
ABD ve G7 ülkeleri, bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni, geçmişte Irak’a yaptıkları gibi, İran’a karşı daha kapsamlı yaptırımlar uygulamak için harekete geçireceklerdir.
Son Güncelleme: 30 Haziran 2025 Pazartesi - 07:00 | GDH Haber
Ortadoğu, ABD-İsrail ortak saldırganlığının ürünü olan, hiçbir somut askeri ve siyasi sonuç üretmeyen 12 günlük bir çatışmayı geride bıraktı. Her ne kadar ABD Başkanı Trump, 22 Haziran’daki ABD hava saldırısının başarısız olduğunu söyleyenleri vatan haini ilan etse de, bunu söylemenin bizim için bir mahsuru olmayacaktır.
“Büyük Vergi İndirimi Yasa Tasarısı” için Yahudi lobilerinden alınacak destek uğruna düzenlendiği anlaşılan ABD saldırısı, sonuç üretmek bir yana, Ortadoğu’da yeni ve daha uzun bir savaş arzusunda olan Siyonist, evanjelist, neo-con siyasi çevreleri için can simidi oldu.
Şimdi İran, kendisinden beklendiği şekilde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ile işbirliğini askıya alıyor. UAEA denetçilerinin ülkeye girişini yasaklıyor ve nükleer programının yürütüldüğü tesislerdeki kamera sistemlerini kaldırıyor.
İsrail ve ABD, böylece nihai hedefleri olan İran’da bir rejim değişikliğine ulaşmak için arzu ettikleri zemini de temin etmiş oluyorlar. Bu mekanizma ya da planın nasıl işlediğini anlamak için yakın geçmişe bir göz atmak yeterli olacaktır.
Irak, Libya ve Suriye gerek hedef oldukları saldırılar, gerek sabotajlar gerekse ambargolar neticesinde yürüttükleri nükleer programlardan ya da kitle imha silahı programlarından vazgeçmek zorunda kaldılar. Ancak bu vazgeçişler, her 3 ülkeyi de iç savaşlar ve işgallere uğramaktan korumadı.
Liderleri ise asıldı, linç edildi ya da ülkeden kaçmaya zorlandı. Onları destekliyormuş taklidi yapan Moskova ise son perdenin oynanma zamanı geldiğinde ortalarda görünmemeyi tercih etti.
12 YIL SAVAŞ HALİNDE TUTULAN IRAK
Irak, 1990 yılında, Birleşmiş Milletler’in ambargo kararlarına rağmen kendisini arka kapıdan silahlandıran ABD’nin onayını aldığı zannıyla Kuveyt’i işgal etti. Saddam Hüseyin bir tuzağın içerisine çekildiğini anladığında artık geç kalmıştı.
ABD, kurduğu koalisyonla 1 ayda Irak ordusunu Kuveyt’i terk etmek mecburiyetinde bıraktı. ABD Başkanı Bush’un ( Baba Bush ) askeri harekatı durdurduğunu açıkladığı esnada ABD 101’inci Hava İndirme Tümeni, Fırat Nehri’ne paralel inşa edilmiş 8 numaralı otobandan ilerlemekteydi.
Necef ve Kerbela’nın kapılarına dayanmak üzereydiler ve Bağdat ile mesafeyi 250 kilometreye kadar indirmişlerdi. Irak zırhlı birliklerinin neredeyse ortadan kaldırıldığı ve 100 bin Irak askerinin teslim alındığı bu ortamda, ABD ordusunun başkente ulaşarak Saddam Hüseyin yönetimine son vermesi için yalnızca 1 hafta yeterliydi.
Ancak Bush önce beklenmedik bir şekilde harekatı durdurdu. Ardından Saddam rejimine karşı isyan eden güneydeki Şiileri ve kuzeydeki Kürtleri kaderleriyle baş başa bıraktı. Bununla da kalmadı güney ve kuzeyde isyanlar sürerken Beyaz Saray 26 Mart tarihinde Irak helikopterlerinin düşürülmeyeceğini ilan etti.
Bu karar isyancıların katledilmesi için Saddam Hüseyin’e tam bir yeşil ışık yaktı. ABD Başkanı Bush 1991 yılının Mayıs ayına gelindiğinde Saddam’ı iktidardan uzaklaştırmak için savaş öncesinde yürürlüğe konan yaptırımları genişletme kararı aldı.
1991 yılının Nisan ayında Irak’ın kuzeyinde ilan edilen uçuşa yasak bölgeye, ancak 1992 yılının Ağustos ayında bu kez ülkenin güneyinde ilan edilen ikinci uçuşa yasak bölge eklendi. Bu tarihten sonra ABD, yüzbinlerce Iraklı çocuğun ölümüne yol açan ambargoları Birleşmiş Milletler’i alet ederek ağırlaştırdı, aklına estiği zamanlarda da Irak’taki askeri hedefleri vurmaya devam etti.
