
Batı Avrupalı liderlere göre, Ukrayna’da barış uğruna Putin’e taviz verilmesi halinde Polonya, Finlandiya ve hatta Almanya Rusya’nın hedefi haline gelecek.
Son Güncelleme: 21 Mayıs 2025 Çarşamba - 17:32 | GDH Haber
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin - AA
Geride bıraktığımız hafta, Türkiye uluslararası diplomasinin merkezindeki konumunu kuvvetlendirdiği gelişmelere ev sahipliği yaptı. Bunlar içerisinde en önemlilerinden biri Ukrayna, Rusya ve ABD’den heyetlerin İstanbul’da buluşturulması oldu.
Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky, Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilirken, Rusya Devlet Başkanı Putin’in bir sürpriz yaparak Türkiye’ye geleceğine ve ateşkes yönünde mesafe kat edilebileceğine dair umutlar son ana kadar güçlüydü.
Eğer Putin Türkiye’ye gelme kararını alsaydı, Körfez bölgesinde temaslarda bulunan ABD Başkanı Trump’ın da bir şekilde İstanbul’da boy göstermesi mümkün olacaktı. Ancak Putin, Karadeniz’in kuzeyindeki savaşın seyrini değiştirebilecek bu adımı atmaktan imtina etti.
Bölge ve Türkiye açısından önemli bir fırsatın kaçmış olduğu düşünülebilir. Ancak gelin meseleye Ankara yerine Moskova cenahından bakarak Putin’in tercihini anlamaya çalışalım.
Öncelikle gerek savaş alanında gerek diplomasi alanında rüzgar şu anda Rusya’dan yana esmekte. Rusya ekonomisi aradan geçen 3 yılda yaptırımlara bağışıklık kazanmış hale gelirken, endüstrisini savaş şartlarına adapte etti.
Kuzey Kore’den mühimmat ve asker destek alırken, Çin Halk Cumhuriyeti’nden de teknoloji temin ediyor. Son olarak, Kuzey Akım Hattı ile Avrupa’ya satamadığı yıllık 50 milyar metreküp doğalgazı satacağı bir müşteri de buldu: İran. 9 Mayıs’ta Moskova’daki İkinci Dünya Savaşı Zaferini anma gününde düzenlenen resmi geçitteki sahneler de Rusya’nın, hakim konumuna dair teşhisler için faydalı ayrıntılar barındırıyordu.
20 Ocak’ta Başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump ile 120 gündür hiçbir şekilde diyalog kurmamakta ısrarlı tavır sergileyen Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cingping, Putin’in şeref konuğuydu. Rusya, bu 9 Mayıs’ta Kızıl Meydan’da silah platformlarından ziyade, kendilerine destek veren liderleri sergilemeye özen gösterdi. Nitekim Şi, geçit töreni düzenlenirken Putin’in yanı başında oturuyordu.
Orta Asya devletlerinin başkanları, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, Venezuela Devlet Başkanı Maduro, Libya’dan General Halife Haftar, Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva ve son günlerin popüler ismi Burkina Faso Devlet Başkanı Traore de protokoldeki isimler arasındaydı. Törendeki diğer bir dikkat çekici husus devlet başkanı düzeyinde temsil edilmeyen Azerbaycan’ın tugay seviyesinde bir komando birliği ile geçit törenine katılmasıydı. Kursk’un Ukrayna ordusundan geri alınmasında önemli rol oynayan Kuzey Kore ordusu ise tamamı general rütbesindeki 5 subaydan oluşan bir heyetle törende yer aldı.
Rusya Devlet Başkanı Putin bu heyetin üyelerine yakın ilgi göstererek bizzat teşekkür etti. Rusya Devlet Başkanı Putin’in ilk el sıkıştığı Kuzey Kore heyet başkanı Korgeneral Kim Yong-bok oldu. Kim Yong-bok Kuzey Kore Genelkurmay Başkan Yardımcısı ve 11. Hücum Kolordusu komutanı. Kuzey Kore heyetinden Putin’in elini sıkan ikinci isim ise Korgeneral Ri Chang-ho oldu.
Deniz aşırı askeri istihbarat birimlerinden sorumlu olan Ri’nin, Rusya’da görevlendirilen Kuzey Kore taburlarının komutasında görev yaptığı tahmin ediliyor. Keza 19 Mayıs günü cepheden gelen haberler de yine Rusya’dan yanaydı. Rus ordusu Sumy bölgesindeki Maryino’da ve Novoolinivka’da kontrolü ele geçirdi.
Uzun lafın kısası hem diplomasi de hem muharebe alanında Rus ordusu şu anda hakim konumda. Donbas bölgesinde işgal ettiği toprakları ve ilhak ettiği Kırım’ı olası bir barış anlaşmasında elinde tutmayı garantilemiş vaziyette. Dahası, ABD başkanlık koltuğunda, selefine oranla Ukrayna’ya daha az sahip çıkan ve Rus tezlerini kabullenmiş Donald Trump oturmakta.
