
Suriye’deki terör yapılanması söz verdiği gibi silahlarını bırakıp Suriye Ordusuna entegre olmamakta kararlı. Bunu zaten biz dahil bu coğrafyayı bilen herkes az çok tahmin etmişti, sanırım SDG denilen terör yapılanması kimseyi yanıltmayacak.
Son Güncelleme: 17 Ağustos 2025 Pazar - 07:00 | GDH Haber
Suriye’deki terör yapılanması söz verdiği gibi silahlarını bırakıp Suriye Ordusuna entegre olmamakta kararlı. Bunu zaten biz dahil bu coğrafyayı bilen herkes az çok tahmin etmişti, sanırım SDG denilen terör yapılanması kimseyi yanıltmayacak.
O zaman Türkiye, sınırlarının dibinde bir İsrail Haşdi Şabisi ister mi?
Direkt olarak sorulması gereken bu noktadan sonra bu sorudur: Sınırlarınızın hemen dibinde İsrail’in eliyle beslediği bir yapının semirmesine göz yumar mısınız?
Aklı başında ve kudretli hiçbir devlet böylesi bir duruma rıza göstermez ve yaşananlara seyirci kalmaz. Türkiye aslında bugüne kadar sınırlarında böylesi bir projeye bigâne kalmayacağını dört kapsamlı harekât ile gösterdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da Suriye’deki gelişmelere dair bugüne kadar söyledikleri de farklı şeyler değildir: Sınırlarımızın hemen dibinde özerklik talebinde bulunan eli silahlı bu yapıya müsaade etmeyiz, etmeyeceğiz
SDG’ye verilen süre doluyor mu?
Malumunuz SDG en geç yıl sonuna kadar Suriye Merkezi Hükümetine entegre olacağını daha Mart ayı içerisinde deklare etmişti fakat aradan geçen yaklaşık altı aya rağmen bu konuda ipe un sermeye devam etti.
Bu esnada bulduğu her fırsatı kendi konumunu tahkim etmek için kullandı ve artık bu şartlarda silahları bırakmanın mümkün olmayacağını alenen söylemeye başladı.
Bu durumda Suriye Ordusu’nun bu oldu bittiye karşılık vermesi beklenir, zira federasyon söylemleri ile Suriye’nin birkaç parçaya bölünmesinin apaçık bir İsrail projesi olduğunu görmezden gelmek ya konjonktürü okuyamamak ya da etnik milliyetçiliğin esiri olmak demektir.
Suriye ne yapacak?
Bu şartlarda kimse hemen ve derhal Türkiye’den bir karşılık beklememelidir zira bu öncelikli olarak Suriye’nin kendi problemidir. İsrail namlı terör sponsoru olan devlet, bulduğu her fırsatta Suriye’yi dört farklı parçaya bölmeye son derece kararlıdır ve Trump yönetiminin bu konudaki farklı bakışına rağmen İsrail’in güvenliği safsatası adı altında bu projesini hayata geçirmeye gayret göstermektedir.
İşte bu şartlarda SDG terör yapılanması ısrarla silah bırakmamaya devam ederse önümüzdeki günlerde Suriye Ordusu tarafından bir karşı operasyon gündeme gelebilir zira haftalardan bu yana Suriye ile Türkiye arasındaki yoğun diplomasi trafiği bunu gösteriyor.
Burada İsrail açısından yegâne engel artık Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.
Bunun başka bir izahı da yoktur.
Peki bu durumdan Terörsüz Türkiye hedefi nasıl etkilenir?
Kuşkunuz olmasın ki Suriye Ordusu bu yönde bir harekata başladığında içeriden ayarsız sesler gelmeye başlayacaktır. Bu seslerden bazıları direkt etnik milliyetçi ve ayrılıkçı tonda olacak bir kısmı da Türkiye büyük düşünmeli gibi klişe laflar ederek arz-ı endam edecektir.
Bu şartlarda sürecin iyi işletilmesi elbette büyük bir iletişim becerisi gerektirecektir.
O zaman dememiz gerekeni hemen ortaya koyalım.
Suriye’de yıllardan bu yana Baas destekçileri dışında Suriye’deki tüm unsurlar çok çile ve ızdıraplar çektiler. Her kesimin birçok varoluşsal hakkı Esed döneminde ayaklar altına alındı. Kürtler, Sünni Müslümanlar ve daha birçok farklı unsur, bu zulümden yeteri kadar payını aldı.
Şimdi bu unsurların tümünün evrensel haklarının garanti altına alınmalı ve bir daha asla Esed Baasçılığında olduğu gibi Suriye’de yaşayan unsurların kimliklerinin inkâr edildiği, inanç ve değerlerinin ayaklar altına alındığı bir dönem tekrar yaşanmamalı. Bu kapsamda oluşturulmuş bir geçici Anayasa var ve kalıcı Anayasa içerisinde bu haklar garanti altına alınmalı.
Peki, PYD yapılanması geçici Anayasa ve getirdiği şartları anti demokratik bulup her türden eleştiriyi yaparken kendi kontrolleri altındaki farklı gruplara Suriye’de nasıl davranıyor?
