
Türkiye’nin dış politika, caydırıcı askeri yapılanma ve yeni istihbarat reformlarını başarmakla beraber, ekonominin hala güçlü olmayı tam başaramayan bir kırılganlıkta olması; Türkiye’nin bu büyük stratejik dönüşüm ve başarısına maalesef gölge düşürüyor.
Son Güncelleme: 17 Nisan 2025 Perşembe - 08:45 | GDH Haber
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Emre Taner’in 5 Ocak 2007’de 80. Kuruluş yıldönümü sebebiyle yaptığı değerlendirme, bugünden bakınca kritik bir eşiği temsil etmektedir. Dünya henüz alt üst olmadan ve Arap baharı yaşanmadan 2007’de ortaya konulan bu ehemmiyetli uyarı ve değerlendirme, Türkiye’de siyaset ve devlet kurumlarının uluslararası kriz dönemine hazırlanmasında önemli bir eşiği ifade ediyor.
Türkiye’nin güvenlik kurumlarının, savunma sanayisinin, ordu, emniyet, jandarma ve nihayet istihbaratının olağanüstü yerli ve milli kapasite kazandığı bu dönem, “güvenlikçi devlet anlayışının hakimiyeti” başlığıyla içeride ve dışarıda kıyasıya eleştirilmesine rağmen; bu dönem, demokrasi ve milli devletin kuşatıcılığının genişlediği bir reform dönemini de ifade etmektedir. Bu bakımdan buradaki değerlendirmeleri, Türkiye siyasetinin ve demokratik aklının dışında bir devlet aklı olarak bürokrasiye indirgeyerek takdim etmek eksik olacaktır.
Emre Taner’in MİT’in 80.yıl konuşması genel bir değerlendirmeyle başlıyor:
Dünyadaki tüm değerlerin, ilişkilerin, sistemlerin ve düzenlerin, ister sosyal-ekonomik-siyasi ister ahlaki-dini olsun yeniden şekillendiği ve hatta tanımlandığı bir süreç içinde bulunmaktayız. Yaşadığımız bu süreç, aynı zamanda, parçası olduğumuz uluslararası sistemin de kuralları, başrol oyuncuları ve figüranlarıyla mevcut olandan çok farklı bir boyutta yeniden belirlenmeye ve hatta doğmaya çalıştığı bir döneme kaynaklık etmektedir.
Tarihi yakından incelediğimizde görüyoruz ki uluslararası sistemde istikrar hiçbir zaman uzun süre mevcudiyetini koruyamamıştır. Sistemin bir veya birden çok noktasında mutlaka bir değişim yaşanmıştır. Bunun etkileri geçmişte daha çok bölgesel nitelikte olsa da günümüz şartlarında, özellikle her alanda yaşanan küreselleşmenin sonucu olarak global düzeye taşınmıştır.
20. yüzyılın ikinci yarısında kurulan iki kutuplu dünya düzeninin uzun süre devam etmeyeceği önceden öngörülebilir bir olgu olmakla birlikte 1990 ve sonrasındaki sürece hazırlıksız yakalanılmıştır. Elbette bunun en önemli nedeni, sistem içindeki yapılanmaların ve analizlerin statükocu yaklaşıma koyu bir muhafazakarlıkla sahip çıkmalarıdır. Bu nedenle de geleceğe yönelik tahminler bu katı/kuralcı yaklaşım içinde başarısız olmuştur.
Görüldüğü gibi girişte yapılan uluslararası sistem ve değişim değerlendirmesi, 2025 itibarıyla da devam edegelen bir döneme işaret etmektedir.
Dünyadaki istihbarat teşkilatları da sistemin birçok aktörü ya da oyuncusu gibi bu yeni ‘belirsizlikler’ dünyasını öngörememiştir. Ayak sesleri özellikle teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin öncülük ettiği farklılaşan ekonomik ilişkilerle ortaya çıkan, çoğu kez küreselleşme olarak nitelendirilen ve dünyadaki insan toplulukları arasında siyasi sınırların ortaya çıkardığı iletişim limitlerini belirsizleştirerek bir ‘değer devrimi’ de yaratan bu radikal değişim süreci, sarsıcı bir hızla her şeyi etkisi altına almış, savunma ya da uyum mekanizmaları geliştirmeye imkan tanımamıştır. Soğuk Savaş döneminin ortaya çıkardığı katı kurallarla işleyen istihbarat teşkilatları da ortaya çıkan bu yeni ve inanılmaz derecede oynak ortam karşısında ister istemez yetersiz kalmışlardır.
Değişim ve krizin teknoloji, küreselleşme ve değerlere sirayet eden katmanlarına yapılan vurgu dikkat çekicidir.
İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın ilk çeyreği, uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanında yüzyıl boyunca önemli değişimlere yol açacak parametrelerin gelişmekte olduğu bir evreyi de işaret etmektedir. Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus-devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişememekle ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dahil olamamakla kalmayacak; aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir.
Uluslararası sistemdeki değişimlerin, teknolojik değişme ve küresel ekonomik rekabetin bir çok ulus-devlet, millet ve ulusal egemenliği yok edeceğinin altı çiziliyor. Bu tehditlere karşı sağlam politika üretebilmek için doğru analizler yapabilecek istihbaratın hiç olmadığı kadar gerekli olduğunun altı çiziliyor.
