
Siyonist devlet İsrail de bölgeyi yeni dünya düzenine hazırlamak istiyor. İsrail’in kendi tasallutu altında bir coğrafya oluşacak mı yoksa coğrafyanın bu cerahat bağlamış yapıyı izole etmesine mi şahitlik edeceğiz.
Son Güncelleme: 21 Eylül 2025 Pazar - 08:00 | GDH Haber
Uzun bir zamandan bu yana dünyanın yeni bir düzen arayışı içerisinde olduğunu ve yeni düzenin karşımıza nasıl bir tablo çıkartacağını bilmediğimizi yazıp çiziyoruz. Kuşkusuz yeni düzenin sulh ile mi harp ile mi geleceği konusu da bu kapsamda değerlendirilmesi gereken bir nokta.
Bugüne kadar hegemon değişimlerinin sulh içerisinde gerçekleştiğine dair tarihin ortaya koyduğu çok az örnek var.
Dilerseniz konuya bu doğrultuda bir göz atalım.
Tarih boyunca hegemonyanın dönüşümü genellikle kanlı olmuş, tamam bunu genel olarak bilsek de barışçıl bir geçiş tarihte olmuş mudur?
Öncelikle, hegemonya geçişlerinin her zaman kanlı olduğu önermesi tamamen doğru değildir. Büyük güçler arasında küresel hegemonya değişimleri genellikle çıkar çatışmaları, gerileyen hegemonun yükselen rakibi bastırma girişimleri nedeniyle savaş veya çatışmayı içerse de nadiren de olsa nispeten barışçıl değişimler yaşanmıştır.
Hegemonya mücadelesine dair bugün uluslararası ilişkilerde giriş niteliğinde öğretilen eskimeyecek değerde olan Atina ile Sparta arasındaki savaştır. Bu örnekten çıkarttığımız ana sual bir hegemonun hemen yanı başında her geçen gün gücünü tahkim eden ve hegemonun yerini alması muhtemel yapıya karşı sessiz kalıp kalmayacağı sorusudur.
Peleponez savaşlarında ne olmuştu?
Peloponez Savaşı (MÖ 431–404), Antik Yunan’da Atina ile Sparta arasındaki hegemonya mücadelesidir. Atina’nın deniz gücü ve ticari zenginliğiyle liderlik ettiği Delos Birliği ile Sparta’nın askeri disipline dayalı Peloponez Birliği arasındaki rekabetzaman içerisinde savaşa dönüştü.
Savaşın temel nedenleri, Atina’nın yayılmacı politikaları, Korint gibi müttefiklerin ekonomik çıkar çatışmaları ve Sparta’nın Atina’nın gücünden duyduğu tehdit algısıydı.
Antik Yunan’ın en önemli tarihçilerinden Thukydides’e göre, ‘Atina’nın yükselişi ve bu durumun Sparta’da yarattığı korku’ savaşın ana itici gücüydü.
Savaş, iki ana evrede ilerledi: İlk on yıl (Arkhidamos Savaşı) Atina’nın deniz üstünlüğüne karşı Sparta’nın kara harekâtlarıyla geçti lakin veba salgını Atina’yı zayıflattı. MÖ 421’de Nikias Barışı kısa bir ateşkes sağladı ancak bu ateşkes oldukça kırılgandı.
İkinci evre, Atina’nın Sicilya Seferi’nde (MÖ 415–413) felaketle sonuçlanan yenilgisiyle hızlandı. Sparta, Pers desteğiyle donanma kurarak avantaj sağladı ve MÖ 404’te Atina’yı kuşatarak teslim aldı.
Savaş, Atina’nın hegemonyasının çöküşüyle ve Sparta’nın kısa süreli üstünlüğüyle sonuçlandı, ancak Yunan şehir devletlerini genel olarak zayıflattı, Makedonya’nın yükselişine zemin hazırladı.
Farklı örnekler yok mudur?
Elbette hem şiddet içeren hem de barışçıl geçişlerin olduğu ana örnekler mevcuttur.
Şiddet İçeren Hegemonik Geçişler
Bu geçişler vakaların çoğunluğunu oluşturur. Bu yüzden de dünyanın önümüzdeki süreçlerde nasıl bir sürece evrileceği konusunda bizi müteyakkız olmaya iten ana amil de buradaki çokluktur.
16 ve 17’nci yüzyılda hegemonyanın İspanya’dan Hollanda’ya geçişi dini ve yönetim farklılıkları nedeniyle tetiklenen Seksen Yıl Savaşı (1568–1648) ile mümkün olabilmiştir.