Bugüne kadar PYD çizgisinde olmayan Kürtlerin siyasi bürolarına yapılan baskılar, suikastlar ve yıldırma siyasetini sanırım bilmeyenimiz yoktur. Hala bölge insanının birçoğu evlerinden uzaklarda yaşam mücadelesi vermekte ve YPG korkusuyla hareket etmektedir.
Bölgedeki halkın 15 yaşındaki evlatları zorla silah altına alınmakta, kendileri gibi düşünmeyen kimseye hayat hakkı tanınmamaktadır. Halktan toplanan vergi adı altındaki haraç bölge insanını nefes alamaz hale getirmektedir.
İsrail’den el aman dileyen İlham Ahmed
PYD elemanlarından İlham Ahmed İsrail gazetesi Jeruselam Post’a 01 Şubat 2025 tarihinde verdiği röportajda Suriye’ye yönelik uygulanan yaptırımların kalkmamasını ve İsrail’in Suriye’nin üzerinden elini çekmemesini alenen istemiştir.
Bu demek ki yaptırımlardan dolayı Suriyeli bebekler ölmeye ve Suriye halkı kıvranmaya devam etsin yeter ki İlham Ahmed’in diktatörlüğü devam edebilsin ve İsrail’in eli üzerlerinden eksik olmasın.
Eh, geçtiğimiz günlerde de Haseke’de tam bu plana hizmet edecek İsrail tarafından organize edilmiş bir konferans düzenlediler. Konuşmacıların tamamı İsrail’e varlığını adamış şahıslardan müteşekkil ve ayrılıkçı katil Hicri söz konusu konferansta bu gruba ağababalığı yapan bir konuşma da yaptı.
Gelelim Türkiye’deki yansımalarına
Geçtiğimiz gün Orhan Miroğlu sosyal medyada yaptığı bir açıklamada Suriye’de adem-i merkeziyetçiliğin Türkiye’nin çıkarlarına ters olmadığını belirten bir paylaşımını okudum. Miroğlu, Suriye’de federal bir yapıyı federalizm ve kültürel haklar gibi bir perspektiften müdafaa etse fikrine katılmasam da okur ve tamam der geçerdim.
Ama öyle örnekler vererek konuyu bir noktaya kanalize ediyor ki fikri bir yazı kaleme alarak mukabelede bulunmasam rahatsız olurdum.
Miroğlu burada Turgut Özal’ın Barzani ve Talabani’ye açtığı alanın örnek alınması gerektiğini, her iki Kürt liderin de Türkiye üzerinden dünyaya açıldığını, Türkiye’nin bu hamleyle Tel Aviv yönetiminin nasıl önünü kestiğini falan izah etmiş.
Buradan mülhem Miroğlu devam ediyor: “Siz ya bu gerçeği ‘Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun olan buydu, Allah Özal’dan razı olsun’ dersiniz, demekle kalmaz örnek alırsınız ve PYD’nin, ENKS’nin Ankara’da büro açıp İlham Ahmed ve Mazlum Abdi’nin Ankara’dan dünyaya açılmasını ulusal çıkarlarımıza uygun bulursunuz ya da Suriye Kürtleri’ne ‘hadi yalla Tel Aviv Havaalanına’ dersiniz!”
Allah aşkına iki olay arasında tarih, coğrafya, iç savaş gerçeği, Türkiye’nin terörle mücadelesi ve geldiği nokta, 07 Ekim ve sonrasında Ortadoğu dahil sayısız farklı parametreyi görmezden gelerek bu benzetmeyi yapmak bizlerin aklı ile alay etmek değildir de nedir?
Yukarıda örneğini verdim, Jeruselam Post’a verilen röportajda İlham Ahmed’in çok daha önceden Tel Aviv’in soykırımcı ordusuna kendisini asker yazdırdığını görmemek için kör olmak lazım gelir. Siyonist devlete militan olmayı bizzat kendisi dile getiren birini hala ‘Sonra Tel Aviv’in adamı olurlar’ diye bize korku objesi olarak sunmak da neyin nesi?
Haseki’deki o konferansın bir Siyonist tertip olduğunu, başta katil El Hicri olmak üzere tüm iştirakçilerin oraya İsrail adına özerk bölgeler koparabilmek maksatlı geldiklerini, aslında Miroğlu’nu zamanında Mardin sokaklarında yani evinde dolaştırmayan zihniyetin bu anlayışın olduğunu anlatacak biz değiliz her halde…
O zaman kimse hoplamasın da konuya geri dönelim
Coğrafyada yaşayan tüm halkların Anayasal garantiler altında ve kimlikleri inkâr edilmeden barış içerisinde yaşamasını savunduğumuz halde, faşist bir zihniyetin ürünü olarak piyasaya sürülen ve Siyonist, soykırımcı devletin maşası haline gelmiş eli silahlı ve kanlı geçmişleri olan bu isimleri müdafaa etmiyoruz diye bizi birileri bir yerlere yamamaya çalışırsa alnını karışlarız.
Devamını Oku
14 Aralık 2025 Pazar - 10:00
Devamını Oku
06 Aralık 2025 Cumartesi - 09:58
Devamını Oku
20 Kasım 2025 Perşembe - 09:40