
ABD, 1960’larda Türkiye’ye uyguladığı yöntemleri şimdi Latin Amerika üzerine tatbik etmekte.
Son Güncelleme: 29 Ekim 2025 Çarşamba - 07:00 | GDH Haber
Geçen hafta bu köşede ABD’nin Karayip Denizi’nde öncelikle Venezuela’yı, peşi sıra da Kolombiya ve Meksika’yı hedef alan askeri yığınağı ile uluslararası hukuka aykırı şekilde uyuşturucu taşıdığı iddia edilen teknelere düzenlediği saldırılarla ilgili gelişmeleri aktarmıştım. Trump’a göre bahsi geçen üç ülke uyuşturucu kartelleri tarafından yönetilmekte dahası Venezuela ve Kolombiya devlet başkanları bu kartellerin patronluğunu bizzat yürütmekte. ABD Başkanı’nın geçen haftasonu bizzat ağzından çıkardığı baklaya göre ise bu işin ucunda yine Çin Halk Cumhuriyeti var. Venezuela ve Meksika, Çin Halk Cumhuriyeti tarafından üretilen fentanil adlı uyuşturucu maddenin ABD’ye girişini üstlenmiş durumdalar. Trump, ülkesinde yılda yaklaşık 100 bin kişinin ölümüne yol açan bu uyuşturucunun kaynağı olarak Pekin yönetimini henüz ikinci başkanlık döneminin ilk günlerinde işaret etmişti.
ABD’nin kullanışlı silahı: Uyuşturucu ile mücadele
ABD yönetimleri için uyuşturucu ile mücadele adı altında yürütülen askeri ve diplomatik operasyonlar yalnızca dış politika açısından değil, iç politika bakımından da verimli bir alan olarak değerlendiriliyor. Trump’ın uyuşturucu kartelleri ile mücadele adı altında yürüttüğü politika 1960’lı yıllarda da Washington yönetimleri tarafından uygulanmıştı ve hedeflerinden biri Türkiye idi.
Şimdi gazeteci Nedim Şener’in Nükhet İpekçi ile beraber hazırladığı “Abdi İpekçi Durum-Amerikan Ambargosu ve Anarşi” kitabından bazı kısımları sizlerle paylaşacağım. Ama tavsiyem bu kitabın tamamını edinip okumanız. Kitap, Abdi İpekçi’nin köşe yazılarından örneklerle, 1975 yılından itibaren Türkiye’nin Kıbrıs’a düzenlediği Barış Harekatı’nın ardından ABD’nin Ankara’ya uyguladığı baskıları ve bu baskılara karşı direnişin ortaya çıkmasıyla artan terör olaylarını konu ediniyor. İpekçi, dış kaynaklı olarak artırılan terörün neticesinde ilan edilen sıkıyönetimin bir sonraki adımının askeri darbe olduğunu öngörmüş ancak kendisi de bir cinayete kurban gitmişti. Şener, kitabın önsözünde isabetli bir tespit yaparak, ABD’nin Türkiye’ye baskısının başlangıcının Kıbrıs Barış Harekatı öncesine dayandığını vurguluyor.
