla uyanmak, komşunun halini sormak, büyüklerin elini öpmek…
Bunlar sadece davranış değil, bir var oluş biçimiydi.
Şimdi o davranışların yerini ekran ışıkları, sanal alkışlar aldı.
Fakat ne kadar ilerlersek ilerleyelim, insanın kalbindeki o “ait olma” arzusu hiçbir teknolojiyle tatmin edilemiyor. Çünkü insan, köklerini unuttuğu anda toprağını da kaybeder.
Oysa gelenek, geleceğe taşınmak için vardır. Donmak için değil, dirilmek için…
Bir ağacın gövdesi gibi!
Kökü geçmiştedir ama gölgesi geleceğe düşer.
Asıl mesele, o kökün çürümemesini sağlamaktır.
Çünkü geçmişi inkar eden bir gelecek, temelsiz bir binadır.
İlk rüzgarda yıkılır.
Ama geçmişin hikmetini çağın diliyle yeniden yoğurabilen bir toplum, sadece var olmaz, anlam kazanır.
Her çağda bir yenilenme zarureti vardır.
Ama bu yenilenme, köksüz bir “yenilik” değil, köklü bir “yeniden doğuş” olmalıdır.
Gelenekten geleceğe uzanan içsel yolculuk, işte bu doğuşun sancısıdır. Her insan, her toplum bu sancıyı yaşar.
Kimimiz bunu inkar eder, kimimiz dua eder, kimimiz de o sessiz yolculuğun içinde kendi sesini bulur.
Belki de mesele, geçmişle gelecek arasında değil,”kalple akıl” arasında denge kurabilmektir.
Gelenek kalbin sesidir, gelecek aklın arayışıdır.
Biri olmadan diğeri eksik kalır.
Aklın kurduğu dünya, kalbin ısıtmadığı bir mekandır.
Kalbin sahip çıktığı geçmiş ise, akılla yenilenmezse durağanlaşır.
İnsan, bu ikisini buluşturabildiği ölçüde olgunlaşır.
Ve sonunda anlarız ki;
Asıl hedef, geçmişte kalmak da değildir, geleceğe savrulmak da.
Mesele, geçmişin hikmetini geleceğin vicdanına taşımaktır.
Çünkü insan, ancak o zaman hem köklü hem özgür olur.
Vesselam…
Devamını Oku
12 Kasım 2025 Çarşamba - 07:00
Devamını Oku
10 Kasım 2025 Pazartesi - 09:12
Devamını Oku
08 Kasım 2025 Cumartesi - 07:00