Bu harplerin sonucunda imzalanan Westphalia Antlaşması (1648) ile Hollanda bağımsızlığını kazanmıştır.
18’inci yüzyılda Hollanda’nın yerini Büyük Britanya’nın alması, farklı ekonomik çıkarlar nedeniyle dört Anglo (İngiliz)-Hollanda savaşını içeriyordu. Britanya son çatışmada (1780–1784) nihayet galip geldi ve hegemonyayı ele geçirdi.
19’uncu yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Britanya ile yükselen Almanya arasındaki rekabet, Almanya’nın Britanya liderliğindeki düzenden memnuniyetsizliği ve milliyetçi hırsları nedeniyle Birinci Dünya Savaşı’na yol açtı.
Bu süreç aslında dayatılan anlaşmalardan dolayı 20 yıl gibi kısa bir sürede 2’nci Dünya Savaşını da tetikledi.
Malumunuz 2’nci Dünya Savaşı ve milyonlarca insanın hayatını kaybetmesi ve tüm coğrafyanın yanıp kül olması sonrası sahneye Amerika Birleşik Devletleri çıktı.
Yani bize belletildiği gibi bu coğrafyalar birer huzur adası değiller ve tarih boyunca barış Avrupa topraklarında nadiren mümkün olmuştur.
Soğuk Savaş Dönemi
Soğuk Savaş sırasında Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasındaki iki kutuplu rekabet, nükleer caydırıcılık nedeniyle doğrudan büyük güç savaşına dönüşmemiş olsa da Kore, Vietnam ve Afganistan üzerinden kanlı savaşlar yapıldı.
1991’de SSCB’nin iktisaden çöküşü Soğuk Savaş dönemine son verdi.
İşte bu nokta aktörler arasında sıcak savaş olmaması nedeniyle “şiddetsiz” geçiş olarak akademik çevrelerde çokça tartışılır ancak genel olarak yukarıda verilen ülkelerde yapılan kanlı savaşlardan dolayı ne kadar şiddetsiz bir geçiştir okuyucunun takdirine bırakıyorum.
Barışçıl Hegemonik Geçişler
Şiddetin yaygınlığına rağmen birkaç hegemonik geçiş işbirliği veya ortak egemenlik yoluyla gerçekleşmiş ve büyük çaplı kan dökülmeleri yaşanmamıştır.
Bunlardan en bilineni 16’ncı yüzyılda Portekiz’den İspanya’ya olan hegemon geçiş barışçıl bir şekilde mümkün olmuştur.
En belirgin ve iyi belgelenmiş barışçıl değişim, 20. yüzyılın başlarında ve ortalarında Britanya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne geçiş oldu. Her ne kadar 2’nci Dünya Savaşı hem çok yıkıcı hem de çok kanlı olmuşsa da geçişin iki müttefik arasında olması bu örneği bu kategoride değerlendirmemize sebep oldu.
Anglo-Amerikan kültürel bağlar, ortak siyasi ve sosyal değerler ve karşılıklı iktisadi bağımlılık bu geçişi kolaylaştırmıştır.
Özetle, dünya hegemon güçleri nadiren barışçıl bir şekilde birbirlerinin yerini almıştır. Rekabetin doğası gereği şiddet çoğunlukla norm olmuştur ancak Anglo-Amerikan vakası gibi istisnalar, ortak tercihlerin ve stratejik uyumun kansız değişimleri mümkün kılabileceğini de göstermiştir.
Çin ile ABD arasında var olan ekonomik bağımlılık ve küresel dünyada her şeyin artık bir diğerine bağlı olduğu gerçeği, hegemonyanın ABD’den Çin’e devrini barışçıl bir şekilde olmasını belki mümkün kılabilir lakin hala ABD’nin bu konuda Çin’i budayacak eylemler ile yola revan olmak istediğini de görebiliyoruz.
İşte bu sarsıntılar devam ederken Siyonist devlet İsrail de bölgeyi yeni dünya düzenine hazırlamak istiyor. İsrail’in kendi tasallutu altında bir coğrafya oluşacak mı yoksa coğrafyanın bu cerahat bağlamış yapıyı izole etmesine mi şahitlik edeceğiz.
Bölgede yaşanan hemen hemen her gelişmeyi bu doğrultuda ele alarak değerlendirmeliyiz.
Devamını Oku
06 Aralık 2025 Cumartesi - 09:58
Devamını Oku
20 Kasım 2025 Perşembe - 09:40
Devamını Oku
07 Kasım 2025 Cuma - 16:50