
TBMM’nin lV. dönemindeki tartışmasız en renkli, en çalışkan ve müzakerelerdeki en liberal milletvekili olmasına rağmen unutulmuş olması dikkat çekicidir.
Son Güncelleme: 15 Kasım 2025 Cumartesi - 07:00 | GDH Haber
1929 dünya ekonomik bunalımını ve Türkiye’de de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası başta olmak üzere muhalefetin sert bir şekilde bastırıldığı 1925’teki Şeyh Sait isyanıyla başlayan otoriter yönetim altındaki Takrir-i Sükun dönemini takip eden 1930 yılının ikinci yarısında, Türkiye’de bizzat Atatürk’ün emriyle liberal bir programa sahip Serbest Cumhuriyet Fırkası ( SCF ) kuruldu.
Atatürk’ün eski arkadaşı, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin liberal kanadında yer alan Fethi Okyar’ın kurduğu bu parti, kendisine biçilen tenkit ve kontrol amaçlı “güdümlü” bir parti olma rolünün ötesine geçerek, halktan büyük bir destek görerek iktidara alternatif bir parti haline gelince; kendini feshetmek zorunda kaldı.
SCF’nın kuruluşu, CHP’nin “mutedil devletçi” kimliğini ilan edişiyle eş zamanlıydı. SCF’nın kendini feshetmesinden sonra da devletçilik tartışmaları devam eder, CHP Kemalizm ideolojisi altında “parti-devleti”ne yönelirken, devletçilik bahsinde farklı düşünenlerin şahsen TBMM’de temsil edilebilmesi amacıyla 1931 seçimlerinde CHP listelerinin dışında müstakil mebus seçilmesine imkan veren bir uygulamaya gidildi.
Hüseyin Sırrı Bellioğlu (1876-1958 ) bu uygulama sonucu TBMM’ne giren isimlerden biri olarak dikkat çekmektedir. Bellioğlu’nun TBMM performansı hem nicelik hem de nitelik olarak şaşırtıcı ölçüde başarılıdır. “Mutedil” sıfatıyla başlayan devletçilik giderek koyulaşır ve rejim giderek otoriterleşirken, dünyada da siyasi ve iktisadi liberalizm gerilemektedir.
Bellioğlu, işte bu ortamda esas itibarıyla iktisadi sahada olmak üzere, liberalizmi savunmaktadır. Belki de bu yüzden bir dahaki dönemde yeniden mebus seçilemeyen Sırrı Bellioğlu, sonraki yıllarda neredeyse unutulmuştur… Bu dönemde TBMM dışında gerçekleşen devletçilik tartışmaları hala hatırlanırken, TBMM’de geçen tartışmalar da neredeyse unutulmuştur.
Bayar’ın kendi ifadesiyle henüz liberalizme dilinin dönmediği zamanlarda sarih ve sahih bir şekilde liberalizmi savunan Bellioğlu’nun unutulması, belki de aradan geçen dönemde liberalizmin müstakil bir ideoloji olmayı başarıp, kendi tarihine bakmakta gecikmesiyle ilişkilendirilebilir.
Bellioğlu, iktisadi ve siyasi liberalizmin dünyada gerilemesine, kapitalizmin uluslar arası işleyişinin aksamasına ve otarşik rejimlerin artmasına rağmen, Türkiye’deki devletçilik uygulamasının liberalizmi ortadan kaldırmayacak bir sınırda durmasını ve Türkiye’nin dışarıdan borç alarak ve uzman getirterek dünyaya açık bir iktisat politikası izlemesini savunmaktadır.
Bellioğlu, bu bakımdan kendisini Mustafa Kemal’in gösterdiği hedefe başka bir yoldan ulaşmaya çalışan kişi olarak tanımlıyor. Ancak 1930’ların giderek ideolojikleşen otoriter havası içinde Yakup Kadri tarafından ihanet içinde olmakla suçlanmaktan kurtulamıyor.
Keza dış borç ve dışarıdan uzman getirme teklifleri de, dönemin içe kapanmacı zihniyeti tarafından bağımsızlığa aykırı, anayasa ve Lozan’la bağdaşmaz teklifler olarak eleştiriliyor. Nitekim bir süre sonra CHP’nin ideolojik denetimi arttıkça, TBMM içinde de bu görüşlere ve bilhassa Bellioğlu’na, başta Recep Peker olmak üzere parti ve hükümet üyelerinin ihtarları gelecektir.
