
Akıl, karanlıkları aydınlatmış ve muammayı ortadan kaldırmıştır. Akıl ve ilim tabiatı tamamen açıklayacak, insanlara "en doğru ve bahtiyar düzeni" getirecektir.
Son Güncelleme: 25 Haziran 2025 Çarşamba - 10:18 | GDH Haber
Peyami Safa kendisini de içine koyduğu devrimcilerin "kültürümüzün kıblesini Doğu'dan Batı'ya çevireli yüz yılı" geçmesine rağmen, Batı hakkında yeterli ve doğru bir değerlendirme safhasına gelemediğini söylüyor. Batı'nın geçmişte yaşadığı bir an dondurularak o örnek alınmaktadır, halbuki batı değişmiş ve yeni bir karakter kazanmıştır. Artık eski batı rüyası bir yana bırakılmalı ve "hangi batı?" sorusu sorulmalıdır.
Batı, geçen yüzyılda birbirine karşıt iki düşünce akımından kaynaklanan bir buhran yaşamıştır. Bu akımlardan ilki "pozitivizmin getirdiği dar ve kapalı ilim görüşüdür." Bu görüşe göre, sebep-sonuç ilişkileri dışında ölçülmesi mümkün olmayan, tecrübe ve müşahede edilemeyecek bir gerçeklik yoktur.
Akıl, karanlıkları aydınlatmış ve muammayı ortadan kaldırmıştır. Akıl ve ilim tabiatı tamamen açıklayacak, insanlara "en doğru ve bahtiyar düzeni" getirecektir. Ondokuzuncu yüzyılda, hızla ilerleyen ve makinelerle hayata giren teknik gelişmeler de, halkı bu yönde ikna etmekteydi. Türkiye'deki devrimciler de, Batı'yı bu şekilde anlamışlardı ve hâlâ Batı'yı geliştirdiği makinelerle günlük hayatı kolaylaştıran bir şekilde telakki eden devrimciler vardır.
İlmin ve aklın hegemonyasını doğuran bu anlayışa karşı çıkan ikinci bir Batı düşüncesi vardır. Bizde bu hareketin tarihi hiç incelenmemiştir. Kant'ın etkisinin Fransa'ya yayılmasıyla yukarıda anlatılan dar ve kapalı ilim anlayışını eleştiren felsefî akım bütün Batı'ya yayılmıştır.
Safa, Bergson, Max Planck, Einstein ve Heisenberg'den bahsettikten sonra, bu felsefe akımının daha ondokuzuncu yüzyılda roman ve tiyatro yazarlarını da etkilediğini kaydederek ana temayı şöyle ifade ediyor: "... her insan ancak kendisi için muteber bir sır taşır. İlim ve akıl bunu izah edemez. Bu sırra ancak yaşanarak, sırf şahsımıza has bir tecrübenin içinden, çok defa mistik bir tecrübenin içinden varılabilir."
Batı'nın geçirdiği bu büyük devrim, "bizim mübarek devrimimize" örnek aldığımız Batı'nın ölmüş olan Spengler'in "Batı'nın sonu"; Berdiaff'ın "yeni zamanların sonu" olarak değerlendirdiği dönemini değil, Batı'nın bugünkü dinamiklerini örnek almamızı icap ettirmektedir. Aksi halde, donmuş bir örnek karşısında pasif ve taklitçi olur kısırlaşırız.
Peyami Safa, bu bağlamda Toynbee'den hareketle ve onu eleştirerek Atatürk'ün devrim anlayışına orijinal bir karakter atfediyor. Toynbee'ye göre herhangi bir medenî toplum, başka bir medeniyet karşısında bir tehlikeye düşerse, bu tehlikeye iki şekilde cevap verebilir. İlk olarak kendi içine kapanarak, taasupla geleneklerine bağlanır.
Zelodisme denilen bu tavır, Kuzey Afrika'da Senusiler, Arabistan'da Vahhabiler tarafından takip edilmiştir. Yabancı medeniyet tehdidi karşısında sergilenebilecek ikinci tavır, tehdide maruz kalan toplumun kendini savunabilmek için düşmanın maddi ve manevi silahlarına sahip olmaya yönelir. Toynbee, herodyen olarak adlandırılan bu tavra örnek olarak Mısır'da Mehmet Ali Paşa'yı ve Türkiye'de Mustafa Kemal Paşa'yı vermektedir.
Zelotlar ve herotyenleri bugünün mürteci ve devrimcilerine benzeten Safa, Toynbee'nin eleştirilerini aktarıyor. Zelot başını kuma gömen deve kuşları gibi geçmişe sığınır ve içgüdüsüyle hareket ederken, herodyen geçmişe kaçmaz, cesaretle geleceği inşa etmeye yönelir ve aklını kullanır.
