
CHP Türkiye'deki tek partiyken ne parti içi demokrasiden ne de ülke içi demokrasiden bahsetme imkanı vardı. Bugünün CHP, parti içi demokrasi bakımından hızla tek parti dönemine doğru seyrediyor.
Son Güncelleme: 07 Ağustos 2025 Perşembe - 09:38 | GDH Haber
Şaibeli CHP Kurultayı vesilesiyle en çok tartışılan konulardan birinin CHP'deki parti içi demokrasi sorunları olması lazım... CHP Türkiye'deki tek partiyken ne parti içi demokrasiden ne de ülke içi demokrasiden bahsetme imkanı vardı. Bugünün CHP, parti içi demokrasi bakımından hızla tek parti dönemine doğru seyrediyor.
Ülke içi demokrasi ise hızla gelişiyor. CHP bu hızlı demokratikleşmeye ve dünyadaki gelişmelere intibak etmek yerine, adeta aslına dönerek, arkaik bir görüntü sergiliyor. "Zigana dağında nasıl portakal yetişmezse, Türkiye'de de batı tarzı bir demokrasi olmaz" diyen zihniyetle hesaplaşmadıkça, CHP'nin, ne parti içinde ne de ülke içinde demokrasi dersinden geçmesini bekleyebiliriz.
Tek parti döneminde CHP'nin demokrasiye yaklaşımındaki değişiklikleri, iki dereceli seçime ilişkin politikalarındaki değişikliklerden takip etmek mümkündür. Konuya girmeden "iki dereceli seçim" ne demek onu izah edelim:
Asıl seçimi yapmaya ehil olmadığı düşünülen birinci seçmenler, yani halk. bu ehliyete sahip ikinci seçmenleri seçer. Onlar da ikinci bir seçimle seçilecek asıl temsilciyi seçerler. İki dereceli seçim tek partili bir yönetimde olursa seçimler, parti tarafından tayin edilen ikinci seçmenlerin ve milletvekillerinin göreve atama töreninden başka bir anlam taşımaz. Bu bakımdan bunlara sahici seçimler olarak bakmamak lazımdır.
Millet Avrupalıdan İstidatlıdır!
Birinci Meşrutiyetten itibaren tartışılan iki dereceli seçim, tartışmalara rağmen bu tarihten itibaren uygulanmaya devam edilmiştir. Aslında daha bu dönemde iki dereceli seçim ve bunun arkasındaki mantık çok ağır bir şekilde eleştirilmiştir. Daha Birinci Meşrutiyet Meclisinde, Osmanlıların Avrupalılar kadar seçme ehliyetine sahip olmadığının iddia edilmesi üzerine İzmir mebusu Solidi Efendi şöyle sert bir cevap vermiştir:
"Bu meclisi alide ahalimizin daha bir techil [cahil] ve tahmik [ahmak] edilmesini kabul edemem. Bizim milletimiz Avrupa milletlerinden daha ahmak değildir. Onlardan daha istidatlıdır."
Meclisin iki dereceli seçimi reddetmesine rağmen feshinden sonra, İkinci Meşrutiyet döneminde de iki dereceli seçimden vazgeçilmemiştir 1930'da Serbest Fırka'nın kurulmasıyla başlayan çok partili hayat tecrübesinde iki dereceli seçim konusu tekrar tartışılmaya başlanmış, muhalefet tek dereceli seçimlre geçileceğini programına almıştır.
İşin ilginç tarafı başlangıçta Gazi de bu tartışmayı teşvik etmekte ve iki dereceli seçimin kaldırılarak tek dereceli seçime geçilmesini ister gibi görünmektedir.. Gazi'nin fikirlerinin sözcüsü olarak bilinen Afet İnan bu dönemde şöyle diyecektir:
"Artık demokrat ve medenî türk içtimaî heyetini haksız yere gayrireşit gösteren bu iptidai usulü devam ettirmek caiz değildir. Emsalimiz medenî devletlerde olduğu gibi bir dereceli, yani doğrudan doğruya seçim usulünün konması için tereddüde mahal yoktur;
müntehibi sani (ikinci seçmen) intihap eden vatandaşın doğrudan doğruya meb'us intihap etmekte daha çok acemilik ve isabetsizlik göstereceği kabule şayan değildir."
Seçim Korkusu
Ancak bu fikirler hayata geçmemiştir. CHP'nin önemli isimlerinden Hilmi Uran, Atatürk'ün halkı kontrol etmek bakımından daima iki dereceli seçimi arzu ettiğini yazmaktadır. Nitekim Serbest Fırkanın, 1930'da tek dereceli olarak yapılan belediye seçimlerinde halktan büyük destek görmesi demokrasi konusunda geri adımları da peşinden getirecektir.
1931 sonrası siyasî rejimdeki otoriterleşme bu konuya da sirayet ederek 1935'te toplanan CHP'nin Dördüncü Büyük Kurultayı'nda programda geri adım atılacaktır.
Tek parti yönetiminin devletle özdeşliğini ilan eden 1935 Kurultayının güçlü genel sekreteri Recep Peker'in iki dereceli seçimi meşrulaştırırken kullandığı gerekçeler, tek parti dönemi boyunca geçerli olacak "vesayetçi" anlayışı da yansıtmaktadır. Bu bakımdan iki dereceli seçimin savunulması, vesayetçi anlayışın savunulmasına da denk düşmektedir.
