
ABD’nin dünyayı korkutma tiyatrosunun altından barış mı yoksa savaş mı çıkacak?
Son Güncelleme: 05 Kasım 2025 Çarşamba - 09:33 | GDH Haber
Amerika Birleşik Devletleri’nin gerçekten çok ilginç bir yeteneği var değerli okurlar. Bu yeteneklerin sayısı pek çok aslında ama özellikle “İkinci Soğuk Savaşta mıyız?, Üçüncü Dünya Savaşı çıkacak mı yoksa tam da ortasında mıyız?” tartışmaları sürerken,
ABD’nin başlattığı yeni nükleer tırmanışta ortaya çıkan bir özelliği beni bu yazıyı yazmaya teşvik etti. ABD, 1945 yılında ilk kez nükleer silaha başvuran, Japonya’da ilk anda en az 100 bin kişiyi, nükleer serpintinin etkisiyle günümüzde kadar da en az bir 100 bin kişiyi daha öldüren ülke olmasına rağmen, İsrail ile beraber sürekli kendilerinin nükleer tehdit altında oldukları propagandasını başarıyla işliyorlar. Sovyetler Birliği 1957 yılında dünya yörüngesine ilk kez bir uydu fırlattığında da, komünist düşmanlarının onları nükleer bir silahla uzaydan vuracağı paranoyasını yaşamışlardı. Hollywood sinemasının o yıllarda vizyonu yeterince gelişmediğinden, nükleer silahlı komünizm korkusunu Batı yarımkürenin halklarına ya son derece çiğ propaganda filmleriyle empoze etmeye çalışıyorlardı ya da Sovyetler Birliği’ni istilacı uzaylılarla özdeşleştirdikleri filmler çekiyorlardı. 1960’lı yıllarda önce Sovyetler Birliği, ardından 1970’lerde Çin Halk Cumhuriyeti ile yaşanan yumuşama süreçleri nükleer paranoyayı biraz olsun dizginledi.
Bir Psikolik harp ustası: Ronald Reagen
Ancak 1981 yılında Beyaz Saray’da Cumhuriyetçi bir başkanın dizginleri ele alması “nükleer paranoya” pazarını yeniden hareketlendirdi.
ABD Başkanı Ronald Reagan’ın sıkı bir anti-komünist ve eski bir Hollywood yıldızı olması yeni nükleer tırmanış senaryosunu daha da inandırıcı kılacak söylemleri beraberinde getirdi. Önce Sovyetler Birliği’ni “kötülük imparatorluğu” olarak betimleyen söylem piyasaya sürüldü, ardından Reagan gerçekleştirilmesi o yılların teknolojisi ile imkansız olan “Yıldız Savaşları Projesi”ni duyurdu.
Bu projenin amacı, günümüzde Trump’ın “Altın Kubbe Projesi” gibi, düşman nükleer füzelerinin yörünge dışında durdurulmasıydı. Uzun yıllardır ağır bir ekonomik krizin pençesindeki Sovyetler Birliği artık ABD ile yeni bir silahlanma yarışına girecek durumda değildi. ABD’nin Kuzey Pasifik’te Kamçatka Yarımdası’ndaki Sovyet üsleri çevresinde yürüttüğü tatbikatlar, Sovyet askeri liderliğini panikle alınan kararlara sevk ediyordu.
Bu kararlardan biri, rotasından çıkmış olan bir Güney Kore Havayolları uçağının casus uçak olarak tanımlanarak Pasifik Okyanusu üzerinde Sovyetler tarafından düşürülmesi oldu. 1 Eylül 1983’te 269 yolcu ve mürettebatın yaşamına mal olan bu saldırı korku ve gerilimin zirve noktasıydı.
Dünya ilk nükleer füzeyi kimin ateşleyeceğinin endişesiyle yaşarken 20 Kasım 1983 günü ABD’deki ABC televizyonu, ABD ile Sovyetler arasındaki olası bir nükleer düelloyu konu alan “The Day After” filmini yayınladı.