CHP ideolojisi dışında fikirlerin savunulmasının giderek zorlaştığı bu dönem, CHP ilkelerinin 1937’de anayasaya girmesi ve CHP ideolojisi dışındaki ideolojilerin yasaklanmasıyla sonuçlanacaktır. Bu bakımdan böyle bir ortamda Bellioğlu’nun fikirlerini ifade etmekteki ısrarı, başlı başına kayda değerdir.
1932 Bütçe Görüşmeleri
1930’larda bütçe görüşmeleri, devletçilik meselesinin tartışıldığı bir zemine dönüşmektedir. Devletçiliğin giderek gelişmesi, bütçe görüşmelerinde açık bir şekilde ortaya çıkmakta ve bu durum tartışmalara sebep olmaktadır. 1932 bütçe görüşmeleri bu bakımdan temsil edici bir mahiyettedir.
1932 bütçe görüşmeleri hem devam edegelen iktisadî buhranın hem de değişen siyasî iklimin etkisi altında gerçekleşmiştir. Buhran dolayısıyla küçülen 1931 bütçesi, 1930 bütçesinden kırk milyon düşükken, 1932 bütçesi de bundan yirmibeş milyon daha düşük olarak hazırlanmıştır. Bu şekilde kamu harcamaları sınırlanmış ve olağanüstü vergilerle karşılanmaya çalışılmıştır. Vergiler ise harcama gücü zaten düşen halkı iyice bunaltmıştır.
Azalan kaynakların devlet tarafından kullanılması özel kesimin tepkilerini de doğurmuştur. Bu yüzden Sırrı Bey devletçiliği eleştirmekte ve devletçiliğin sınırlanmasına çalışmaktadır. Sırrı Bey'in eleştirilerine karşı CHF Genel Sekreteri Recep Peker'in cevapları ise devletçiliğin sınırlanmasına karşı çıkmanın ötesinde değişen siyasî iklimi göstermektedir.
Recep Peker CHF Genel Sekreteri sıfatıyla görüşmelere müdahale ederek, CHF'nın 1931 programı çerçevesinde bir tür "ideolojik denetime" yönelmektedir. Bu tavır, CHF'nın tek parti dönemindeki "doktrinsiz disiplin"inin doktrinize edilmeye veya ideolojileştirilmeye çalışıldığının işaretlerindendir. İdeolojik denetim, siyasî iklimin otoriterliğini arttırarak totaliter bir karakter kazanma istidadı taşırken, müstakil mebusların hareket alanını da daraltmaktadır.
Burada, müstakil mebuslar yerine sadece Sırrı Bey'in hareket alanını daraltmaktadır demek daha doğru olacaktır. Çünkü diğer müstakil mebuslar CHF'nın 1931 programı ve ideolojisiyle daha uyuşan bir yerde dururken, Sırrı Bey kapitalist dünyayla bütünleşmeyi öngören liberal çizgisiyle gitgide muhalif bir konuma savrulacaktır. Recep Peker'in bu tür müdahaleleri daha sonra da devam edecektir.
Sırrı Bey'in 1932 bütçe konuşmasının en önemli kısmı devletçilik ilkesini eleştirdiği kısımdır:
"Hükümetimizin vasıf ve şiarı halkçılıktır. Bu itibarla Hükümetten bu vasıf ve şiarın icabatına göre muamele beklemek bizim en büyük hakkımızdır. Halbuki gittikçe hakkından ve inisiyatifinden mahrum edilmekte olan fert, Hükümetin halkçılık vasfile kabili telif olamayacak bir vaziyete düşmektedir. Hükümet kendi kudretini her gün vatandaşların kudret ve teşebbüslerinin yerine ikâme etmektedir.
Halk Hükümeti bu şekilde devletçi olamaz. Devletçi halk Hükümeti ... Bu tabiri terkip eden ve iki vasıf ifade eden bu kelimeleri filvaki kâğıt üzerinde yan yana getirebiliriz. Fakat mana itibarile yan yana getirdiğimiz zaman bundan bir mana çıkarmak kabil olamaz.
Bizim gibi medenî olan diğer millet ve hükümetler dahi tamamen halkçıdırlar ve fertçidirler.
Bizim ayni zamanda hem fertçi ve hem Devletçi olmak arzumuzdur ki; iktısadî muamelâtı teşviş etmekte ve bizi endişeli yollara sevketmektedir."
