
Aslında siyasî ahlak dediğimiz şey, insanlar arası ilişkilerde geçerli olan genel ahlâk prensiplerinden soyutlanamaz. Bir başka şekilde söylersek genel ahlâk ilkelerinin siyasette de geçerli olmasına siyasî ahlâk diyebiliriz.
Son Güncelleme: 17 Temmuz 2025 Perşembe - 07:00 | GDH Haber
CHP’li belediyelerdeki yolsuzluk soruşturmaları etrafında gelişen tartışmaları anlayabilmek için siyasi ahlak meselesine bakmakta fayda var. Esasen siyasi etik tartışmalarının sadece iktidarla sınırlı kal(a)mayacağı, “parti bürokrasi”si oluşmuş bütün partileri; yani, parti içi iktidarları ve özellikle belediyelerdeki iktidarları da içine alacağı açıktır..
Güç temerküzünün olduğu her yerde yozlaşma kaçınılmazdır. Demokrasinin ardında yatan mantık işte Lord Acton’un ifadesiyle bu noktada ortaya çıkmaktadır: “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır.” Siyasi yozlaşma ve yolsuzluk bir sonuç olarak değil, başlangıç noktası olarak kabul edilirse tartışmanın kısırlaşacağı ortadadır.
Aslında siyasî ahlak dediğimiz şey, insanlar arası ilişkilerde geçerli olan genel ahlâk prensiplerinden soyutlanamaz. Bir başka şekilde söylersek genel ahlâk ilkelerinin siyasette de geçerli olmasına siyasî ahlâk diyebiliriz.
Ancak ahlâktan ayrı olarak bir de siyasî ahlâktan bahsedilmesi de sebepsiz değildir. Eğer ahlak dışında bir de siyasî ahlaktan bahsedilmesinin sebepleri ortaya konulabilirse, siyasî ahlâkın varoluşu ve gerçekleşmesi izah edilebilir.
Siyaset, bugüne kadarki zaman içerisinde toplumdan kopan sadece siyasetçilerin meşgul olduğu profesyonel bir meslek haline dönüşmüştür. Bunun sonucu olarak siyasi ahlaktan bahsedilince bu “profesyonel siyasetçilere” has bir siyasi ahlaktan bahsedilmekte ve daha çok da bu profesyonel siyasetçilerin ahlak bozuklukları eleştirilmektedir.
Halbuki, siyasi ahlaksızlığa yol açan temel sebep işte budur: Toplumdan kopan bir siyasetçiler sınıfı ve toplumla ilişkisi kalmamış siyaset anlayışı…
Eğer meselenin kaynağını bu şekilde tespit ettiysek yapmamız gerekenler de ortadadır: Siyaseti, sadece profesyonel siyasetçilere has bir meslek olmaktan çıkararak bir vatandaşlık hakkı olarak bütün topluma yaymak… Yani siyasete her düzeyde katılımı arttırmak ve böylece siyasetin denetimini hukuk makamlarına veya kanunlar yerine önce topluma yaptırmak.
Bununla elbette hukuki denetimi ihmal ediyor değiliz, ancak hukuk denetiminin de halkın destek ve katılımı olmadan uygulanamadığı, hatta hukuk denetiminin mecrasından saparak demokrasiyle ve hukukla bağdaşmayan siyasî bir mahiyet kazanması da mümkündür.
Siyasetin denetimi toplumun elinden alınırsa, bu siyaset üzerinde antidemokratik bir baskıya yol açtığı gibi, resmi otoriteyle çatışmamak şartıyla yapılanlara göz yumulması anlamına da gelebilecektir. Bu hususta Türkiye siyasi tarihinden birçok misal verilebilir.
Siyasete katılım amacıyla vatandaşın önündeki kanunî engeller kaldırılırsa, bu siyasetteki kan dolaşımını temizleyeceğinden siyasetteki ahlâksızlığı engelleyebilecektir.
Böylece siyasetçiler adeta devlet memuru güvencesi içinde, her ne yaparlarsa yapsınlar emekli oluncaya kadar siyaset yapabilme imkânından mahrum kalacak ve yanlış yapanlar halk tarafından siyasî partilerin içinde tasfiye edileceklerdir.
Siyasî denetimi temin edecek bir başka husus da, siyasetin ve siyasetçilerin siyasî fikir odaklarınca denetlenebilmesidir. Her siyasî parti bir siyasî fikre-ideolojiye dayandığı iddiasıyla kurulur. Halbuki kanuni engellerle siyasi partiler dışındaki siyasi örgütlenme zorlanmakta ve bu örgütlerin siyasi partilerle ilişki kurması engellenmektedir.
Bu durum ortadan kalkarsa bir siyasi parti önce kendi siyasi fikrini taşıyan aydınlar marifetiyle denetlenmiş olacak ve siyasetçiler bu durum karşısında tutarlı ve kurallara uygun bir politika üretmek zorunda kalacaklardır.
Siyasetin bu kadar dar bir alan hapsedildiği bir yerde, yozlaşma kaçınılmazdır. Bu konularla uğraşmayan siyasetçiler, hiçbir hırsızlık yapmasa da yozlaşmışlardır. Türkiye’nin temel tartışma konularıyla uğraşmayan bir siyaset kurumu, bu kadar boş zamanını yozlaşmadan geçirmesini beklemek sadece bir hayal değil midir?
Siyasi etik tartışmaları, Milan Kundera’nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği romanına yönelik pornografik olduğu suçlamaları karşısında verdiği cevabı hatırlatıyor.
Oradaki en pornografik sahne Sovyet tanklarının Prag’ı işgal etmesidir. Bu sahneyi görmeyenlerin eleştirilerini ciddiye almıyorum… Türkiye’nin, bölgenin ve dünyanın temel meselelerini tartışmayan, dar bir kadroya hapsolan bir partinin yozlaşması kaçınılmazdır. Başta CHP olmak üzere bütün siyasi partilerin dikkatle üzerinde durması gereken öncelikli konu budur.
Devamını Oku
15 Aralık 2025 Pazartesi - 11:46
Devamını Oku
14 Aralık 2025 Pazar - 10:46
Devamını Oku
13 Aralık 2025 Cumartesi - 08:55