
Müslüman’ın kendi hocasına, kendi alimine, kendi değerine sahip çıkmayışı; suskunluğu, lakaytlığı ve dedikoduya sarılması, bugün hala yüzleşemediğimiz bir yaradır.
Son Güncelleme: 01 Aralık 2025 Pazartesi - 09:16 | GDH Haber
Vaktiyle Bursa’da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan semtte bir çeşme yaptırmış ve kitabesine “Her kula helâl, Müslüman’a haram” yazmıştı.
Osmanlı’nın başkentinde böylesi bir söz fitne sayılırdı, elbette kıyamet kopmuş, adam yaka paça kadının huzuruna çıkarılmıştı.
Kadı da padişah da önce öfkelenmiş, fakat adamın söyleyemediklerindeki hikmeti merak etmişti.
Nihayet onun tavsiyesi üzerine bir haham, sonra bir papaz alınıp bir hafta boyunca tutuklu bırakılmış; Museviler, Hristiyanlar, bütün cemaatler seferber olmuş, ülke dışından bile elçiler gelmiş, din adamlarına sahip çıkmak için her yol denenmişti.
Ama sıra Ulucami’nin hocasına gelince, ne arayan oldu ne soran. Minberden alınıp götürülen hocanın ardından tek bir “N’oluyor?” diyen çıkmadı.
Üstelik bir hafta sonra hoca için yapılan dedikodular, insanın yüreğini burkan nitelikteydi: “Kim bilir ne suç işledi de alındı?’’, “Biz de onu hoca bilmişiz…”
Halk kendi hocasına değil, söylentiye itimat etmişti.
Sultan, kadı ve adam bütün olup biteni izleyince gerçek apaçık ortaya çıktı. Adamın “Bu Müslümanlara su helaldir denilebilir mi?” sorusu bir hüküm değil, bir aynaydı.
Sultan’ın acı tebessümüyle söylediği “Hava bile haram, hava bile…” sözü, o aynanın kırılmaz hakikatiydi.
Bu hikayeyi her okuduğumda, bir toplumun haysiyetini belirleyen şeyin aslında ne kadar basit ama aynı zamanda ne kadar zor olduğunu görürüm.
Bir haham alınır, cemaat dünyayı ayağa kaldırır. Bir papaz alınır, kilise seferber olur. Çünkü onlar bilirler ki din adamına uzanan el, kendi ruhlarına dokunmuştur. Birliğin, inancın ve aidiyetin gereği budur.
Fakat Müslüman’ın kendi hocasına, kendi alimine, kendi değerine sahip çıkmayışı; suskunluğu, lakaytlığı ve dedikoduya sarılması, bugün hala yüzleşemediğimiz bir yaradır.
Toplumun kendi değerine sahip çıkmaması, suyun değil, haysiyetin haram edilmesidir.
Bir milletin ruhunu ayakta tutan şey toprak değil; sadakat, vefa, dirayet ve kıymet bilme duygusudur.
Bunlar kaybolduğunda çeşme akar ama ruh kurur; şehir yaşar ama millet ölür.
Bugün birileri hala değerlerine, vatanına, bayrağına, milletine, devletine sahip çıkmak yerine kendi iç hesaplaşmasına, kendi küçük çıkarlarına, kendi korkularına sığınıyorsa, mesele suyun haram olması değil, nefesin bile hak edilmemesidir.
Sultan’ın “Hava bile haram!” deyişi aslında bir uyarıdır!
Değerlerini korumayan, onurunu savunmaz.
Emanetine sahip çıkmayan, güvenliğini sürdüremez.
Kardeşinin derdine bigâne kalan, yarın kendi derdine çare bulamaz.
Ve kendi hocasını, kendi büyüğünü, kendi toprağını, kendi devletini sahipsiz bırakan bir toplum, sonunda her şeyini kaybetmeye mahkumdur.
Bugünün imtihanı, dünün hikayesiyle aynıdır. Bir haham için, bir papaz için ayağa kalkan cemaatlerin sadakati karşısında; kendi hocasına, kendi devrine, kendi değerlerine sessiz kalan bir toplum…
Hangi tarafın nefesi helaldir?
Hangi taraf suyu hak eder?
Hangi taraf kendi varlığına sadıktır?
Hikayenin sonunda suyu haram eden adam değil, suyu hak etmeyen toplumun kendi ihmalleridir.
Bir milletin onuru, onun sahip çıkabildiklerinin toplamıdır.
Gerisine kader değil, sadece ihmal hükmeder.
Vesselam…
Devamını Oku
03 Aralık 2025 Çarşamba - 09:12
Devamını Oku
29 Kasım 2025 Cumartesi - 09:41
Devamını Oku
26 Kasım 2025 Çarşamba - 09:48