Buna göre, Türk halkı bir çok bakımdan geri kaldığı için kendi kendisini yönetemez, bu yüzden ona vesayet edecek bir seçkinler yönetimi, halkı, kendi kendini yönetecek seviyeye gelene kadar yönetmelidir.
Peker memleket şartlarının, ulaştırma ve haberleşme araçlarının, basılmış yayınları, gazetelerin baskı adedi, gazete ve kitap okuyan vatandaşların sayısı hep beraber düşünüldüğünde bugünkü durumun bir dereceli seçimin gerektirdiği nitelikte olmadığını, bu zorlayıcı şartları düşünmek gerektiğini söylüyor…
Peker seçimlerde CHP'nin rehberliği sözkonusu olsa bile, vatandaşın kendi fırka adayı için oyunu kullanırken de "umumî bir biliş ve görüşe istinat eden şuurunu" kullanmak durumunda olduğuna dikkat çekiyor. Söylediklerinin ve iki dereceli seçimin demokrasiyle bağdaşmadığını farkeden Peker şöyle diyor:
Zigana'da Portakal Türkiye'de Demokrasi
"Arkadaşlar; bütün bunlar ... konuşulurken... ya demokrasi ne oldu diyenler var. İsviçre'de referandum sistemi vardır. Millet toplanır ve kanuna reyini verir. Elbette demokrasinin en ileri tatbiki budur! Mesela Fransa bunu neye yapmıyor?
Elbette İsviçre'nin şartlarına uyan bu usülün Fransa'da tatbik imkanı bulunmuyor... Demokrasi bir nas, bir ayet değildir; bir ruh, bir espri ve bir manadır. Yapılan işler akıl denilen bir süzgeçten geçirildikten sonra muhit denilen bir icaba uydurulduktan sonra tatbik edilirse fayda verir, kök tutar. Zigana dağının üzerine portakal ağacı dikilmez!"
Peker'in demokrasi bahsinde işi ne kadar zora soktuğu verdiği örnekten belli oluyor. Peker'in fikri şahsi bir düşünceyi değil, partinin ve dönemin hakim kanaatini yansıtıyor. Komünizm, faşizm ve nasyonel sosyalizm ile faşizan askeri diktatörlüklerin Avrupa'da yayılmasıyla beraber liberal demokrasilerin sonunun geldiğine inananlar, totaliter bir parti ve ideolojinin peşine düşüyorlar. Türkiye'de de demokrasi karşıtı bu akımı, CHP temsil ediyor.
Seçim Hazmedilemiyor
1946'da çok partili hayata geçilmesiyle iki dereceli seçimler sona erdiyse de, Türk vatandaşının seçme ve seçilme hakkına sahiden sahip olması 14 Mayıs 1950 tarihini bulmuştur. 1946 seçimleri açık oy gizli tasnif usulüyle yapıldığından CHP'nin sorumlu olduğu büyük yolsuzluklar yapılmıştır.
1950'den sonra da halkın sahip olduğu haklar, hazmedilememiş, halkı asıl seçmen olmaktan çıkaracak ikinci seçmenler arayışına girilmiştir. 27 Mayıs darbesiyle asker-sivil bürokrasi milletin vasisi pozisyonunu yeniden zorla ele geçirmiştir.. 1982 anayasasıyla bu vesayet pekişirken, Avrupa Birliği süreciyle halk vesayetten kurtulmaktadır. Tabii halkın reşit olduğunun kabulü kolay olmamaktadır. CHP'de yaşanan sorunlar da bu hazımsızlığın bir sonucudur.
Bugünün CHP'sinde demokrasi arayanlar, CHP mirasıyla hesaplaşmadıkları sürece, bu miras tarafından yönetilmeye devam edileceklerdir. Bu hesaplaşmaya yönelmeyen bir muhalif hareketin "İmamoğlu’na veya Kılıçdaroğlu’na hayır"ın ötesine geçecek bir şeyler söylemesi de mümkün değildir. Demokratikleşen ve dünyayla bütünleşen bir Türkiye'de, bu mirasın yükü giderek artacaktır.
CHP içine kapanarak, kendi içinde otoriterleşerek ve şahıs kültü inşa ederek bir yere varamaz. Türkiye'de gerçek bir sosyal demokrasinin varlığı, eski ve yeni CHP'yle hesaplaşmaktan geçiyor. Nasıl ki geçmişin yükünü Recep Peker'e veya bir başka şahsa yüklemek yanlışsa, bugünün yükünü de sadece “İmamoğlu veya Kılıçdaroğlu veyahut Özgür Özel’e” yüklemek o kadar yanlış olacaktır.
Elbette şahısların sorumluluğu vardır ama mesele devlet-toplum ilişkilerinde CHP'nin otoriter bir ideolojiyi ve zihniyeti temsil etmesinden kaynaklanıyor. CHP'liler, ideoloji ve zihniyeti tartışmaz sadece şahıslarla uğraşıp ve parti içi iktidarı ele geçirmeye çalışırlarsa, CHP'nin geleceği Zigana'da portakal yetişme ihtimalinden bile daha ümitsiz olacaktır.
Devamını Oku
14 Aralık 2025 Pazar - 10:46
Devamını Oku
13 Aralık 2025 Cumartesi - 08:55
Devamını Oku
12 Aralık 2025 Cuma - 09:19