Sırrı Bey bu eleştirileri dile getirirken sözü müstakil mebusluk konusuna getiriyor. Devletçiliğe yönelik eleştirilerine karşı muhataplarıyla tartışmada serbestlik ve eşitlik talep ediyor "... cevap verirken vaziyetlerimizin müsavi olması şarttır.
Çünkü onlar bilâkaydüşart müzahereye mazhar olurlarsa bir karıncaya saate 8 kilometre yol yürütebilirken ben sekiz silindirli otomobile bir santimetre yol yürütemem. Aramızdaki vaziyet müsavi olmalıdır ki kendilerile serbest münakaşa mümkün olsun." Sırrı Bey bu şekilde devletçilik konusunda adeta hükümetin ve CHF'nın taraf tutmazsa, kendisinin fikirlerinin gücüyle tartışmanın galibi olacağına inanmaktadır. İleride de görüleceği gibi Sırrı Bey, bu tartışmaları CHF grup toplantıları içinde yapabilmek ve grubu ikna edebilmek istemektedir. Sırrı Bey'in maddî veriler ve sınıf ilişkileri dışında bir tercih olabilirmişçesine, "söz"e böyle bir güç vehmetmesi şaşırtıcıdır.
Sırrı Bey, kendisi CHF mebusu olmadığı ve müstakil olduğu için devletçilik uygulamalarına ilişkin şikâyetlerin kendisine yapıldığından bahsederek müstakil oluşundan duyduğu üzüntüyü ifade ediyor.
Bu tür şikâyetlerin CHF mebuslarından korkulduğu için kendisine yapıldığını söyleyen Sırrı Bey, bu şikâyet sahiplerini tasvip etmediğini kürsüden dile getirmek istediğini söylüyor:
Sırrı Bey'in sözlerine cevap vermek üzere kürsüye gelen CHF Genel Sekreteri Recep Bey (Peker) CHF'nın ideolojik denetime yöneldiğini gösteren bir konuşma yapmıştır. CHF'nın 1931 programında ifadesini bulan devletçilik ilkesi, böylece ilk kez TBMM zemininde tartışılarak somutlaşacaktır.
Tartışma, dönemin temel politik tercihlerinden devletçilik ötesinde, CHF'nın tek parti olarak artık modernleşme ve yönetme iddialarının yanında ideolojik hegemonyasını daha yoğun bir şekilde hissettirmeye yöneldiğini göstermektedir. Recep Peker bu çerçevede, bürokrasiyi de fırka denetimine tâbi kılmak yönünde çalışmalarda ve müdahalelerde bulunacaktır.
SCF'dan sonra CHF'nın kurumsal ve ideolojik bir kimlik inşa etme çalışmalarının bir sonucu olan bu uygulamalar bir yana bırakılırsa burada, konu Meclis'teki tartışma üzerinden değerlendirilecektir.
Recep Bey müstakil mebusların "cumhuriyetçi, milliyetçi, laik ve samimi" olmak şartıyla devletçi olmak zorunda olmadığını belirterek şöyle diyor:
"Şu halde bu kürsüden bu Mecliste liberalizmi hatta en koyu, kıp kızıl bir liberalizmi müdafaa edebilirler ve bu hiçbir zaman dürüst olmıyan, korekt olmayan bir hareket sayılmaz. Sırrı Bey, bu kürsüden liberalizmi müdafaa edebilirdi ve etti. Fakat haksız, ilimsiz, uygunsuz ve hiçbir kitaba, esasa, hesaba, mantıka uymıyan bir şekilde müdafaa etti."
Burada kullanılan “kıpkızıl liberalizm” sözü, dönemin CHP’lilerinin liberalizmi ne ölçüde muzır bir ideoloji olarak gördüğünün berrak bir ifadesi olarak dikkat çekiyor. Liberalizm, bu şekilde kıpkızıl komünizmi tedai ettirecek şekilde zararlı bir ideoloji olarak kayda geçiyor.
Recep Bey, esas liberalizmin iç ve dış güvenlik işleri dışında teşebbüs serbestliğine dayandığını ancak son liberal fikirlerin devletçiliğe yaklaşarak, vatandaşlar ve özel teşebbüs tarafından karşılanamayan büyük ve önemli ihtiyaçların devlet tarafından karşılanmasını kabul etmek noktasına geldiğine, Sırrı Bey'in ise "... devletçilik mahiyetindeki her hareketin sarahaten aleyhinde..." olduğuna işaret ediyor.
