
Batı medeniyetini sansür veya kontrol etmek gibi mümkün olmayan bir şeye gayret etmek yerine, Türkiye’de sağlam bir millî kültür kurulmasının yollarını aramak gerekiyor.
Son Güncelleme: 24 Nisan 2025 Perşembe - 08:59 | GDH Haber
Erol Güngör
Türk sosyal bilimlerinde çok değerli bir yeri olan Prof. Dr. Erol Güngör 24 Nisan 1983’de 45 yaşında vefat etmiştir. Telif ve tercüme eserlerinin yanında izlediği sosyal bilimler yöntemiyle kalıcı izler ve bir gelenek bırakan Erol Güngör’ün üzerinde, bugünkü milliyetçi muhafazakar geleneği anlayabilmek için durmalıyız.
1950 sonrası hızla kapitalistleşen ve daha hızlı şehirleşen Türkiye’nin içindeki sosyal ve siyasî farklılıklar artmaktadır. Bu dönem kültürel ve sosyal bünye konusunda, o zamana kadar muhafazakârlık ve batıcılık şeklinde var olan iki tavrın aydınların çeşitli ideolojik gruplara ayrılmasıyla çeşitlendiği bir dönemdir. Bu farklı gruplar birbirleriyle bazen şiddete varan tartışmalara girmekle beraber bir tespitte birleşmektedirler: Batılılaşmanın başarısızlığı. Bu bakımdan her grup kendi çıkış noktasını esas alan bir muhasebe yapmaktadır.
Güngör’ün işaret ettiği bu muhasebe siyasî akım ve fikirlerin resmî ideolojiden koparak müstakil kimlikler kazanmasının ürünleridir. Güngör bu süreçte yer alarak bir anlamda Türk milliyetçiliğinin Kemalizmden ve onun tesirinde kalmış kendi öncülleriyle ayrışmasının sembol ismidir. Güngör’ün bu yöndeki çalışmaları kimi zaman tepkiyle de karşılanacak ve milliyetçi camiada yalnız kalmasına yol açacaktır.
Türkiye çok hızlı değişirken, Erol Güngör, çalışmalarının ana amacını “çağdaş bir Türk millî kültürü kurmanın gereği ve bunun yolları”nı aramak şeklinde ifade etmektedir. İdeolojik gruplar bu değişimi kontrol altına alarak istedikleri istikamette yönlendirmek istemektedirler. Türkiye’nin köklü ve güçlü yerli kültürü değişimin başıboş gitmesine izin vermeyecek şekilde direnme gücünü muhafaza etmektedir, ancak bu kültürün şimdiki haliyle yetersiz olduğu da genel kabul görmektedir.
Tartışma ise, bu kültürün hangi unsurlarının korunacağı ve hangi unsurlarının dışarıdan alınacağı üzerinedir. Tartışmayı sağlıklı bir zemine oturtabilmek için önce “… bu konularda bizim irademizin ne kadar geçerli olduğunu bilmemiz gerekiyor. Hangi tip değişmeye ne ölçüde müdahale edebiliriz?” sorusuna cevap aranmalıdır. Bunun için sosyal bilimlerin bilgi ve yöntemleriyle konu, objektif bir şekilde araştırılmalıdır.
Güngör’ün bu konuyu tartıştığı, muhtelif makaleleri olmakla beraber, münhasıran kaleme aldığı en derli toplu çalışması Kültür Değişmeleri ve Milliyetçilik’tir (1980). Güngör, konuyu incelemeye Ziya Gökalp’ten beri tartışılagelen kültür-medeniyet ayrımından başlamaktadır.
Güngör “batıyı bütünüyle almak” veya “ilim ve tekniğini alır, kültür değerlerini ve âdetlerini almayız” şeklinde ayrılanların aslında mevcut olmayan bir problemi tartıştıklarına, bunların teknolojik modernleşmeyi “kafeste keklik” saymalarının yanlış bir zan olduğuna işaret etmektedir. Bu meyanda modern teknolojinin gelecekte millî kültürde yaratacağı tahribatı önlemek yerine, teknolojinin en kısa zamanda ve en az maliyetle aktarılması gerektiğini kaydeden Güngör, Türkiye’deki sosyal ve kültürel sıkıntıların kaynağının teknoloji olmadığına dikkat çekerek “Tersine, modern teknoloji gelmediği halde, millî kültürden pek çok şey gidebilmiştir” demektedir.