Gerek ulusal güvenliğin sağlanmasında gerekse dış ve iç politikaların yürütülmesinde güvenlik ortamını şekillendiren pek çok yeni yöntem, aktör ve vasıtanın görünür görünmez etkisi hissedilmektedir. Ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekten sağlam politikalar üretebilmek ve uygulayabilmek için ulusal güvenlik ve ulus-devlet yapısına yönelen tehdit ve kaynakları iyi algılayabilmek, ulusun karşı karşıya olduğu fırsatları ve tehditleri öngörmek, doğru analiz edebilmek ve uygun vasıtalar ile karşı koymak zorunluluğu / ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiştir. 21. yüzyıl güvenlik ortamı, istihbarat fonksiyonlarının önemi ve etkinliğini hiç olmadığı kadar arttırmıştır.
2007 sonrası Türkiye’nin istihbarat ve güvenlik kurumlarının içeride FETÖ ve dışarıda da yabancı istihbarat kuruluşları tarafından hedef alındığını burada hatırlamalıyız.
Önümüzdeki dönemde de uluslararası sistemin, kuralları belirlenmiş stabil bir yapıya kavuşacağını ummak ve bu yönde tanımlamalar geliştirmek faydasız bir uğraş olacaktır.
Son derece kaygan bir zemin üzerine oturmuş uluslararası ortamda Türkiye, bir yandan yakın zamana kadar değişik çap ve karakterde savaşların yer aldığı ve halen potansiyel çatışma tehditlerinin bulunduğu Balkanlar, diğer yandan birçok bakımdan sürtüşmelere sahne olan ve çeşitli istikrarsızlık potansiyelleri taşıyan Kafkaslar ile yaklaşık 40 yıldır fiili çatışmalar ve terörist faaliyetlerle yoğrulmuş Ortadoğu’nun arasında bir iç hat pozisyonuna sahip halde bulunmaktadır. Ayrıca bu pozisyon kademeli olarak Orta Asya’ya açılan alanlarla da bağlantılıdır.
Bu üç bölgenin ve Orta Asya’nın birçok bakımdan küresel politikaların ve ‘rol’ savaşlarının belirli açılardan yoğunlaştığı alanları oluşturduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla yeni sorun ve tehditler doğrultusunda 21. yüzyılda doğuya doğru genişleyen dinamik bir alan söz konusu olmakta ve bu durum Türkiye’nin gittikçe genişleyen bir alanda merkezi pozisyon kazandığını/kazanacağını göstermektedir.
Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu bölgeleri ve Orta Asya havzasındaki küresel politika ve mücadelede artan ağırlığının Türkiye’nin giderek daha büyük bir alanda merkezi rol oynamaya zorlayacağı öngörülüyor.
Bu süreç içinde Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da ‘bekle-gör-tavır al’ taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir. Uluslararası sistemi ayrıntılı ve isabetli bir tanımlamayla (kendi konumu ile ilgili) taktik, stratejik ve yüksek stratejik tutumlara sahip olmak zorundadır. Yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye’ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır. Bu nedenle de Türkiye tüm kartlarını/avantajlarını maksimum düzeyde bir verimlilikle değerlendirmek durumundadır. Elbette bunu gerçekleştirebilmesi hiç de kolay değildir.
Ulusal gücü sağlamanın ve korumanın en etkili yolu, istihbarat fonksiyonlarımızın ulusal güvenlik politikalarımızı ve ulusal çıkarlarımızı destekleyecek şekilde yapılandırılması ve geliştirilmesidir.
Öte yandan jeopolitik ve stratejik konumu itibariyle oldukça zor bir coğrafya üzerinde bulunan Türkiye için güçlü bir ekonomi, kusursuz bir dış politika ve caydırıcı bir askeri yapılanma şeklinde adlandırabileceğimiz çok sağlam üç ayağa sahip olmak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu üç ayağın ifade edilen özellikleri içinse güçlü, dinamik, etkin, esnek, hareket kabiliyeti yüksek ve yaratıcı bir istihbarat yapılanmasına ihtiyaç vardır.
Türkiye’nin artan merkezi rolünün taktik, strateji, yüksek stratejik tutum alabilecek güçlü bir ekonomi, kusursuz dış politika, caydırıcı ordu ve bunu temin etmek üzere de yeni ve yaratıcı bir istihbarata, dolayısıyla aslında yeni bir güvenlik mimarisine ihtiyacı olduğu yerinde bir şekilde tespit ediliyor.
Görüldüğü gibi 2007 yılındaki bu konuşmada sarf edilen dünyanın gidişatı, uluslararası sistemin, değerlerin ve ulus devletlerin tehdit altında olduğu ve artan belirsizlik karşısında ekonomi, dış politika, askeri güç ve istihbarat reformu ve kapasitesinin arttırılması ihtiyacının ne kadar isabetli olduğu 2025’den bakınca çok net anlaşılıyor.
Türkiye’nin dış politika, caydırıcı askeri yapılanma ve yeni istihbarat reformlarını başarmakla beraber, ekonominin hala güçlü olmayı tam başaramayan bir kırılganlıkta olması; Türkiye’nin bu büyük stratejik dönüşüm ve başarısına maalesef gölge düşürüyor. Siyasetin ve kurumların, bir an önce dar polemikleri aşarak önümüzdeki döneme bu metinde olduğu ölçekte geniş ufuklar içinde, yeni bakış açıları ve reform önerileri ortaya koyabilmeleri Türkiye açısından hayati derecede mühimdir.
Devamını Oku
14 Aralık 2025 Pazar - 10:46
Devamını Oku
13 Aralık 2025 Cumartesi - 08:55
Devamını Oku
12 Aralık 2025 Cuma - 09:19