
Latin Amerika bu defa "ABD’nin arka bahçesi” olmaya direnecek mi?
Son Güncelleme: 22 Ekim 2025 Çarşamba - 13:22 | GDH Haber
İkinci kez başkanlık koltuğuna oturduğunda dünyadaki savaşları bitireceğini iddia eden, sekiz savaşı bitirdiğini iddialarının gerçeklikle ilgisi bulunmayan Donald Trump, çaktırmadan uluslararası topluma yeni bir savaş hediye etmiş bulunuyor: “Karayip Deniz Savaşı ve Latin Amerika’nın İşgali”. İktidara gelişinin ardından Meksika başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerini, uyuşturucu kartellerini bahane ederek savaşla tehdit eden Trump, bu vaadini her geçen gün yeni bir aşamayla hayata geçiriyor. Ağustos ayından itibaren Venezuela açıklarına deniz gücü ile yığınak yapan ABD, ardından Porto Riko’ya ve bölgedeki diğer üslerine F-35 uçakları ve insansız hava araçları sevk etti.
Ekim ayının ikinci haftasında bu defa stratejik bombardıman uçakları Venezuela kıyılarına yaklaştı. Birinci başkanlık döneminde, Maduro’nun karşısına başkan adayı olarak çıkan Juan Guadio’yu destekleyerek rejimi değiştirme teşebbüsünde bulunan Trump başarısız olmuştu.
Dahası bu projeyi yürüten Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ile de kanlı bıçaklı hale geldi. Bolton bugünlerde, görev dönemine dair hassas bilgileri kamuoyu ile paylaşma suçlamasıyla hakkında hazırlanan iddianameye karşı kendini savunmaya çalışıyor. Dönelim Venezuela’ya ve Karayip Denizi’ne…
BİR SEKTÖR OLARAK KORSANLIK VE “SEYİR HAKKI TERÖRİZMİ”
Karayip Denizi, ismini deniz korsanlarının en parlak çağını yaşadığı 1650-1730 yılları arasında dünyaya duyurdu. 15’inci yüzyılı sonunda Avrupa monarşilerinin Güney ve Orta Amerika medeniyetlerinin zenginliklerini yağmalamaya başlamasından kısa süre sonra, bu rant alanının da yasadışı bir piyasası oluştu.
Özellikle Birleşik Krallık, Fransa ve İspanya monarşileri Karayip Adaları ve Latin Amerika topraklarını doğrudan yağmalamakla kalmayıp, birbirlerinin elindeki çalıntı hazineleri de yağmalama yoluna gittiler.
Monarşiler, hasımlarının gemi konvoylarının yağmalanmasından duydukları memnuniyeti bir süre sonra bu sistemi kurumsal hale getirerek sağlamlaştırdılar.
1700’li yılların başından itibaren kabiliyetli korsanlar Avrupa devletleri tarafından istihdam edilir hale geldi. ABD’de 18’inci yüzyıldan bugüne uzanan kısa tarihinde bu kurumsal korsanlığı önce Akdeniz’e ardından Japonya’ya taşıdı.
ABD donanması ülkesinin ticaret gemilerinden haraç isteyen Cezayir dayıları ile savaştı, ABD mallarına piyasasını açmayan Japon İmparatorun ABD savaş gemilerinin bombardımanı ile tehdit edildi.
ABD yaklaşık 200 yıldır “seyir özgürlüğü” bahanesi ile dünya denizlerinde terör estirip çıkarının gerektirdiği ülkeyi bombalamakta. Bu politikanın klasik örneklerine 1980’li yıllarında Sirte Körfezi’nde ABD ile Libya arasındaki çatışmalarda rastlayabiliriz. Şimdi hedefte Venezuela var.
ABD’NİN LATİN AMERİKA’DA BİR “İSRAİL’İ” YOK
ABD, Latin Amerika’da bir İsrail üretemediği, yani Almanya Başbakanı Merz’in İsrail için kullandığı ifadeyle “pis işlerini yaptıracakları” bir ülke o coğrafyada bulunamadığı için kendi işini kendi görmek zorunda kalıyor.
