
Bugünkü İran yönetimi de, Kuzey Kore tarzı bir nükleer caydırıcılığa sahip olmazsa kendilerini aynı sonun beklediğinin farkındalar.
Son Güncelleme: 16 Haziran 2025 Pazartesi - 13:09 | GDH Haber
İsrail’in 13 Haziran’da İran’a başlattığı saldırının ilk 72 saati sonunda ortaya çıkan manzara, Netanyahu’nun ilk iki sıraya koyduğu hedeflerin gerçekleştirilemediğini gösteriyor. Bunlardan birincisi İran’ın nükleer programını ortadan kaldırmak ya da 15-20 yıl geriletmek diğeri ise İran’ın balistik ve hipersonik füzelerle karşılık vermesini engelleyecek şekilde füze rampa ve depolarını yok etmekti.
İsrail, İran hava sahasında hatta karadaki terör hücreleri ile alanda hatırı sayılır bir kontrolü sağlamış gibi görünse de her iki hedefi hayata geçirme konusunda askeri kapasitesi yetersiz kaldı. Bu nedenledir ki Netanyahu’nun ABD’yi ısrarla savaşa çekmeye çalışan çağrıları feryada dönüşmekte.
İsrail’in füzelerden savunulmasında aktif rol oynasa da ABD’nin şu anki katkısı Netanyahu için yeterli değil. Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia üssünde konuşlu B-2 stratejik bombardıman uçakları ve onların sığınak delici mühimmatları ile ABD’nin 608 tanker uçaklık filosunun bir kısmı şu anda İsrail’in acil ihtiyaç duyduğu kalemler.
Türk medyasındaki bilgisi az fikri çok kimi yorumcuların zannettiğinin aksine İsrail’in tanker uçakları var, hem de 14 tane. Ancak İran’ın sergilediği saldırı performansı karşısında dünyanın 5’inci büyük tanker uçak filosunun sahibi olmak da İsrail’e yetmiyor. Dahası, 2024 yılının Temmuz ayında Hizbullah üzerinde uyguladıkları taktik de sonuç vermiş değil.
İran Devrim Muhafızları ordusu ile silahlı kuvvetlerin çok sayıda üst düzey isminin öldürülmelerine rağmen, İran yönetim kademesi arasındaki iletişim kesilmiş değil. Hatta yedikleri darbelere oranla, İsrail’e karşılık vermek için çabuk toparlandıklarını bile söylemek mümkün.
Şunu unutmamak gerekir ki, 1979’daki devrimin ardından kurulan kadrolar 1980’li yıllardan itibaren Ayetullah Muhammed Beheşti ile Cumhurbaşkanı Muhammed Ali Recai’nin hayatını kaybettiği toplu suikast eylemlerinin hedefi oldu. Ancak yaşadıkları insan kayıpları Tahran yönetiminin kalıcı bir şekilde yıpranmasına yol açmadı.
Bilakis, 13 Haziran saldırısının ardından dini lider Hamaney’in çevresinden çok daha radikal isimlerin yönetim kadrolarında görev almaları ve bu ekibin İsrail’e büyük bedeller ödetmeden müzakere masasına oturmayı kabul etmemeleri daha yüksek bir olasılık.
16 Haziran itibarıyla gündeme gelen bir diğer gelişme ise İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’ndan çekilmeye yönelik yaptığı hazırlığa dair oldu. İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün açıklamasına göre, İran’ın 1970 yılında dahil olduğu bu anlaşmadan çekilmesi için hazırlanan yasa tasarısı parlamentoya sunulmak üzere.
Bunun gerçekleşmesi ve Hamaney’in nükleer silah sahibi olmamakla ilgili fetvasını da değiştirmesi halinde, İran’ın 6 ila 8 hafta içerisinde ilk nükleer silah başlığını dünya ile tanıştırması mümkün olabilir.
Kuşkusuz ABD’yi de savaşa dahil edebilecek bir risk olacaktır bu. Ancak NPT’ye hiçbir zaman dahil olmamış İsrail’in 90 ila 400 nükleer silah başlığına sahip olduğu ve bunların hiçbir zaman denetlenmediği bilinirken, İran’ı bu nedenle hedef alacak bir askeri harekat için meşruiyet üretmek de mümkün olmayacaktır.
SADDAM, KADDAFİ,ESAD… NÜKLEER PROGRAMLARINI DURDURMALARI ONLARI KURTARMADI
Irak lideri Saddam Hüseyin 1981 yılında İsrail’in Osirak nükleer reaktörüne düzenlediği saldırının ardından ülkesinin nükleer programını iptal etmişti. Ardından Irak-İran Savaşı sırasında Irak ordusu yaklaşık 100 defa hem İran’a hem de sınırları içerisindeki Kürt toplumuna karşı kimyasal silaha başvurdu.
O yıllarda Irak’ın bu eylemleri, İran’ı şeytanlaştıran Batı tarafından hoş görüldü. Ancak 1991’de ABD’nin tahrikiyle Kuveyt’i işgal etmesinin ardından Batılı güçler Saddam’ın peşine düştü. Nükleer programını iptal etmesi, ya da kitle imha silahlarını imha etmiş olması Saddam’ı kurtaramadı. Avrupa ve ABD’den aldığı silah desteklerini açıklama fırsatı bulamadan bir urganın ucunda sallandırıldı.
Libya lideri Kaddafi 2003 yılında nükleer programını durdurduğunu ve kitle imha silahları programını da noktaladığını ilan etti. Ancak bu hamle dahi 2011 yılında ülkesinde bir iç savaşın tahrik edilmesini ve kendisinin de aynı yıl Fransa’nın kurduğu tuzakla Sirte’de linç edilmesini engelleyemedi. İsrail, 2007 yılında Suriye’nin Deyr ez Zor yakınlarındaki nükleer tesislerini de imha etti.
Ancak, nükleer programın ortadan kaldırılması 2011 yılında, Arap Baharı esintili bir iç savaşın Suriye’de başlatılmasını ve ABD-İsrail ikilisinin DEAŞ organizasyonu ile bu ülke topraklarını yakıp yıkmasını engellemedi. Kaddafi, Hafız Esad Suriyesi ve Saddam Hüseyin 1970’li yıllardan itibaren İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu’ndan Japon Kızıl Tugaylarına, Filistin Kurtuluş Örgütü’nden, Alman Kızıl Kızıl Tugaylarına kadar Batının çıkarlarını tehdit eden, İsrail’e doğrudan saldıran tüm örgütlere destek vermişlerdi.
Bugünkü İran yönetimi de, Kuzey Kore tarzı bir nükleer caydırıcılığa sahip olmazsa kendilerini aynı sonun beklediğinin farkındalar. Dolayısıyla Ayetullah Ali Hamaney bugün kameraların karşısına çıkıp, “İran’ın nükleer programını tamamen bitiriyoruz” dese dahi bu savaş bitmeyecektir. Netanyahu hem kendisini hem ülkesini hem de İran’ı ucunda ışık görünmeyen bir çukura iteklemiş bulunuyor. Şimdi bu fosseptik çukuruna ABD’nin de düşüp düşmeyeceğini göreceğimiz günlere geldik.
Devamını Oku
10 Aralık 2025 Çarşamba - 15:58
Devamını Oku
03 Aralık 2025 Çarşamba - 16:26
Devamını Oku
27 Kasım 2025 Perşembe - 17:45