Herodyen tavır, zelodyen tavra göre karşılaştırılamayacak kadar üstün bir tavra sahip olmakla beraber gerçek bir kurtuluş getirmez. Nehirden geçerken at değiştirmeye benzer ve yeni ata binemeden akıntıya kapılmak tehlikesi vardır. Ayrıca herodyen taklitçi olduğundan, kendisinden yaratıcılık beklenemez ve halk tarafından benimsenmediğinden azınlıktaki bir aydınlar sınıfıyla sınırlı kalır.
Peyami Safa'ya göre, Atatürk bu tehlikeleri sezdiği için "... garplılaşma devrimini dil ve tarih hareketleriyle tamamlamak ve Batı kültür ailesi içine Türk milletinin bir taklitçi gibi değil, kendine has bir hüviyet ve şahsiyet sahibi olarak girmesini..." sağlamak istemiştir. Atatürk'ün başına geçtiği "Asyacılık" hareketi, Türkiye'de II.
Meşrutiyet sonrası aşırı Avrupacılık akımına tepki olarak ortaya çıkmıştır. Türk Yurdu dergisinin Türkçülüğü Türk tarihini, Osmanlıların öncesine Orta Asya'ya kadar götürmüştür. Atatürk bu tarih görüşüyle Batıcılık karşısında Türk millî kimliğini savunmuştur.
Türkiye gibi, Batılılaşan Rusya ve Japonya'da da, buna benzer tepkiler gelişmiştir. Japonya bu sayede herodyenizmin tehlikelerinden kurtularak, yabancı medeniyetin ezici kültürü karşısında kendi millî kimliğini koruyabilmiştir. Türk Düşüncesi dergisi bu örnekleri ele alacak bir yayın politikası takip edecektir.
Safa'ya göre, Toynbee'nin öngördüğü iki yol dışında bir üçüncü yol vardır: "Bu yabancı medeniyeti ya toptan reddetmek veya toptan benimsemek gibi iki tepkinin dışında üçüncü bir şans vardır, ki o da, milletin yabancı bir medeniyetle kendi millî ve dinî geleneklerini uzlaştıran ahenkli bir sentez yaratabilmesidir."
Doğu bu sentezi ararken, aslında Batı da bir sentez arayışı içindedir. "Akıl dışı imkânlar" arayan Avrupa, Birinci Dünya Savaşını takiben, yüzünü Doğu'ya dönmüş, Doğu medeniyetlerini araştırmaya ve kendine maletmeye yönelmiştir.
Bu şekilde Doğu, Batı'nın ilim ve tekniğine yönelirken, Batı da Doğu'nun maneviyatına yöneldiğinden Batı ile Doğu arasında bir sentez imkânı doğmuştur. Peyami Safa bu istikametteki fikirlerini öteden beri Kültür Haftası dergisindeki ve Türk İnkılabına Bakışlar adlı eserindeki yazılarında da dile getirdiğini vurgulayarak şöyle diyor:
"Türk devrimini (…)maymunluğuna bir atlayışı gibi görünmekten kurtaracak sentezin bütün canlı unsurlarını bugünkü Batı'nın en büyük bilgin, filozof ve edebiyatçılarının eserlerinde açıkça ifade edilen hakim düşünce akımında olduğu kadar, kendi ruhumuzu dokuyan millî ve dinî geleneklerimizde de bulabiliriz." (Safa, 1953a: 9)
Peyami Safa, zaman zaman dönemin temel tartışma konularından inkılapçılık - muhafazakârlık ilişkisine dönmüştür. "Eski-Yeni Kavgası" adıyla verdiği konferansın özetlenmiş metninde de bu konuyu ele alıyor. "Yeni" kavramının kaypak ve aldatıcı bir şekilde kullanıldığına işaret eden Safa, toplumların, medeniyetlerin ve kültür hareketlerinin hem eski, hem de yeni bir karakter taşıdığını ifade ediyor.
Avrupa medeniyeti içinde hem yeniliği, hem de eskiyi barındırır: İngiliz, Alman, Fransız, İtalyan ve Türk toplumları da öyledir. Safa şöyle diyor: "Fertler ve eşya ihtiyarlarken, cemiyetler ve medeniyetler yenileşirken, garip ve zıtlı bir hadise cereyan ediyor. Hem kendi kendileri kalıyor, hem de değişiyorlar."
İki tür değişiklik vardır. İlki "tam değişmedir", bir sürahinin yerine bir başka sürahi gelmesi gibi. İkincisi "kısmî değişme"dir, eskiyle yeniyi kaynaştırır. Avrupa medeniyeti ve İngiliz toplumu böyle değişmektedir.
Safa, bilhassa İngiliz toplumunu örnek vermesini, onları "gelenekçiliği ve devrimciliği en ahenkli telife kavuşturmuş bir millet" olarak görmesiyle ilişkilendiriyor. Bu bağlamda İngiliz modeline hayranlığın, tıpkı Japon modeline hayranlık gibi Türk muhafazakârlığının alameti farikasından olduğunu kaydedelim.
Devamını Oku
07 Aralık 2025 Pazar - 07:00
Devamını Oku
06 Aralık 2025 Cumartesi - 07:00
Devamını Oku
30 Kasım 2025 Pazar - 12:00