Trump’ın bölgedeki en sevdiği dostu Arjantin Devlet Başkanı Milei, ülkesinin çökmüş durumdaki ekonomisi nedeniyle ABD adına bir vekalet savaşı yürütecek durumda değil.
Brezilya’daki bir başka Trump hayranı eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro ise 2022’de kaybettiği seçimlerin ardından darbe planlamaktan suçlu bulundu ve 27 yıl hapis cezasına çarptırılarak oyun dışına çıkarıldı. Yani Venezuela’daki rejimi değiştirmek için Trump açısından ortada değerlendirilebilecek kullanışlı bir aptal mevcut değil.
Peki Trump Venezuela’dan ne istiyor? Öncelikle İran ile beraber dünyanın en büyük miktarda ve kaliteli petrol rezervine sahip bu ülkenin kaynaklarının ve pazarının ABD hegemonyasına girmesi şart.
İkinci sebep Rusya ile askeri işbirliği içerisindeki Venezuela’ya verilecek esaslı bir dersin gerekliliği. Bu ders ile Latin Amerika’da Çin Halk Cumhuriyeti ile işbirliği yapan ülkelere de etkili bir gözdağı olacak.
Üçüncü ve son faktör ise, ABD donanmasının Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı uygulayacağı bir deniz ablukasının provasını Güney Amerika kıyılarında hayata geçiriyor olması ihtimali.
Tabi ki askeri kapasite açısından Venezuela ile Çin Halk Cumhuriyeti’ni mukayese etmek mümkün değil ancak uzun yıllardır bu çapta bir operasyon yapmamış olan ABD donanması açısından Atlantik Okyanusu’nda yürütülen bu faaliyetlerin bir sonraki adımının Çin olacağını tahmin etmek de zor değil.
ABD SALDIRGANLIĞI VENEZUELA-KOLOMBİYA İTTİFAKINI PERÇİNLİYOR
Bölgedeki ABD donanması ve hava gücü 2 Eylül’den bu yana uyuşturucu taşıdıkları iddiasıyla biri denizaltı formatında en az 7 deniz aracını vurdu. Bu saldırılarda ölenlerin sayısı 30 yaklaştı.
Yalnızca 2 kişi sağ olarak ele geçirildi. Onların da yargılanmak üzere ülkeleri Ekvador ve Kolombiya’ya teslim edilecekleri açıklandı. İşte tam bu noktada Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro devreye girdi ve öldürülen vatandaşlarının uyuşturucu kaçakçısı değil yoksul balıkçılar olduğunu söyledi. Henüz 1 ay önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kürsüsünden ABD ve İsrail’i sert şekilde eleştirmiş olan Petro’nun da ABD’nin hedefi haline gelmesi zaten kaçınılmazdı.
Nitekim Petro’nun açıklaması Trump’a beklediği fırsatı verdi ve Kolombiya Devlet Başkanını yasadışı uyuşturucu kaçakçılığı ile suçladı. Trump’ın gerek Petro’ya yönelik suçlamalarına, gerek vurulan deniz araçları ve öldürülen insanlara dair uluslararası topluma hiçbir geçerli kanıt sunmadığını ayrıca belirtmemize herhalde gerek yoktur.
Nitekim bu söz düellosu 20 Ekim günü itibarıyla Venezuela ve Kolombiya’yı ABD’ye karşı ortak bir cephede birleştirdi. Her iki ülkenin devlet başkanları eş zamanlı yaptıkları açıklamalarla ABD’nin olası işgal girişimine beraber karşı koyacaklarını ilan ettiler.
Bakalım Trump Venezuela’ya yönelik iddialarını nereye kadar götürebilecek? Latin Amerika ülkeleri 21’inci yüzyılda “ABD’nin Arka Bahçesi” imajından kurtulabilecekler mi?
Devamını Oku
03 Aralık 2025 Çarşamba - 16:26
Devamını Oku
27 Kasım 2025 Perşembe - 17:45
Devamını Oku
26 Kasım 2025 Çarşamba - 10:37