Haşhaş üretimine baskı ve Türkiye’nin ağır sanayiye yönelmesini engellemek
Yani, ABD’nin Türkiye’ye yönelik baskı politikasını iyi anlamak için Süleyman Demirel Başbakanlığındaki Adalet Partisi hükümetinin Türkiye’de ağır sanayi hamlesi gerçekleştirmek için Sovyetler Birliği ile ilişki kurduğu 1960’lı yıllara bakmak gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD askeri yardımlarını takiben Washington’dan gelen uzmanlar önce Türkiye’nin savunma sanayiini bitirmiş ardından Türkiye’nin ağır sanayiye ihtiyacı olmadığını, tarımsal üretimle yetinmesi gereken bir ülke olduğunu dikte eden raporlar hazırlamışlardı. Adalet Partisi, Türkiye’ye biçilen bu kefeni yırtmaya teşebbüs ettiğinde bugün Latin Amerika ülkelerinin uyuşturucu kaçakçılığı ile suçlanması gibi, Türkiye de topraklarında üretilen haşhaş ile ABD toplumunu zehirlemekle suçlandı. Türkiye ilk baskıları haşhaş üretilen il sayısını 21’den 9’a indirerek atlattı. Ancak 1969 yılında bu defa ABD Başkanı Nixon, Başbakan Süleyman Demirel’e mektup yazarak haşhaş üretiminin tamamen yasaklanmasını istedi. Mesele ulusal egemenlik konusu haline geliyordu. Şimdi Şener’in kitabının önsözünden şu paragrafı paylaşalım:
“Bazı yorumlara göre, 12 Mart 1971 askeri muhtırasının arkasındaki nedenlerden biri budur. Nitekim 12 Mart muhtırası ile Demirel’in başbakanlığındaki hükümet istifa ederken, askerler tarafından başbakanlık görevine getirilen Niham Erim hükümeti, ilk icraatlarından biri olarak 30 Haziran 1971 tarihinde haşhaş ekimini yasakladı”
1973 seçimleri ise rüzgarı bir kez daha tersine çevirdi. Bülent Ecevit’in başbakanlığı, Necmettin Erbakan’ın ise başbakan yardımcılığını üstlendiği CHP-MSP koalisyon hükümeti 1 Temmuz 1974 tarihinde 7 ilde sıkı kontrol altında haşhaş ekimi yapılacağını ilan etti.
Ve yine Nedim Şener’in kitabıyla devam ediyoruz:
“… Bunun üzerine ABD Temsilciler Meclisi 16 Temmuz 1974’te Türkiye’ye gönderilen tüm askeri ekonomik ve diğer yardımlar ile tüm savunma amaçlı mühimmat ve hizmet satışı ile silah nakliyesine ait ruhsatları askıya aldı. Aynı gün Temsilciler Meclisi aldığı diğer bir kararla, ABD İhracat ve İthalat Bankası’nın Türk Hükümeti’ne, ajanslarına ve ulusal kuruluşlarına garanti, sigorta ve kredi vermesini 1 Ocak 1975’den geçerli olmak üzere durdurdu.” Bu karar bir süre dönemin ABD Başkanı Ford tarafından frenlense de Rum-Yunan lobisi fırsatı kaçırmadı ve 14 Ağustos 1974’te başlayan İkinci Barış Harekatı’nı gerekçe göstererek Beyaz Saray üzerindeki baskı artırıldı. Ford bu defa direniş gösteremedi. Görüldüğü üzere Türkiye’yi hedef alan ambargoların ana kaynağı, önemli bir gelir kaynağı olan haşhaş ekiminin Türkiye’ye yasaklanmasıydı. Rum-Yunan lobisi bu süreçten kendi lehine yararlanmayı da fırsat bilmişti.
Latin Amerika Türkiye’nin yaşadıklarından ders almalı
Görüldüğü üzere bugün Latin Amerika’nın tecrübe etmekte olduğu deneyim Türkiye’de 1960’lı yıllarda yürürlüğe konmuş, Türk hükümetlerinin ağır sanayiye yönelerek, Washington’un kendileri için yazdığı senaryo dışına çıkma girişimlerinin bedeli ödetilmişti. İdeolojik ve etnik terörizm soslu iki darbe, ASALA, JCAG ve PKK terör örgütlerinin Türkiye üzerine salınması, haşhaş ekimi ile başlatılan mücadelenin son perdeleriydi. Türkiye merceğinden bakacak olursak bugün Latin Amerika ülkelerinin nereye götürülmek istendiği açıktır. Latin Amerika’da pis işleri yapacak bir İsrail ya da FETÖ olmadığı için Washington yönetimi bizzat kendi ordusuyla süreci yönetmektedir. Bu senaryonun hedefi bellidir. Latin Amerika ülkeleri tüm kaynaklarıyla ayrılmaz bir şekilde ABD’nin arka bahçesine dönüştürülmek istenmekte, çatlak seslerin çıkmasına fırsat tanınmayacak bir düzenin tesisi hedeflenmektedir.
Devamını Oku
03 Aralık 2025 Çarşamba - 16:26
Devamını Oku
27 Kasım 2025 Perşembe - 17:45
Devamını Oku
26 Kasım 2025 Çarşamba - 10:37