ABD, 2003’E KADAR BÖLGEDE TERÖR ALT YAPISINI GÜÇLENDİRDİ
Irak’taki istikrarsızlığı, kendisinin bölgedeki askeri varlığı için meşru bir sebep olarak sunan ABD, bu esnada sivil toplum kuruluşu kılığındaki ajan ağı ve bizzat Amerikan Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM eliyle PKK terör örgütünü de palazlandırdı.
Washington 2003 yılına kadar Saddam’ı arafta tuttuktan sonra, 11 Eylül 2001 yılındaki terör saldırılarını ve el Kaide’ye karşı yürütülen küresel terörle mücadele operasyonlarını bahane ederek Irak’a yöneldi. 5 Şubat 2003 günü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarihin en rezil dezenformasyon ve manipülasyon içerikli şovuna alet edildi.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Powell, Irak’ın işgalinden sonra tamamının yalan olduğu anlaşılan argüman ve sahte kanıtlarla Saddam Hüseyin yönetiminin kimyasal ve biyolojik silah kapasitesi olduğunu iddia etti.
Hatta ABD istihbarat kaynaklarının asılsız olduğu ispatlanan iddialarına göre el Kaide’nin Irak desteğiyle ABD’ye nükleer materyal içeren “kirli bomba” saldırısı düzenleyeceğini dahi iddia ettiler. Güvenlik Konseyi’ndeki bu sahte bayrak operasyonu 20 Mart 2003 günü Irak’ın işgaliyle sonuçlanacak sürecin işaret fişeği oldu. Ancak ne işgal ne Saddam Hüseyin’in idamı ABD ile İsrail’i tatmin etmedi.
Devlet yapısı ortadan kaldırıldı. Irak’taki aşiretleri aşiretlere, farklı etnik ve dini grupları birbirlerine kırdıracak ve neticede ülkenin parçalanması ile sonuçlanması umulan dönem başlatıldı.
ABD’nin icadı DEAŞ terör örgütü ile 1990’lardan itibaren yine ABD tarafından silahlandırılan PKK terör örgütü 2014-2015 yıllarından itibaren Suriye’deki iç savaşa ihraç edilerek, bu ülkenin toprak bütünlüğünün de ortadan kaldırılması için zemin hazırlandı. Her şey “Büyük İsrail’in Mezopotamya”ya ulaşması içindi.
AÇMAZIN TANIMI: ABD’NİN İŞGAL SALDIRISI MI, İRAN’IN NÜKLEER SİLAHI MI BİTİŞ ÇİZGİSİNE ULAŞACAK?
Şimdi bu senaryonun yeni bir versiyonu İran için sahneye konuyor. Muhtemeldir ki İran, 1994’te Kuzey Kore’nin yaptığı gibi nükleer programını tamamen yer altına taşımak suretiyle silah geliştirerek nükleer caydırıcılığa ulaşmaya çalışacak.
İran’daki karar vericiler, “12 Gün Savaşı”nın hedefinin nükleer programları ile ilgili olmadığına, her yönüyle rejim değişikliği, hatta işgal hedefine odaklı bir eylem olduğuna ikna olmuş durumdalar.
ABD ve G7 ülkeleri, bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni, geçmişte Irak’a yaptıkları gibi, İran’a karşı daha kapsamlı yaptırımlar uygulamak için harekete geçireceklerdir.
Bu esnada İsrail de boş durmayacaktır. Düşük yoğunluklu bir çatışma süreci, İran’ın askeri yetkilileri ile bilim insanlarına yönelik suikast eylemleri devam edecektir. ABD-İsrail ikilisi bir yandan rejimi içeriden devirecek bir darbe umuduyla beklerken, bir yandan da nihai saldırı için hazırlıklarını yapacaklar, Tahran yönetimi ise onlar planlarını hayata geçirmeden bir nükleer silaha ulaşmak için bütün gücüyle bitiş noktasına ulaşmaya çalışacaktır.
Irak’takine benzer senaryonun hayata geçmesi halinde önce birkaç yıl sürecek düşük yoğunluklu bir savaş ve sınırımızda yeni bir iç savaş süreci kaçınılmaz olacaktır.
İran’ın nükleer caydırıcılığa ulaşması hayırlı olur mu olmaz mı artık bunu düşünecek noktaya geldik. Şurası kesinki 12 Gün Savaşı ile Pandora’nın kutusu açılmıştır. Ortadoğu ve Körfez ülkelerinin önünde İbrahim Anlaşmaları ya da nükleer caydırıcılık haricinde bir seçenek bırakılmamıştır.
Devamını Oku
10 Aralık 2025 Çarşamba - 15:58
Devamını Oku
03 Aralık 2025 Çarşamba - 16:26
Devamını Oku
27 Kasım 2025 Perşembe - 17:45