
Potansiyel toplumsal muhalefetin olağanüstü yaygınlaştığı bu dönemden AK Parti ilk girdiği 3 Kasım 2002 erken genel seçimlerinden tek başına bir iktidar çıkarmayı başaracaktır…
Son Güncelleme: 14 Ağustos 2025 Perşembe - 09:55 | GDH Haber
Adalet ve Kalkınma Partisi, kendilerinin tercih ettiği kısa adıyla AK Parti, 14 Ağustos 2001 tarihinde resmen kuruldu. Bugün, kuruluş tarihinin 24. yıl dönümü. Şimdi AK Parti’nin kuruluş sürecini ele alarak; AK Parti’nin Türk siyasi hayatında var olan hangi geleneği temsil ettiğine ve bu geleneğin hangi tabana dayandığına bakalım.
AK Parti’nin kuruluşuna yol açan gelişmeler, Refah Partisi içinde yaşanan bir ayrışmanın sonucuydu. Refah Partisi lideri Necmettin Erbakan ve onunla hareket eden grubun, partiye verdiği istikametten memnun olmayan bir grup milletvekili, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın etrafında “yenilikçiler” olarak adlandırılan bir hareket oluşturdu.
Yeni kurulan Fazilet Partisi’nin başına Erdoğan’ın getirilmesini isteyen Yenilikçi Hareket, Erbakan engeline takıldı. Bu arada Erdoğan’ın Siirt’te okuduğu bir şiir dolayısıyla 1 yıl hapis cezası almasıyla, siyasetten men edildiği bir döneme girildi.
Erdoğan, hapse girerken, Yenilikçiler, Fazilet Partisi içinde mücadeleye devam ettiler. Erbakan’ın ve Milli Görüş geleneğinin “ak saçlılarının” adayı Recai Kutan’ın karşısına, Bülent Arınç’ın çekilmesiyle Abdullah Gül yenilikçilerin müşterek adayı olarak çıktı. Diğer siyasi partilere nispetle, gerçekten medeni ve demokrat geçen seçimde, yenilikçiler 633’e karşı 521 oyla kaybettiler. Gelenekçiler bu noktada bir hata yaparak, genel başkanlık dışında karar organlarında da blok listede ısrar ederek, yenilikçileri parti karar organlarından tamamen dışladılar.
Böylece yenilikçiler ne yapacaklarını tartışırken, Fazilet Partisi Refah Partisi’nin devamı olduğu gerekçesiyle kapatıldı. Böylece yenilikçi hareketin önü açılmış oldu.
Refah Partisi ve Fazilet Partisi içinde bu gelişmeler olurken, Türkiye büyük bir iktisadi ve siyasi kriz yaşıyordu. Geleneksel merkez partiler, bu krizin müsebbipleri olarak çökerken, merkez partilerin lider sultası altında kendilerini yenilemesi mümkün ol(a)madı. Bu vadide, yenilik arayışında olan merkez partilerden bazı milletvekilleri ve mahalli siyasetçiler de Yenilikçi Harekete katıldı.
Böylece Yenilikçi Hareket, sadece Milli Görüş geleneğinden gelenlerin arayışı olmakla kalmadı, Türkiye’nin yenilenme ve demokrasi arayışının taşıyıcısı bir harekete dönüştü.
Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde yürütülen partileşme çalışmaları, 1 Ağustos 2001’de Afyon’da yapılan toplantıyı takiben, geniş toplumsal ve siyasal yelpazeden isimlerin teşkil ettiği 121 kişilik Kurucular Kuruluyla 14 Ağustos’ta sonuçlandırıldı.
AK Parti, çeşitli partilerden milletvekillerinden oluşan bir grupla TBMM’nin 21. yasama dönemi faaliyetlerine katıldı. Bülent Arınç’ın Parti Grup Başkanlığını yaptığı bu dönemde, AK Parti gerek Meclis içinde gerek dışında yenilenme, reform ve demokratikleşme misyonunu taşıyabilecek siyasi parti olduğunu gösterecek bir performans sergiledi.