Sırrı Bey'in halkçılık ile devletçiliği birbiriyle çatışır şekilde sunduğunu ve devletçiliği halkın aleyhine bir müdahale olarak gördüğünü belirterek bunun yanlış olduğunu ifade ederek, CHF'nın devletçilik anlayışını şöyle açıklıyor:
"Tek vatandaşın yapamıyacağı, tek vatandaşlardan mürekkep şahsiyeti hükmiyenin, hususî şirketlerin yapamıyacağı işleri Devlet yapmalıdır. Amma bize göre Devletin yapması lâzım gelen işler bundan ibaret değildir. Devlet ayni zamanda bazen tek vatandaşın veya tek vatandaştan mürekkep şahsiyeti hükmiyenin, hususî şirketin yapabileceği şeyleri de memleketin, milletin umumî menfaatine taallûk noktasından bizzat devletçe yapılmasından fayda ve lüzum görürse memleketin umranına, ilerlemesine, ileri gidişine hizmet noktasından fayda ve lüzum görülürse bu takdirde bu işleri de yapar. İşin mahiyetine göre ya tanzim ve müdahale suretile veyahut işi bizzat yapmak suretile Devlet kendisini ihsas ve reyini infaz eder."
Recep Bey bu çerçevede iktisadî sıkıntıların Sırrı Bey'in iddia ettiği gibi devletçilik yüzünden değil, yeterince devletçilik yapılmaması yüzünden gerçekleştiğini iddia ediyor.
Daha sonra ayrıntılı şekilde buna ilişkin örnekler veriyor, buhranın uluslararası karakterini de vurgulayarak, ihracatın arttırılması ve fiyatların düşürülmesinin de devletçilik yoluyla mümkün olabileceğini söylüyor.
Esasen önemli bir pahalılık olmadığını söyleyen Recep Bey, üretici ile tüketici ve ithalat ile tüketici arasındaki ara sınıfların ortadan kaldırılmasıyla fiyatların düşeceği görüşünü dile getiriyor. Devletçilik ve kooperatifçiliğin bu konuyu düzenleyeceğini söyleyen Recep Bey, Sırrı Bey'in eleştirdiği kooperatifçiliğin de CHF programında yer alan siyasî imanın temel noktalarından biri olduğunu bildirerek, Sırrı Bey'i sert şekilde eleştiriyor. Recep Bey Sırrı Bey'i gelen kendisine gelen mektuplar ve halkın partililerden korktuğu iddiaları yüzünden de eleştiriyor
Hüseyin Sırrı Bellioğlu, İkinci Meşrutiyeti hazırlayan liberal nesildendir. Belloğlu, bu vasfıyla 1930’daki Serbest Cumhuriyet Fırkası tecrübesinin CHP açısından başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, devletçilik bahsinde edepli tenkit yapmak üzere müstakil mebus olarak seçilenler arasında yer alacaktır.
Belliğlu devletçiliğin mutedil sınırlar ötesinde liberalizmi ortadan kaldıracak bir mahiyet kazanma pratiği karşısında, TBMM kürsüsünden ve zaman zaman da basından liberalizmi savunacaktır. Tekel idaresi, bürokrasi, kamulaştırmalar şeklinde gelişen devletçiliğe karşı çıkan Bellioğlu, dış borç alınması, yabancı uzman getirilmesi, tekel idarelerine son verilmesi ve özel sektörün teşebbüsleri önündeki engellerin kaldırılması şeklindeki isteklerle liberalizmi savunmaktadır.
1930’ların giderek otoriterleşen ve devletçilik ekseninde ideolojik bir denetime yönelen CHP karşısında, vatan hainliğine kadar varan ithamlar ve ihtarlara rağmen liberal çizgisini devam ettiren Bellioğlu, 1935 seçimlerinde yeniden mebus seçilemeyecektir.
1940’dan sonra diktatörlüğe ve kötü yönetime karşı “mektupla muhalefeti” yüzünden hapis yatan hikayesini daha önce bu köşede yazdığımız Bellioğlu’nun, 1931-1935 yıllarında faaliyette bulunan TBMM’nin lV. dönemindeki tartışmasız en renkli, en çalışkan ve müzakerelerdeki en liberal milletvekili olmasına rağmen unutulmuş olması dikkat çekicidir.
Devamını Oku
30 Kasım 2025 Pazar - 12:00
Devamını Oku
29 Kasım 2025 Cumartesi - 10:29
Devamını Oku
23 Kasım 2025 Pazar - 07:00