Batı medeniyetini sansür veya kontrol etmek gibi mümkün olmayan bir şeye gayret etmek yerine, Türkiye’de sağlam bir millî kültür kurulmasının yollarını aramak gerekmektedir. Batı veya herhangi bir yabancı ülke ile girilen yakın ilişkiler sonucunda istenilen şeyler yanında istenmeyen unsurlar da ülkeye gelebilecektir. Kontrol veya sansür çalışmaları; nelerin iyi, nelerin kötü olduğunun kararlaştırılması da ister istemez antidemokratik ve gayri ilmî yolları getirecektir. Bunun yerine yerli kültürün güçlendirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin talihsizliği, millî kültürün Batı medeniyetiyle alışverişinden ziyade, içeriden inkılapçılık adına tahrip edilmesidir. İnkılapçılar bu tahribatı, teknolojik gelişmeye bir hazırlık amacıyla yapmışlarsa da, teknolojik gelişme konusunda inkılapçılar ne Cumhuriyet öncesi ne de kendilerinden sonra gelenler kadar başarılı olamamışlardır.
Zaten cumhuriyet inkılapçılarının Avrupa medeniyetinden anladıkları “laiklik ve pozitivist düşünce”den ibarettir. Cumhuriyet Türkiye’sinin 1923-1950 yılları arası yalnız teknoloji konusunda değil müesseseleşme bakımından da pek başarılı sayılamaz. Mesela, cumhuriyetin 1923-1950 yıllarıyla Osmanlı’nın 1823-1850 yılları arasında yapılacak bir karşılaştırmada, 1823-1850 cumhuriyet öncesi döneminde teknoloji aktarımı ve müesseseleşmesi bakımından Batı medeniyetinin yayılma hızının çok daha yüksek olduğu görülecektir. “Teknolojik medeniyetin” Türkiye’ye büyük bir hızla girişi İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlamıştır. Bu yıllarda birkaç büyük iktisadî devlet teşekkülü kurulmuştur. Teknolojik değişimi, bunlarla birlikte ve belki de daha ziyade bunların dışında gerçekleştirmiş olan kadrolar, “Avrupacı” tiplerden çok yerli tiplerden oluşmaktadır. Bunlar kısmen liberalleşen siyasî havadan faydalanan, pratik, pragmatik, iktisadî işleri iktisat kuralları çerçevesinde ele alan, lafçılıktan ve ideolojiden uzak farklı kesim ve görüşlerde olmakla beraber esas olarak merkezde ve sağda yer alan kimselerdir.
Türkiye’de muhafazakâr kesimin ihtirasla sanayileşmeyi istemeleri bazı çevreleri şaşırtmaktadır. Bu şaşkınlık sosyal ve kültürel yapı ile iktisadî yapı arasındaki ilişki hakkında edindikleri yanlış fikirlerin sonucudur. Özellikle Marksizmin etkisi altında oluşan yanlış kanaate göre, sanayileşmenin tedirgin ettiği birtakım zümreler, toplumda sarsılan yerlerine duydukları özlemle eski düzeni isterler.
Gerçekten sanayileşmenin tedirgin ettiği bazı zümrelerin, özellikle büyük sermaye karşısında tutunamayan esnaf ve zanaatkârların, muhafazakâr siyasî hareketlere katıldıkları doğrudur, “ancak muhafazakârlık ile sanayileşmenin birbirine zıt istikametleri temsil ettiği söylenemez.” Aksine sanayileşmenin öncüleri, sanayi öncesi toplumda şu veya bu sebeplerle kenara düşmüş olan gruplardır. Max Weber’in “misafir halk” dediği bu grupları “etnik azınlıklar, kendilerini cemiyetin tam içinde saymayan dinî gruplar veya diğer zümreler, kısacası cemiyetin geleneksel hayatına tam intibak etmemiş fert ve gruplar” teşkil etmektedir.
Güngör, Cumhuriyet inkılapları ile merkezin dışında kenarda kalan muhafazakârların, sanayileşme marifetiyle toplumsal ilişkiler ağını ve hiyerarşiyi değiştirmek istediğini iddia etmektedir. Milliyetçi muhafazakar siyaseti anlayabilmek için Erol Güngör çok ehemmiyetli fikri çerçeveler açmaktadır.
Devamını Oku
14 Aralık 2025 Pazar - 10:46
Devamını Oku
13 Aralık 2025 Cumartesi - 08:55
Devamını Oku
12 Aralık 2025 Cuma - 09:19