AK Parti, 3 Kasım 2002’deki erken genel seçimlere giderken kamuoyunda yükselen desteğine, rağmen bir çok anti-demokratik engellemeyle karşılaştı. Kapatılma tehdidinden, genel başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçimlerine girememesi ve hatta seçimleri kazansa bile hükümet kurma hakkının AK Partiye verilmeyeceği iddiaları gibi... “Bir kısım medyanın” aleyhteki ağır yayınlarına rağmen, AK Parti’nin sandıktan %34 oyla birinci parti olarak çıkması engellenemedi. AK Parti seçimlerdeki bu başarısıyla, sadece bir lider partisi olmadığını da göstermiş oldu.
Peki ama AK Partiyi kuruluşundan 14 ay sonra iktidara getiren dinamikler neydi? AK Parti Türkiye halkının hangi talebine cevap veriyordu? Kurulduğu dönemin 39.partisi olan AK Partiyi, kurulmuş diğer partilerden ayıran neydi? Ak Parti hangi siyasi/sosyal geleneğe ve tabana oturuyordu? Şimdi bu soruları cevaplamaya çalışalım…
AK Parti, siyaset sahnesinde belirginleşmeye başladığı yeni oluşum günlerinden bu yana, azımsanmayacak bir vatandaş topluluğu için bir umut ışığı olmaya başlamıştı.
Bu ışık, partinin liderinin sahip olduğu karizmanın yanında, alternatiflerinin çekici bir seçeneği ifade etmediklerine dair yaygın bir toplumsal kanaatten de kaynaklanmaktaydı.
Özellikle içinden çıkılan “kriz” veya başka bir tespitle “çöküş” ortamı, bu umudu daha da belirginleştirmekteydi. Bu yönüyle partinin ortaya çıktığı ortam, yaygın ve genel bir hoşnutsuzluğun, sessiz ama güçlü bir toplumsal tepkinin ve siyasi bir çıkış arayışının damgasını vurduğu; yakın tarihimizde benzerini 1930 (Serbest Fırka) ve 1946 (Demokrat Parti) yıllarında gördüğümüze çok yönden benzer bir siyasî atmosferi ifade etmekteydi. Sosyo-ekonomik tabanı bakımından da AK Parti, önemli ölçüde bu iki eski partinin seçmen kitlesini oluşturan sosyolojik dokuya ve siyasi geleneğe dayanmaktadır.
Türkiye siyasî tarihi, ekonomik ve sınıfsal tabanları birbirine zıt iki ana siyasî akımın mücadelesinin tarihi şeklinde okunabilir. Şerif Mardin’in “merkez” ile “çevre” olarak kavramsallaştırdığı bu iki ana gücün mücadelesinde (bu kavramsallaştırmayı Emre Kongar “devletçi-seçkinci” kesimle “gelenekçi-liberal” kesim arasındaki mücadele; İdris Küçükömer ise “batıcı-laik” kesimle “doğucu-İslamcı” kesim arasındaki mücadele olarak ifade etmektedir) AK Parti’nin yerini nerede aramamız gerektiği açıktır.
AK Parti’nin, İttihat Terakki’den bu yana iktidarı elinde bulunduran, Kâzım Berzeg’in “eski sınıf” olarak tanımladığı ayrıcalıklı kesimlerin dışında ya da altında kalan toplum kesimlerinin temsilcilerinden / sözcülerinden biri olma konumundadır.
Başka bir deyişle AK Parti’nin ister istemez içinde yer aldığı gelenek, asker ve sivil bürokrasi ile onlarla organik ilişki içinde bulunan iş dünyası, medya ve “ilmiye”den oluşan “devletçi-seçkinci” kesimin dışında kalan tüm toplum kesimlerini içine alabilecek geniş bir yelpazeyi ifade etmektedir.
Bu anlamda DP’den AK Parti’ye çevre partilerini hedef haline getiren, bu partilerin, “merkez”in elinde tuttuğu ayrıcalıkları toplumun kalanıyla paylaşması talebinin siyasî ifade araçları olmalarıdır ve son olarak AK Parti’nin de akla gelebilecek her yolla engellenmeye çalışılmasının anlamı budur.
Potansiyel toplumsal muhalefetin olağanüstü yaygınlaştığı bu dönemden AK Parti ilk girdiği 3 Kasım 2002 erken genel seçimlerinden tek başına bir iktidar çıkarmayı başaracaktır…
Devamını Oku
07 Aralık 2025 Pazar - 07:00
Devamını Oku
06 Aralık 2025 Cumartesi - 07:00
Devamını Oku
30 Kasım 2025 Pazar - 12:00