“The Day After” Filminden “A HOUSE OF DYNAMITE” Filmine
Nükleer çatışmanın dehşetini ABD toplumunun gözünden anlatan bu film aldığı yüksek reyting ile yıllarca bir rekoru elinde tuttu. Yalnızca ABD’de yayınlandığı gece 39 milyondan fazla konutta 100 milyondan fazla kişi bu filmi izleyerek olası bir nükleer çatışmanın ardından dünyada yaşamın ne hale geleceğine dair fikir edindi. Film daha sonra çeşitli ülke sinemalarında da gösterildi. Akabinde, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nde yaşanan değişikliklerin de desteğiyle ABD yeterince yükselttiğine kanaat getirdiği gerilimi düşürmeye karar verdi. İki ülkenin liderleri 1985’te Cenevre’de buluştu. Ardından yalnızca nükleer gerilimin düşürülmesi süreci yaşanmakla kalmadı. Demokratik Almanya, Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği’nin çözülme süreci geldi.
Gelelim günümüze. ABD yönetimleri, 40 yıl önce icat ettikleri “Kötülük İmparatorluğu eşittir Sovyetler Birliği” kavramını, 2003 yılından itibaren “Şer Ekseni” kavramı ile ikame etti. Zamanın ruhuna uygun olacak şekilde bu kavramın içi dönem dönem Beşar Esad Suriyesi, İran ve Irak ve Kuzey Kore ile dolduruldu. Rusya’nın şer ekseninin parçası olduğu ima edilmekle beraber, Çin Halk Cumhuriyeti bu eksene dahil edilmemeye özen gösterildi. Hatta ABD siyaset, istihbarat ve silahlı kuvvetler camiasının kimi bileşenleri zaman zaman Pakistan’ı da bu eksene dahil etmekten çekinmedi.
İkinci Trump dönemiyle beraber ABD-Çin çekişmesi ticaret savaşının ötesine geçti. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Rusya ve İran’a el altından verdiği destek artık gizlenemez hale gelirken, 30 Ekim itibarıyla Trump ile Şi arasında 10 aydır beklenen yüzyüze görüşme gerçekleşti. Trump, Şi ile masaya oturacağı saatlerde ülkesinin 33 yıl aradan sonra nükleer silah denemelerine yeniden başlayacağını duyurarak, küresel bir uzlaşma beklentisinin ufukta olmadığını zaten ilan etmişti.
TRUMP-Şİ Buluşmasından öncü nükleer korku filmi vizyonunda
Ancak bu buluşmadan yaklaşık 1 hafta önce ilginç bir gelişme yaşandı. Konunun meraklıları için de şu sıralarda bir fenomene dönüşmüş durumda. Ülkemizde de yaygın olarak faaliyet gösteren bir film ve dizi platformunda 24 Ekim tarihi itibarıyla bir film gösterime girdi: A House of Dynamite… İzlememiş olanlar için fazla ipucu vermeden biraz bahsedeyim. ABD’lilerin tabi ki yine mağdur konumda olduğu filmde, sebep sonuç ilişkilerinden soyutlanmış bir şekilde Kuzey Kore’den fırlatıldığı iddia edilen bir nükleer füzenin ABD topraklarına yaptığı yolculuğu konu alınıyor. Sinemasal açıdan değerlendirmeye değer bulamadığım yapımda, ABD yönetiminin karar mekanizmaları arasında yaşanan çelişkiler, kararsızlıklar ve depresyon hali yaklaşık 110 dakika boyunca işleniyor. Selefi “The Day After” başta ABD toplumu olmak üzere uluslararası kamuoyuna yönelik bir uyarı niteliğindeydi. “A House of Dynamite” ise daha ziyade ABD ve Batı toplumunun korkularını tetikleyerek, Sibirya’nın ötesinde yaşayan “barbar toplulukların” sebepsiz yere katliam yapma isteklerine dair paranoya yaratmayı hedeflemiş gibi. Bu filmin zihnimde uyandırdığı soru şu oldu: Nükleer silahları yalnızca kendisine ve İsrail’e bahşedilmiş bir nimet olarak görmek isteyen ABD’nin dünyayı korkutma tiyatrosunun altından barış mı yoksa savaş mı çıkacak? 2010 yılından bu yana ABD düşünce kuruluşları ile medyasının en azından küçük çaplı bir “taktik nükleer silah kullanımı” senaryolarına fazlasıyla kafa yordukları dikkate alınınca, gidişatın evi değil ama dünya barışını temellerinden dinamitlemek olması ihtimali artıyor.
Devamını Oku
03 Aralık 2025 Çarşamba - 16:26
Devamını Oku
27 Kasım 2025 Perşembe - 17:45
Devamını Oku
26 Kasım 2025 Çarşamba - 10:37