
Türk muhafazakârlığı, bir yandan haldeki hayatından memnun olmayan ve değiştirmeye gayret eden kitlelerin ve onların siyasi temsilcilerinin değişim söylemi, diğer yandan bu insanların tutunma söyleminin dilemmasında teşekkül etmiştir.
Son Güncelleme: 13 Aralık 2025 Cumartesi - 08:55 | GDH Haber
Muhafazakârlık, modern dünyanın ana siyasi ve kültürel akımlarından biri olmakla beraber, özellikle Türkiye’de bu ağırlığı ölçüsünde fikri bir ilgiye mazhar olamamıştır. Türkiye’de, bilhassa çok partili hayata geçildiği dönemlerde siyasi olarak muhafazakâr partiler iktidarda olsa da, bu muhafazakâr düşüncenin ve üslubun gelişmesi manasına gelmemiştir.
Muhafazakârlık, Fransız Devrimi sonrasında devrimin ve devletin yok ettiği geleneksel otorite ve geleneksel özgürlükleri koruma kaygısıyla ortaya çıkmıştır. Fransız Devriminin idealleri ve devrim anlayışı dünyada yayıldıkça, muhafazakârlık da yayılmış ve farklı renkler kazanmıştır.
Osmanlı Devleti’nde de Fransız Devrimini etkisiyle eşitsiz ve hiyerarşik bir imtiyaz sistemi olan milletler nizamından eşitlik temelinde bir hukuk nizamına geçme istikametindeki 1856 Islahat Fermanına karşı, eşitlik prensibinin “kaide-i tedric” ile uygulanmasını isteyenlerin tepkisini dile getiren Cevdet Paşa ile muhafazakârlığın ortaya çıkışından bahsedilebilir.
Muhafazakârlık açısından kopuş sayılabilecek asıl tarihsel dönem, Cumhuriyet sonrasında yaşanan siyasi değişim ve dönüşümde belirginleşir. Cumhuriyet sonrasında, Tanzimat’tan beri devam edegelen ikili yapı ortadan kaldırılarak geleneksel otorite ve geleneksel özgürlükler kesin olarak bertaraf etmiştir.
Devlet eliyle toplumun dönüştürülmeye çalışılmasını öngören bu kopuş sürecinde, saray, konak, tekke ve zaviye gibi kurumlarla birlikte, muhafazakârlığın toplumsal anlamda görünürlük kazandığı, “eski hayatımız”ı simgeleyen bütün kurumlar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bu hayatı temellük eden bir milli burjuvazi de olmadığından İstanbuli hayat yok olurken, onun yerine Cumhuri hayat kurulmaya çalışılmıştır. Ancak özlenen kültürel homojenlik yine sağlanamamış, Cumhuri hayatın karşısında tepkiler muhafazakârlık adı altında toplanmıştır.
Bürokratik Cumhuri hayatın tahakkümü karşısında 1946’dan sonra gelişen demokratik hayat, eskiden kalanın görünürlük kazanmasını kısmen serbestleştirmiştir. Ancak bunun eskinin ihyası olmadığı, semboller ötesinde popüler bir melez kültür olduğu görülmüştür.
Bu arada giderek artan bir şekilde köyden şehirlere gelen kitleler, bir yandan eski hayatlarını terk edip hızla değişmek isterken, diğer yandan da tutunacak bir dal aramışlardır. Siyasi muhafazakârlık söylemi ve esas itibarıyla dini semboller bu ihtiyaca cevap verirken, bu cevabın İstanbuli hayatı yeniden üretmesi mümkün olmamıştır.
Türk muhafazakârlığı, bir yandan haldeki hayatından memnun olmayan ve değiştirmeye gayret eden kitlelerin ve onların siyasi temsilcilerinin değişim söylemi, diğer yandan bu insanların tutunma söyleminin dilemmasında teşekkül etmiştir. Siyasi muhafazakârlık, zaman zaman reaksiyoner tutumlar şeklinde de ifadesini bulmuştur. Bununla beraber, imar ve kalkınma çalışmaları karşısında ise muhafazakâr bir muhalefet, neredeyse duyulmaz.
Daha önce milliyetçilikle beraber utangaç bir şekilde telaffuz edilen muhafazakârlığın Türkiye’deki en büyük dönüşümlerin yaşandığı Turgut Özal ve AK Partili yıllarda yeniden gündeme gelmesi bu bakımdan manidardır. Ancak bu haliyle muhafazakârlık, eskisine nispetle daha mutedildir. Belki de bu yüzden, bu sürecin bir sonraki aşamasındaki muhafazakâr öneri AK Parti programındaki “muhafazakâr demokrasi” kavramıyla ifadesini bulacaktır. Bugün modernliğin, post-modernliğin beraberinde gelen bir çok problemin dozajını düşürmek belki de olgun bir muhafazakarlıkla mümkün olabilecekti. Bugünün sorusu bu bahiste neden bu kadar gecikildiğidir? Muhafazakarlığın neden bu kadar zayıf kaldığıdır?
Devamını Oku
12 Aralık 2025 Cuma - 09:19
Devamını Oku
11 Aralık 2025 Perşembe - 09:16
Devamını Oku
10 Aralık 2025 Çarşamba - 09:53