
Bu topraklarda “yaratılmışa merhamet”, sadece duygusal bir refleks değil, imani bir duruştur.
Son Güncelleme: 08 Kasım 2025 Cumartesi - 07:00 | GDH Haber
Makam odasının tavanında bir çift kumru, avizenin etrafında dönüyor.
Gagalarında küçük dallar, niyetlerinde büyük bir sükunet var.
Ve o an, bir profesörün, bir insanın, bir yüreğin terazisinde dünya tüm ağırlığıyla tartıya çıkıyor!
“Ben mi kalayım, onlar mı?”
Prof. Dr. Haluk Dursun’un “kumru hikayesi” sadece bir kuşun yuva kurması değildir.
Bir vicdanın, bir kalbin ve bir medeniyetin yeniden hatırlanışıdır.
Topkapı Sarayı’nın ihtişamlı duvarları arasında geçen bu küçük olay, aslında insanın yüzyıllardır verdiği büyük imtihanın sade bir tezahürüdür.
Güç mü kalacak, yoksa gönül mü?
Makam odasına giren kumrular, aslında bir sınavın habercisidir.
Zira insan, ne zaman bir “makam” sahibi olsa, o makam bir şekilde onu sınar.
Kimi bu sınavı unvanla geçer, kimi tevazu ile.
Haluk Hoca, bir çift kumruya baktı ve dedi ki;
“Burası artık onların evi, ben giderim.”
Ne kadar basit bir cümle…
Ama içinde ne kadar derin bir medeniyet terbiyesi var!
Bir yuvanın hatırı için makamını terk eden bir insan…
Bu, bugünün dünyasında neredeyse destan sayılacak bir duruştur.
Zira çağımızda insanlar “bir koltuk” için dostlarını, ilkelerini, vicdanlarını feda ederken,
O, bir “yuva” için koltuğunu feda etti.
Belki de o kumru, insanlığın unuttuğu bir şeyi hatırlatmak için uçtu o odaya.
Belki de bir işaret, bir rahmet tecellisiydi.
Çünkü bu
Bir köpek susuz kaldı diye yol değiştiren sahabenin torunlarıyız biz.
Bir kediyi korumak için orduyu durduran bir Peygamber’in ümmetiyiz.
Ve işte bir profesör, bir kumrunun yuvaya hakkını teslim ederek o geleneğin yaşayan halkası olmuştur.
Oysa bugün insan, makineleşmiş şehirlerin içinde beton yuvalar kurarken, ruhunun kanat sesini duyamaz hale geldi.
Bir kuşun yuva hakkını bile gözetemeyen modern zihin, artık “yaşam alanı” değil, “yağmalama alanı” kuruyor.
Kumruların avizelere değil, yüreklere yuva kurduğu zamanlar çok gerilerde kaldı.
Haluk Dursun, kumrular için makam odasından çıkarken aslında bize “makam”ın hakikatini anlatıyordu.
Makam, hizmet içindir; koltuk, konfor için değil, sorumluluk içindir.
Ama insan, koltuğa oturdukça ağırlaşıyor; ağırlaştıkça alçakgönüllülüğünü kaybediyor.
Oysa kumrular hafifti; uçabiliyorlardı.
Ve Hoca, onların uçabilme hakkını koruyarak kendi insanlığını kanatlandırdı.
Asalet, bazen bir sessizlikte saklıdır.
Bir adım geri çekilmekte, bir odayı terk etmekte, bir yuvayı korumakta.
Büyüklük, yüksek sesle konuşmakta değil,küçük bir canın hakkını gözetebilmekte.
Günün birinde o kumrular uçup gider.
Belki yuvaları bozulur, belki mevsim değişir.
Ama o hikayenin bıraktığı iz, hiçbir zaman silinmez.
Çünkü bazı hikayeler uçmaz; kalır, ders olur.
Bir makamın duvarlarına değil, bir milletin vicdanına kazınır.
Rahmetli Haluk Dursun’un hayatı da böyleydi zaten!
Yaşarken anlatan değil, yaşadığıyla öğreten bir bilgeydi.
Kumrular, onun makamına değil, kalbine konmuştu.
Ve biz, o kalbin gölgesinde insan olmanın zarafetini yeniden hatırladık.
Kumrular hala uçuyor dostlar!
Avizelerde, çınar dallarında, belki senin pencerenin önünde…
Ama asıl mesele, onların yuvayı kurduğu yerde değil; bizim yuvayı ne kadar koruyabildiğimizde.
İnsanın yüreği yuvasız kaldığında, dünyadaki tüm kuşlar da sürgünde kalır.
Ve o vakit, Haluk Dursun’un cümlesi bir dua gibi yankılanır;
“Ben yuvayı almam, siz beni alın isterseniz.”
Vesselam…
Devamını Oku
06 Aralık 2025 Cumartesi - 07:00
Devamını Oku
03 Aralık 2025 Çarşamba - 09:12
Devamını Oku
01 Aralık 2025 Pazartesi - 09:16