Güncel vaziyet bu şekildeyken meselenin bir de tarihsel perspektif boyutuna bakalım. Rusya, şu anda yalnızca NATO’dan büyük destek alan Ukrayna ordusunu durdurmakla kalmadı.
1994’ten bu yana pervasız bir şekilde sınırlarına doğru ilerleyen NATO ve Avrupa Birliği’ni de durdurmuş oldu. Bu saatten sonra ABD-İngiltere, Fransa-Almanya ikililerinin geleceğe yönelik yeni maksimalist taleplerini ortadan kaldıracak avantajlar elde etmeden, Putin’in bir anlaşma için masaya oturmasını beklemek hayalperestlik olur.
Unutulmamalıdır ki Rusya’nın kendisini güvende hissedeceği, dahası küresel jeopolitik mücadelenin başrol oyuncularından biri haline getiren “sınırları” 17’inci yüzyıl sonunda Çar Büyük Petro tarafından çizildi.
Gençliğinde tebdil gezerek Avrupa tersanelerini dolaşmış, ülkesini Britanya İmparatorluğu seviyesine ulaştıracak ticaret ve savaş filolarını inşa etmenin yollarını öğrenmişti. Petro, inşa edeceği donanmalar için yalnızca denizcilik bilgisi, kereste ve yetişmiş elemanın da yeterli olmadığının farkındaydı. Bu donanmaların yılın 12 ayı kullanabilecekleri limanlar da gerekiyordu. Bu uğurda St. Petersburg kentini inşa etti, Baltık Denizi’ne güvenli çıkış için İsveç Krallığı ile savaştı.
Petro’nun hedefleri büyük ölçüde 19’uncu yüzyıl başında Çariçe II. Katerine tarafından tamamlandı. Ruslar Kırım’ı ele geçirdiler, Mora’daki Rumları ayaklandırıp Helen devletini kurdurarak Ege ve Akdeniz’e demir atmalarını sağlayacak limanlar elde ettiler. 1. Dünya Savaşı öncesinde bugünkü Baltık ülkeleri, Ukrayna, Polonya’nın büyük kısmı ve Finlandiya’nın önemli bir kısmı Rus toprakları içerisindeydi. Hazar Denizi’ni doğudan ve batıdan kıskaca almışlardı.
1917 Ekim Devrimi’ni takiben savaştan çekilmek için imzaladıkları anlaşmalar Polonya ve Finlandiya’ya bağımsızlıklarını kazandırırken Ukrayna’nın dahil olduğu alanda kanın oluk oluk aktığı bir iç savaş yaşandı. 1920 yılında Bolşevik Partisi kontrolü sağladıktan sonra Lenin-Troçki ikilisinin ilk hedefleri Polonya’yı geri alma girişimiydi. Polonya’yı ele geçirdikleri takdirde Almanya, Macaristan ve Baltık ülkelerinde işçi sınıfının iktidara gelmesini sağlayacak ayaklanmaların başlayacağını umuyorlardı. Ancak Polonya harekatı sırasında Troçki yanlısı komutanlarla, Stalin yanlıları arasındaki çekişme Sovyet ordusunun bozgununa yol açtı. Dahası, Polonya işçi ve köylü sınıflarının ayaklanarak kendilerine destek olacaklarını zanneden Lenin-Troçki ikilisi, Polonyalı işçi ve köylülerin vatanseverliklerinin sınıf bilincinden ağır bastığı gerçeği ile tanıştı. Sovyetlerin batıda “ideal jeopolitik sınırlarına” yeniden ulaşabilmeleri için 1939 yılında şeytanla anlaşma yapıp, yani Nazilerle beraber Polonya’yı işgal etmeleri gerekecekti.
Savaşın finalinde ise Stalin, Büyük Petro’nun çizdiği sınırların da ötesine geçerek Berlin kapılarına dayanma fırsatı buldu. İşte Batı Avrupa ülkeleri tüm bu tarihi derslerden yola çıkarak Ukrayna’yı barış masasına oturmaması için tahrik ediyor. Neredeyse her hafta sosyal medyadaki açık kaynak istihbarat hesapları, Finlandiya sınırlarına konuşlanmış Rus birliklerinin uydu fotoğraflarını yayınlıyor.
Batı Avrupalı liderlere göre, Ukrayna’da barış uğruna Putin’e taviz verilmesi halinde Polonya, Finlandiya ve hatta Almanya Rusya’nın hedefi haline gelecek. Putin ise son 30 yıldaki Karadeniz, Kafkaslar ve Moskova istikametindeki NATO-AB ilerleyişini kalıcı olarak durdurmaya odaklı. Şu an için eldeki veriler Rusya’nın savaşın uzamasından rahatsız olmadığına işaret ediyor. Kremlin Sarayı’nın sakinlerinin fırsat bulduklarında Büyük Petro’nun jeopolitik perspektifini tekrarlayıp tekrarlamayacakları ise ölümcül bir şüphe olarak barış masasının üzerinde asılı durumda.
Devamını Oku
17 Aralık 2025 Çarşamba - 10:10
Devamını Oku
10 Aralık 2025 Çarşamba - 15:58
Devamını Oku
03 Aralık 2025 Çarşamba - 16:26